Google Play Store
App Store

Birkaç yıldır köyün yeni bir yükselişine şahit oluyoruz. Hayır, kente doymuş, eleğini asmış filanca sanatçıdan, oyuncudan, huzur için –umumiyetle Asos’ta- bir çiftlik almış varlıklı insanlardan söz etmiyorum. Adsız-sansız, geçim zorluğu çeken ya da eskilerde bir yerde sakladığı anılarına sarılmak isteyen sıradan insanlar konumuz. Ama bu hareketlenmenin ardında -hızla unuttuğumuz- Covid salgınıyla, bir Şubat gecesi -bir dakikada yüz otuz bin kişiyi yere gömen- bir zelzele var. Bu –ne olursa olsun- şehrin yeni bir yenilgisidir.

1960’larda başlayan 1990’larda –bizim buralarda- şiddetlenen köyden kaçış, şimdi yerini geriye dönüşe bırakmış durumda. Köyde evi olmayan, ev yapmayan veya yapmayı düşünmeyenler artık ayıplanıyor. Herkesin ruh hali o meşhur şarkıdaki gibi: “Şehirler bana bir tuzak.”

Şehirler 1960’larda yükseldiler, oranın taşı toprağı altındı, gideni doyurur, kimseyi aç komazdı. Büyük göç o yıllarda başladı. Sebep ekonomikti. Aynı tarihte Almanya yolları da göründü Anadolu köyüne. Şehirler, ülkeler arası trenler, vagonlar, yolculuklar.

∗∗∗

1990’larda –ülkenin doğusundaki- köyler, devlet ve örgüt arasında şiddetlenen savaşta –yine şehirlere- yenildiler. Binlerce köy, mezra boşaltıldı, yakıldı. Milyonlar göç yollarına düştü -Bugünkü Kürt sorunu adlı keşmekeşin temelleri biraz da o yıllarda atılmıştır-.

Hikâyemiz Kortu’da başlıyor –Ama bu -sizin de bileceğiniz gibi- milyonların öyküsüdür-. Osmanlı devrinde, 1938’de, 2 Temmuz 1993 tarihinde operasyonlara uğrayan Kortu (Meşeyolu), nihayet 1990’larda -3 aile ve 6 nüfus hariç- tamamen boşaldı. Oysa bu köyde 1980’de yüz yirmi hane, okul, on bir öğretmen, bir sağlık ocağı ve hemşiresi vardı. ‘93’te PKK öğretmenleri kurşuna dizdi, okulu ve sağlık ocağını yaktı. Kortu, ne Osmanlı’da, ne de 1938’de böyle bir gün gördü. Ertesi gün herkes, şehirlere kaçtı.

Köy, birkaç defa yenilse, sakinleri onu sonsuza kadar terk etse de, evlatları başka yerlerde köyler kursa da, aslında bu ülkenin temeli köy –tarım- üzerine kurulmuştur. Bu yüzyıllık güzel ülkenin “kültür devrimi” köylerden başlamıştır. “Köy Enstitüleri” teknik, sanat, edebiyat, aydınlanma ve hatta sosyalist düşüncenin anasıdır. Bizzat kurucularınca hızla kapatılması ve adının yasaklanması sebepsiz değildir. Bu ülkede öğretmenler sendikasının kurucusu, bir köy eğitmenidir. TÖS, Gönen’de köy enstitüsünü bitiren, Gazi’de, ODTÜ’de eğitim alan sıradan bir öğretmenin -sonra büyük bir yazarın- Fakir Baykurt’un eseridir. O, aydınlatma faaliyetini hayatının sonuna doğru sığındığı İsveç ve Almanya’da da inatla sürdürmüştür. Köy -1960-70’lerde- şehri adeta belirlemiştir.

∗∗∗

1968 aydınlanmasında, Beyazıt’ta -henüz on yedisindeki- Kortu’lu Hıdır, gencecik gözleriyle Vedat Demircioğlu’nun okuldan atılışına şahit oldu. İstanbul şehrinin her sokağında limonata sattı, ayakkabı boyadı, hamallık yaptı. Sırtında küfeyle, meyve-sebze taşıdı zengin evlerine. 19’unda bir devrimci, 1979’da Diyarbakır DGM’de sanık, bir yıl Diyarbakır zındanında mahpus oldu. Sonra –neredeyse herkes gibi- Avrupa’ya çıkmak zorunda kaldı.

Hıdır Dulkadir

Kırk beş senedir yaşadığı Almanya’da, Kortu’daki çocukluğunu, ağaçları, ziyaretleri, çeşmeleri, köyün tam karşısındaki Sako dağını görmediği tek bir rüyası olmadı. Çocukken orada davar gütmüştü. Yazdığı her şey –tıpkı hocası Fakir Baykurt gibi- köyün eseridir. O, Kortu’nun hasretiyle 8 kitap, 4 antoloji (Pepuge Des u Dı Kowu, İki Dilde Masallar, Munzur’a Akar Yüreğim birkaç tanesidir) yazdı ödüller aldı. Hasret insanı, ya aşık ya da yazar yapar, derler.

Belki de Yakup Kadri, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt ile bildiğimiz köy edebiyatı, asıl edebiyattır. Köyün yükselişiyle, köyde bilimin, tekniğin, üretimin ve aydınlanmanın yeniden yükselişine tanık oluruz belki. Şehirler de bir parça nefes alırlar o zaman. Ve o vakit Hıdır Dulkadir, Kortu’daki evini yapar; tarlasını sürer, bahçesini eker, güne Sako dağından doğan güneşin ilk ışıklarıyla başlar.