Sömürü ve sahtekarlığın sonuçları karşısında içi sızlamayan var mıdır? Elbette vardır. Menfaatleri için yaşamda pozisyon alan insanların dünyasında vicdani sızıya yer olduğu pek söylenemez. Bu gibi kişiler kazanç, kârlılık, mevki, makam hesaplarını iyi bilirler ancak sanatla, edebiyatla, felsefeyle, psikolojiyle, tarihle ilişki kurmaktan uzaktırlar. Uzun zamandır bu köşede çocuk kitaplarının hiç de hafife alınmaması gerektiğini düşündüğüm masumiyetimize seslenen gücü hakkında yazıyorum. Nitelikli bir kitabın içimizde yarattığı tatlı huzursuzlukların azim, anlayış ve anlam olarak yaşantılarımıza aksedeceğine inanıyorum.

Yazar Şafak Baba Pala’nın Sızı adlı öykü kitabının arka kapağında dikkate değer şu ifade yer alır: “İnsan iki türlü kaybolur. Kendi içinde ve kalabalıklar arasında.” Her iki kayboluşta da yol kişinin çocukluğuna çıkmaktadır. Zaman yazara göre “Aynı yerde asılı duran geçmek bilmez bir sızıdır.” Kayboluşun ardında günah keçisi aramadan, bahaneler bulmadan kendi kendini sobelemenin, sızıyı tebessümle sağaltabilmenin yoludur hikâyeler. Dünyaya onun asli bir parçasıyken mesafeli yabancı gözlerle de bakabilmek, gördüğünü zihin ve kalpte hizalayabilmek, hizalarken olgunlukla gülümseyebilmektir hikâyeler. Fırsatçılığın, ayrımcılığın, tapınmanın ve yargılamanın bu tebessümde yeri yoktur, olmamalıdır. Zaman gerçekten aynı yere asılı kalmış gibi. Genç-yaşlı, eğitimli-eğitimsiz, köylü-kentli koca bir toplum sınanıyor. Sakil bir elek içinde çalkalanıyor. Birbirine çarptıkça ufalanıyor. Nihayetinde eleğin gözeneklerinden dökülen tek tip kırıntılara dönüşülecek endişesindeyim. Eleği tutan elin farkındayız ve dengesinin bozulduğunu biliyoruz. İyi, güzel, doğru olanı yüceltmek, vicdanın sesi ve sanatın gücüyle eleği ters yüz etmek elimizdeyken savrulup parçalanmak istemiyoruz.

Bu koşullarda uygar bir toplum olabilmenin gerekliliğini çocuklara aktarmak özen istiyor. Bugün bahsedeceğim iki kitap bizlere yardımcı olabilecek izler taşıyor.

HAVLAYAN KEDİCİK, Kaynağını unuttuğumuz kutuplaşmaların zeminini sarsan bir önyargı hikâyesi. Kedi Pisi ve Köpek Paşa birbirine komşu ve hep bir kovalamaca halindeler. Paşa okula başlıyor ve Pisi’yi kovalamaya ara veriyor. Pisi okul otobüsünün arkasından bakakalıyor. Kedilerin sayı bile sayamadığını düşünen okul müdürü Pisi’nin okula kaydolma isteğini şiddetle geri çeviriyor. Okulun yalnızca köpeklere uygun olduğunu öğrenen gözü kara Pisicik de oyunu kuralına göre oynamaya karar veriyor. Çizerin şipşirin resimlediği hayvan tipleri ve rengarenk kolaj çalışmasını ayrıntıları eşliğinde Pisi’nin okula girmek için atıldığı tehlikenin ayrıntılarını okuyoruz. Kamuflajı hayranlık uyandıran Pisi, ünlü köpekler tarihi, havalı havlama teknikleri, kuyruk sallama egzersizleri gibi konuları başarıyla geçiyor ancak Biyoloji dersine girdiğinde korkusunu ve üzüntüsünü harekete geçiren önemli bir şey oluyor! Hikâyeyi okurken ‘uygulamalı kedi kovalama’ dersine katılacak, bir köprünün korkuluklarında asılı kalan köpekleri kurtarmak için en uygun çözümü arayacaksınız. Köpeklerin kedileri kovalama nedenin çoktan unutulduğu bir zaman diliminde felaket anlarının, baskıcı günlerin, ayrımcı tutumların seyrini değiştiren tutkulu, iyi niyetli, cesur kahramanlar çıkar ve birleştirici bir hareketin kıvılcımını çakar. Sistemin dayattığı keskin kabulleri değiştirmek zor fakat imkânsız değildir. Sonuçta her canlı bir diğerine bir yürek mesafesindedir.

Cosmos Yayınları  Yazan: Gerard Moncomble  Resimleyen: Pawel Pawlak

Çıtır Çıtır Felsefe serisinin 34. kitabı olan SANATÇILAR VE DÜNYA,  “Ne işe yarar?” sorusuyla açılıyor. Pek çok nesnenin işlevselliği net olarak dile getirilebiliyorken bir sanat eserine baktığımızda vereceğimiz cevabın ehemmiyetine örneklerle dikkat çekiyor. Dram, acı ve hüznü kullanarak da insanı bulunduğu anın dışına çıkarıp keyifli anlar yaşatmayı başaran sanat, kendimizden kaçarken yolumuza çıkan sanatçıların bize tuttuğu aynaların bütünü aynı zamanda. Yazara göre sanatçının yonttuğunu, söylediğini ya da yazdığını görebilmemizin yolu hayatın içindeyken her neredeysek o an her şeyimizle orada olabilmekten geçiyor. “yaşamı değerlendirmek” için kendimize zaman ayırmamız gerekiyor. Kaotik bir dünyada sıradan herhangi bir an ya da insana dair bir durum sanatçı tarafından yeniden yorumlanıp yaratılıyor. Sanatçının sahip olduğu özellikleri de açıklayan metin Charlie Chaplin’den Moliere’e, karanlıktaki dünyadan karantinadaki dünyaya sanatın tutkulu, birleştirici, farklılıkları aşmayı başaran ve kitleleri birbirine bağlayan gücünü hatırlatıyor.

“Kibirli bir askerin ya da kralın başını döndüren

Mala mülke tercih ederim

Yüzün bana doğru eğildiğinde

Kitabıma düşürdüğün gölgeyi…” sözleriyle Victor Hugo bir çocuğun karşısına çıkıyor. Yolu sanatla kesişen her çocuk gibi o çocuk da “duruyor, bakıyor, dinliyor” ve dünyayı çok yönlü yorumluyor.

Günışığı Yayınları  Yazan: Brigitte LabbePierre-François Dupont-Beurier Resimleyen: Jacques Azam

***

Nobel ödüllü yazar Aleksandr Soljenitsin, Matriyona’nın Evi adlı novellasında “her köyde onu ayakta tutan bir doğru vardır” atasözünden hareketle “değil her köyde, her şehirde, bütün dünyamızda onu ayakta tutan, doğru bir insan vardır” ifadesine yer verir. Matriyona hayatındaki tüm talihsizliklere - çıkarcı insanlara, yoksulluğa, hastalıklara- rağmen yaşama tutunmuş o doğru insanlardan biridir. Kontrolsüz bilgi kirliliğinin, akıl almaz şekilciliğin, rahatsız edici bir nezaketsizliğin hüküm sürdüğü şu dönemde toplumu ayakta tutmaya yarayan ve gün geçtikçe yeni yaralar alan doğrularımıza sahip çıkmak görevimiz. Dünyanın ivedilikle duyarlı insanlara, sorgulayan zihinlere, kitapların sayfalarına düşen meraklı çocuk gölgelerine ihtiyacı var. Parçalanmadan, sindirilmeden ve “insanlara yakınlığımızı yitirmeden”…