Kriz ve demokratikleşme imkânları
Doç Dr. Galip Yalman "Toplu gözaltıların, polis şiddetinin yaşandığı günlerde, sopanın çok daha göz önüne geldiği bir dönemden geçiyoruz. Bu sopa sadece sokaktaki insana, medyaya, sosyal medyaya değil artan bir biçimde seçilmişlere de yöneliyor" diyor.

Yusuf Tuna Koç
İmamoğlu’nun gözaltına alınması ardından hem sokaklarda hem de siyasette yaşanan gelişmeleri, Türkiye’de rejimin geleceğini, muhalefetin mücadele olanaklarını ve iktidarın krizini, ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetiminden Doç. Dr. Galip Yalman ile konuştuk.
Erdoğan’ın son hamleleri ile Türkiye’de yeni bir eşik aşıldığı söyleniyor, rejim içerisinde bir dönüşüm mü yaşanıyor?
Meseleyi bir devlet biçimi-siyasal rejim kavram çifti ile düşünmenin anlamlı olduğunu düşünüyorum. Geçmişte de BirGün’de ve farklı yerlerde yazdığım üzere, 12 Eylül anayasası ile belirlenmiş otoriter bir devlet biçimi çerçevesi içerisinde, 2017 referandumu sonucu başka bir rejime geçtik.
Ama o rejim değişikliği ile birlikte devlet, giderek de belirginleşen bir biçimde niteliksel bir değişime de tabi oluyordu. Bu yüzden rejim değişikliğinin yaşadığımız süreci açıklamak için yeterli olmadığını düşünüyorum. 19 Mart’a kadar, yaşanan değişimi nasıl tanımlayacağımıza dair bir soru işareti vardı. Geldiğimiz noktada, tanımlama konusunda yaşanan sorunların temeli şu; bir rejim değişikliği olmadan da yani 2017 sonrasındaki resmî adıyla cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi içerisinde de değişim olabildiğini görüyoruz, giderek daha baskıcı, kısıtlayıcı anlamda değişimler yaşanmakta. Ancak bunu sadece “otoriter rejimin konsolidasyonu” şeklinde, yani rejim sorunsalı ile sınırlı bir şekilde ifade etmek yetersiz kalıyor. Belirttiğim eğilimi saptama anlamında, otoriter bir devlet biçiminden başka bir otoriter devlet biçimine geçiş süreci başladı demiştim. Nasıl kavramsallaştıracağımız sorusu ise hâlâ gündemde.
SOPA GÖRÜNÜRLEŞTİ
Son 10 gündür önemli bir değişim yaşanıyor. CHP genel başkanı Özgür Özel de Saraçhane’deki konuşmalarından birinde “faşizme meydan okuma eylemi” tabirini kullandı. CHP genel başkanının ağzından bu şekilde ifade edilmesi önemli. Dünya genelinde farklı ülkelerde yaşananlar, özellikle Trump’ın yeniden iktidara gelmesiyle birlikte faşizm olgusunun yeniden tartışılmasına hız vermiş görünüyor. Geç faşizm, neo-faşizm, post-faşizm vb kavramlar üzerinden günümüzdeki örnekler geçmiş faşizm deneyimleri ile karşılaştırılmakta, ortak noktaları var mı sorusuna yanıt aranmakta. Bu salt akademik bir tartışma değil kuşkusuz, aynı zamanda söz konusu gelişmelere karşı nasıl mücadele edilmesi konusunda da yol gösterici olması beklenir.
Devlet biçimi kavramını toplumsal güç dengelerindeki değişime göre de okumak gerekir. Zaten emeğin baskı altında tutulduğu, sınıf temelli mücadelelerin hâlâ büyük ölçüde gündemin alt sıralarında tutulmaya devam edildiği bir süreçteyiz. Sınıf mücadelesi gündemi belirlemek açısından hâlâ ağırlıklı bir konumda değil, 12 Eylül anayasası ile belirlenen otoriter devlet biçimiyle bu anlamda bir devamlılık söz konusu. Dolayısıyla “Ne değişiyor?” sorusu gündeme geliyor. Bunun bir boyutu, yürütme-yargı-yasama arasındaki ilişkilere dair. Zaten 2010 anayasa değişikliğinden beri yürütmenin yargı ve yasama üzerindeki etkisi belirgindi. Bugün İstanbul cumhuriyet başsavcısı üzerinden yürütülen süreç niceliksel bir değişim mi yoksa niteliksel bir değişikliği mi ifade ediyor? İşin diğer boyutu, zaten hoşnutsuz, yaşam koşulları giderek kötüleşen, ekonomik ve sosyal haklardan yoksun bırakılmış insanların mikrofon tutulunca zaten yansıttığı öfkelerini kitlesel boyutta dışa vurması, buna karşın toplu göz altıların, polis şiddetinin yaşandığı günlerde, sopanın çok daha göz önüne geldiği bir dönemden geçiyoruz. Bu sopa sadece sokaktaki insana, medyaya, sosyal medyaya değil artan bir biçimde seçilmişlere de yöneliyor.
Peki bu yeni durumla nasıl mücadele edilir, “meydan okunur”?
Örgütsel, kurumsal olarak mücadele biçimlerinin nasıl çeşitlenebileceğine dair tartışmalar var. Mevcut kurumsal düzenleme içinde hukuk yolundaki mücadelenin de devamı gerekiyor, diploma iptali ve tutukluluk durumu için. Sonuç verip vermemesinden bağımsız bu süreçlerin de peşinden gidilmesi gerekiyor. Şunu da unutmamak gerek, “Bunlardan bir şey çıkmaz, yukarıdaki istediği gibi yönlendiriyor” algısı doğru olsa bile buna sessiz kalıp, mücadeleden geri durmamak gerekiyor.
Hangi vadede olursa olsun hayat gündelik akışına geri dönecek. Ama bu mücadele ekseninden vazgeçmek, farklı araçlarla sürdürmemek anlamına gelmemeli. Somut hedefler konulmalı, siyasi partiler açısından ayrı, toplumsal muhalefet açısından farklı düşünülmeli. Belki her akşam Saraçhane’de toplanılamayacak ancak önemli olan şu an farklı siyasi pozisyonları temsil eder gözüken kitleleri kent merkezlerinde bir araya getiren dinamik de çok önemli. Geleceksiz olduğunu düşünen ve gıda-konut krizini her gün yaşayan bir genç kuşağın sokakta olması belirleyici etkenlerden biri şu anki eylemlerde. Son bir haftanın en önemli kazanımlarından biri bu. Dayanışma sandıkları da yaratıcıydı. Bu türden yaratıcı araçlara da ihtiyaç olacak önümüzdeki dönemde. Hem ses getiren hem de insanları barışçıl biçimde sokağa da çıkarabilen bu tür eylemlilikler önemli.
HENÜZ SANDIK BAŞINDA DEĞİLİZ
Halkın sokaktaki tepkisi gösterdi ki siyasal yargı tek yönlü de ilerlemiyor. Kurultay ve İBB kararları da biraz bu durumun kazanımı olarak anlaşılıyor. Bu şekliyle sanki halk ve iktidar arasındaki çıplak bir güç mücadelesi gibi gözüküyor.
Kaygılandıran bir kısmı var bu durumun, kayyumlar atanmamış olsa bile her an atanabilir kaygısı da yüksek. “Cepte daha neler var” ifadesi de bu korkuyu büyütmeye dair. Bu sebeple mücadeleyi kısa, orta, uzun vadeli şekillerde düşünmek gerek. İlk 5 gün hava başkaydı, Pazar ön seçim sonrası farklı bir hava oluştu. Şimdi ise belki CHP olağanüstü kurultayına kadar yeni bir dönem var. İçinden geçtiğimiz süreç, iktidarın değişen tavrı, yol gösterici olmalı. Gezi ile en büyük farklardan biri olarak, orada bir siyasi kürsü yoktu. Bu kürsüyü taşıyanlar açısından da büyük bir sorumluluk olmasının yanı sıra kendisi de iktidarın doğrudan hedefi. Dolayısıyla CHP örgütü dışındaki güçlerin de bu mücadeleyi nasıl yürütebileceğine dair bir tartışması olmalı. Haliyle CHP’nin olağanüstü kurultay sonrası çizeceği stratejinin yanı sıra, CHP dışından da birlikte mücadele edebileceği toplumsal muhalefetin katkılarını da düşünebilmek gerekir. Ortak payda demokratik bir devlet biçiminin yolunu açacak mücadele stratejisini somutlaştırmak olmalı.
İktidar söylemlerinin toplumda nasıl algılandığı da önemli. İktidar tehdit ederken sadece karşısında gördüklerine hitap etmiyor, hâlâ yanında olduğunu düşündüğü insanları mücadeleye hazır tutma amacı da taşıyor, bu da işin tehlikeli boyutu. Mücadele verilirken bu da dikkate alınmalı. Hem oluşan kitleselliği korumak hem de yeni saldırıların önünü almak da gerekli, dikenli bir yol yürünüyor. Sadece kendi kitlenizi muhafaza etmek yetmez, karşı kitlenin bilenmesini önlemek de gerekir. Geçmişteki desteğine sahip olmasa, %30’un altına düşmüş olsa bile. Sandıkta bu sonuç iktidardan düşürebilir ama henüz o aşamada değiliz. Boykota reaksiyon olarak yapılan eylem fotoğraflarını görüyoruz, bir aidiyet yaratma çabası da var. İktidarın kendi tarafını militarize etmeye çalışma çabasını ve karşı saldırıyı önleyebilecek bir siyaset düşünmek gerek. Önümüzdeki süreç sütliman olmayacak. Yaşadığımız süreci anlayabilecek kavramsallaşmalar önemli, ama bu saptamaya bağlı olarak da bir mücadele stratejisi benimsenmesi de önemli.
YENİ AKLI SELİM YARATABİLMEK
İktidar açısından bu hamle ve ardından gelen tepkiler bir kriz doğurur mu?
Bu yaşanan bir kriz, ama nasıl bir kriz, neyin krizi? Zaten ekonomik bir kriz yaşanıyor, keza artık TV ekranlarına da yansıdığı üzere Gramsci’nin zor ve rıza kavramları ezberlenmiş durumda. Yaşanan sadece bir rejim krizi mi yoksa aynı zamanda bir hegemonya krizi mi? Bir boyutuyla toplumun değişik kesimleri ile onları temsil etme iddiasındaki yapıların arasındaki ilişki önemli. Diğer yandan düşünsel planda bir common sense/aklı selim diye ifade edilen şeyin yıpranması ve erozyonu söz konusu olmaya başlamış ise, bir hegemonya krizinden bahsedebilir miyiz? Böyle bakıldığı zaman meseleyi neoliberalizmin krizi olarak görenler, hatta Trump ile birlikte artık neoliberalizmin bitişini duyuranlar var. Gerçekten öyle mi peki? Hâlâ uluslararası finans piyasalarının egemenliği, bu piyasaların öneminin arttığını görüyoruz, Musk vb. bunun simgesel bir ifadesi. Bunları neoliberal dönem yarattı ve siyaseti etkileyebilecek pozisyondalar.
Türkiye’ye gelirsek, AKP ve bağlaşıklarının toplumsal desteğinin azaldığını tartışabilsek bile tamamen koptuğunu söyleyebilmek zor. Öbür yandan, son bir haftada yaşananlar üzerinden bir karşı hegemonya mücadelesi güçleniyorsa, meseleyi yalnızca bir rıza/zor üzerinden okumaya gerek olmayabilir. Ancak bu siyasal mücadelenin bizi getirdiği noktada yeni bir aklı selim yaratılıp yaratılamaması sorunu ortaya çıkıyor. Örneğin Kent lokantalarının varlığı önemli bir şey ama bu gibi örnekleri tamamlayabilecek bir düşünsel dönüşüme de ihtiyaç var. Neoliberalizm, ne yazık ki hâlâ düşünsel planda egemen. Mevcut siyasi iktidara karşı olduğu halde bu paradigma içerisinde düşünen bir ulema sınıfımız var. Dolayısıyla karşı hegemonya, demokratikleşme mücadelesinin bu alanda da yeni unsurları beraberinde getirip getiremeyeceğine de bağlı. İnsanlara asgari ücret, emekli maaşı vs üzerinden daha farklı bir gelecek vaat edebilmek mümkün. Ancak neoliberal aklı selim hâlâ yerinde duruyor. Siyasi olarak iktidardan uzak duran ama neoliberalizmi içselleştirmiş, alternatifi olmadığını düşünen güçlü bir epistemik topluluğumuz var. Böyle olduğu zaman da topluma verilen mesaj konusunda, yeni bir aklı selim yaratabilmekte zorlanılıyor.
Otokratik diye ifade edilen rejime ve yeni bir evreye geçtiğini gözlemlediğimiz otoriter devlet biçimine karşı mücadele geliştirebilmek, yalnızca zora karşı bir demokratikleşebilme mücadelesi değil; aynı zamanda neoliberalizmi aşındırabilme, toplumsal güç dengesini başka bir yöne çevirebilme, finans piyasaları karşısında ülkenin konumunu değiştirebilme meselesi. Yaşadığımız çokboyutlu kriz bunları düşünebilmeye de imkân sağlıyor.