Google Play Store
App Store

Uzun zamandır Saray’ın, kendilerine muhalif gördükleri kesimler üzerindeki anti demokratik, haksız hukuksuz faşizan uygulamalarına sol çevrelerce ve sendikalardan doğru yeterince yanıt üretilememiştir. Öğrenci hareketlerinin ve toplumun gerisinde kalmışlar ve geçer not alamamışlardır. Hızla hareket edip günü yakalamanın olanakları hala var.

Kriz ve siyaset güdümlü sendikacılıkla yolun sonu
Eğitim Sen üyesi akademisyenler öğrencilerin akademik boykotuna destek vermişti. (Fotoğraf: BirGün)

Kemal IRMAK - Eğitim Sen Genel Başkanı

2002 yılında iktidara gelen AKP, 23 yıldır ülkeyi istediği normlarda yönetiyor. Normları zamana, duruma, uluslararası ilişkilere ve ülkenin siyasi iklimine göre de değişebiliyor. Ancak değişmeyen iki şey var. Birincisi uluslararası sermayenin yönelimine uygun ekonomik politikaları, ikincisi küçük küçük adımlarla oluşturmaya çalıştıkları İslamcı bir tiranlık. İslamileşme yolunda atılan adımlar, toplumu rahatsız etmeyecek, çok göze batmayacak halkalarla başladı. Serbest kıyafetle başladı. Buradaki gizli adım türbanı tüm kamusal alana sokmaktı, gerçekleşti. Tüm kamu binalarına mescit yapılması; bir dinin bir inancın ritüel biçimini kamuda bir hegemonya oluşturmaya dönüştürmenin aracı oldu. Müslümanın inancını yaşaması gerekiyormuş! Nerede? Kamu, özel tüm toplumsal yaşam alanlarında. Bu uygulamalara güçlü toplumsal itirazlar gelmediği için diğer halkalar hız kazandı. Özellikle eğitim alanında çok ciddi dönüşümler yaşandı. İnsanlar inançlarını elbette yaşasın, Anayasal güvence altına da alınsın. Ancak her inanç kendi inanç ritüellerini eğitim alanında, sağlık alanında, güvenlik ve adalet alanlarında (hizmet verilen ve alınan kamu alanlarında) yaşamak istiyorum derse orada çok başka bir durum ortaya çıkar. Okulda birisi namaz kılarken, diğeri cem tutmak ister, bir diğeri okulun farklı köşelerinde mum yakıp dua etmek ister. Her şey şöyle bir “zora dayalı”  toplumun yüzde 99’u Müslüman ön kabulü üzerinden sürdürülüyor. Ancak gerçek öyle değil. Bu bir inancı üstün kılma ve diğer inançları da yok sayma anlayışının bir sonucu. Yukarıda saydığım uygulamaları da bu tekçi ve inkârcı yaklaşım üzerinden hayata geçiriyorlar. Tekçilik ve inkârcılık elbette sadece inanç alanında ilerlemiyor.

Bu iktidarın diğer en büyük becerisi din sosuyla sosladıkları “üstekilere han hamam, alttakilere din iman” anlayışı ile neoliberal politikaları uygulamaları. İnancı bir sömürü aparatına dönüştürünce inançlı kesimlere her türlü sömürü biçimini rahatlıkla uygularsınız. Yaptıkları tamda bu aslında.

Ancak bütün bunlar bir yere kadar. Eninde sonunda insanlık acı gerçekle yüz yüze kalıyor. İnanç karın doyurmuyor, adaletsizliklerin üstünü bir yere kadar kapatıyor. Sonrası kral çıplak! Kralın çıplaklığı, Gezi’de, Adalet Yürüyüşü’nde kısmen görüldü. Ancak bugün büsbütün olarak geniş kesimlerce net olarak görülüyor. Fakat bir sorun var. Kral hâlâ atın üstünde ve Üsküdar’ı bir kez daha geçmek için oyunlar peşinde. Dini sömürüyle etki altına aldığı ve çıkar sağladığı kesimler üzerinden oyun ve kumpaslarına devam ediyor. 23 yıldır oluşturduğu parti devletinin tüm aygıtlarını bir, bir devreye sokuyor. Bütün diktatörlerin yaptıkları da budur. Demokrasiden, demokratik değerlerden uzaklaştıkça zora dayanan yöntemlerle iktidarlarını devam ettirmek. Ama gene bir gerçek var ki,  bütün diktatörler sonlarını da böyle getirir. Buradaki soru şudur: Bu süre nedir ve nereye kadar devam edecektir?

∗∗∗

Elbette bunun cevabını geniş kitleler verecektir. Ancak en güçlü ve en hızlı cevap, üretimden ve tüketimden gelen gücün devreye girmesiyle verilecektir. Dünyadaki örnekler hep bunu göstermiştir. Her şey politiktir. Fakat altını dolduran gerçek ise ekonomiktir. Ekonominin üzerine her şey bina edilir. Üretim olmayınca tüketim zor olur. Tüketim de olmayınca üretim krize girer.

Tüketimi bütün halk kesimleri yani herkes yapıyor. Ancak üretimi (mal ve hizmet) çalışanlar gerçekleştirir. Bunların da örgütlü olduğu yapılar sendikalardır. Üretenlerin ve onların örgütlü yapılarının “üretimden gelen güçlerini” kullanma iradelerinin ortaya çıkması, bir ülkedeki hem ekonomik ve hem de demokratik krizlerinin inşa edilmesinde çok önemli rolleri olduğu birçok pratikten anlaşılmıştır. Ancak açıkça söylemek gerekir ki bunca hukuksuzluğa, bunca anti demokratik, faşizan uygulamalara, bunca yoksulluk ve yüksek enflasyona rağmen, Türkiye’deki işçi ve memur sendikaları üstlerine düşen rolleri hala  oynaya bilmiş değil. Bu süreçte Konfederasyonlar ortak bir platform oluşturamamış, yan yana gelememiştir.  Uzun yıllardır Konfederasyonların kurumsal olarak ve ortak mücadele platformları aracılığıyla ürettikleri söylemler, maalesef işçi sınıfının, emekçilerin temsili konusunda alternatif bir sendikacılık veya sendikal temsiliyet inşa edememiştir. Oysaki zaman zaman Türkiye’nin güncel siyasi denklemi içinde siyasal iktidarlar üzerinde bir baskı aracı olarak sosyal ve siyasal süreçleri etkiledikleri olmuştur.  Maalesef bugünlerde de konfederasyonlar, temsil güçlerini bu kriz süreçlerinin sonuçlarıyla sınırlandırarak güncel siyasetin söylemsel alanı içinde hareket ediyorlar. Bugün  ‘kriz ve siyaset güdümlü ve hegemonik kapasitesi zayıf bir sendikacılık’ yapılıyor olduğunu üzüntüyle takip ediyoruz. Genel grev, genel direniş koşullarının her yönlü oluştuğu bu siyasal ve ekonomik ortamda sendikalardan (KESK hariç) hâlâ bu yönde bir beyanın, bir iradenin açığa çıkmaması oldukça düşündürücüdür. İktidarın güdümünde ve ekseninde sendikacılığın, sendikal anlayışları getirdiği noktadır bu. Gelinen bu noktanın startı, 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi ile verildi. AKP iktidarı ile de en hızlı maratonu yaşandı. Biatçı  (muhafazakâr-dindar değil) dinci toplum ve piyasacı neoliberal politikalarla örüldü ağlar. Bir yandan bu politikalardan fazlasıyla etkilenen sarı sendikalar, diğer yandan bizzat bu politikaların doğrudan aparatı haline getirilen ve bizzat iktidar tarafından kurulan, kurgulanan yandaş sendikalar…

∗∗∗

Sınıf örgütlerinin, sınıf hareketlerinin ve sınıf mücadelelerinin siyasal özneleri olan sınıf siyasetlerinin zayıflığı da bu sürecin etkisizliğinin önemli sebepleridir. Sol sosyalist yapılar da kendi dışındaki olayları tartışmaya yoğunlaşırken kendi gündemlerini maalesef hep kaçırıyorlar. Elbette ki olayları ve olguları tartışmak, analiz etmek siyasal bir gerekliliktir. Ancak siyaset tartışmalara boğulup kalmak yerine, yarattığı pratiklerle toplumsal örgütlenmenin önünü açan, sorunlara çözüm öneren ve çözüm üretenlerin platformuna dönüşmelidir. Bu pratikleri arasında,  kadroları üzerinden sendikaları etkilemek, sınıf hareketlerine yön vermek ise olmazsa olmazdır. İç içe geçmiş, etki tepki denklemi ile sendikal hareketleri etkileyebilmelidir.

Uzun zamandır iktidarın, Cumhur İttifakı’nın ve Saray’ın, kendilerine muhalif gördükleri kesimler üzerindeki anti demokratik, haksız hukuksuz faşizan uygulamaları,  kayyumlar ve bardağı taşıran 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla iyice cisimleşen uygulamalarına sol çevrelerce ve sendikalardan doğru yeterince yanıt üretilememiştir. Öğrenci hareketlerinin ve toplumun gerisinde kalmışlar ve geçer not alamamışlardır. Ancak yaşam tüm hızıyla devam ediyor. Aynı hızla hareket edip günü yakalamanın olanakları var, yeter ki bu irade gösterilsin. Aksi takdirde sendikalarda, sol siyasetlerde uzun süre kaçırılan bu imkânın ağırlığını üzerlerinde hissedeceklerdir.

Eğitim Sen Başkanı Kemal Irmak ev hapsinde.