Meral Akşener liderliğindeki İyi Parti’nin, Altılı Masa da denilen Millet ittifakı’ndan kopması, benim için bir sürpriz olmadı. Olayların akışı, mücadelenin giderek sertleşmesi ve saflaşmanın daha keskin hatlarla belirlenmeye başlaması, böyle bir kopuşu kaçınılmaz kılmasa da onu zorluyordu. Nitekim, deyim uygunsa “12’ye 5 kala” diyebileceğimiz sıkışık bir zamanda beklenen kopuş gerçekleşti. Ayrılık, beklendiği gibi, Akşener tarafından kendinden menkul çok ulvi ve pek demokratik gerekçelere dayandırıldı.

Akşener’in masadan kalkma gerekçesi, tuhaf bir “seçilebilecek aday” tezine dayanıyordu. Oysa siyasette seçilebilecek aday değil, doğru aday tartışması yapılır. Siyasetçilerin, partilerin, örgütlerin, organik aydınların, militanların ve taraftarların görevi, o doğru adayı seçtirmek ya da iktidara taşımaktır. Kaldı ki, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bütün kamuoyu araştırmalarında “seçilebilecek aday” olduğunu da gösteren bir siyasetçiydi.

Dolayısıyla, Akşener’in öne sürdüğü gerekçe, sahici bir temele dayanmıyor. Ancak, gerçek bir temeli var, bunu aşağıda yazacağım. Üstelik, Türkiye’nin kaderinin yeniden belirleneceği, toplumun ya dinci-faşizan bir diktatörlük ya demokratik cumhuriyet gibi iki tercihten birine zorlanacağı bir kavşağa doğru sürüklenirken, Akşener’in sunduğu gerekçe, bir palavradan ibarettir. Seçilecek aday gerekçesi demokratik bir ittifakı dağıtmak için yeterli değildir. Bu “resmi” gerekçeler bir retorikten ibarettir.

Sonuç olarak, Akşener ve İyi Parti, kendi kuruluş ilkelerine, halka ve demokratik güçlere “ihanet” etti, olay budur. Seçimlere 3 aydan az bir süre kala yapılan böyle bu hamlenin çok güçlü nedenleri olmalı. O halde önce gerçek nedeni saptamak, ardından da bu krizi demokratik bir tarihsel fırsata çevirebilmek için neler yapılabileceği üzerinde durmak gerekiyor.

* * *

İyi Parti’nin Millet İttifakı’ndan kopmasının başlıca nedeni, bu yazının girişinde de belirttiğim gibi, safların keskinleşmesidir. AKP’nin rejimi değiştirme iddiasını en yüksek seviyeye taşıdığı bu tarihsel momentte, ince ayrımların önemsizleşmesi ve her siyasal öznenin kesin bir tercih yapmaya zorlanmasıdır. Siyasal kutuplaşma ya da saflaşma daha da derinleşecektir. Cumhuriyetin ve insanlığın ilerici kazanımlarının savunulması, bu mücadelenin eksenini oluşturacaktır.

Erdoğan-AKP iktidarı ya da islamcı-faşist blokunun kaybetme olasılığı giderek güçleniyor. Daha önce yazdığım gibi, siyasal ve tarihsel ömrünü dolduran islamcı iktidar aslında kaybetmiş durumda, ama farkında değil. Ancak, toplumsal mücadeleler tarihi, siyasal olayların akışı konusunda matemetiksel kesinlikte kestirimler yapılamayacağını da bize gösteriyor. Çünkü, böylesi dönemler, bireyin tarihsel rolünün öne çıktığı, siyasal ve örgütsel liderliğin belirleyici olduğu zaman kesitleridir. Tarihin ritminin ve zamanın temposunun hızlandığı, bu nedenle bazen birkaç güne bir yılın, hatta yılların sığabildiği dönemlerdir.

İyi Parti’nin kopuş nedeni, aralarında, “Beşli Çete” diye adlandırılan ve son 20 yılda palazlanmış sermaye çevrelerinin de bulunduğu yeni egemen güçler blokunun bir kanadının korkusudur. Bu kesim, Erdoğan-AKP sonrasını planlamaya çalışıyor. Çünkü, bu çevre Erdoğan yönetiminden umudunu kesmiş görünüyor. Bu bağlamda, sert bir kırılmaya yol açmayacak, kazanımların korunduğu daha yumuşak bir geçiş dönemi öngörülüyor. Bu amaçla açık bir operasyon yürütülüyor.

* * *

Erdoğan-AKP iktidarının hedeflediği şeri rejimin sürdürülbilirliğini -sınıfsal bakımdan- garanti etmesi planlanan bu sermaye çevreleri, elde ettikleri kazanımları korumak istiyor. Asıl sorun bu.. İslamcılığın bir sermaye birikim aracı olarak kullanıldığı bu dönemde, söz konusu çevre, elde ettikleri zengiliği, bir hesap sorma dalgasının altında kalarak kaybedebileceğinden korkuyor. Çünkü, sonradan görme bu çevrenin kazanımları, esas olarak ulusal zenginliklerin yağmasına, yolsuzluklara ve talana dayanıyor.

Sözü edilen yaklaşık 500 milyar dolarlık (Kılıçdaroğlu 418 milyar dolar diyor) servet transferi, sadece ahlaki değil, hukuksal bir temelden de yoksun bulunuyor. Kılıçdaroğlu’nun ısrarla bu parayı geri alacağını söylemesi, dahası kendisiyle temas kurmaya çalışan bu çevreleri reddederek ifşa etmesi, korkuyu daha da büyütüyor. Dolayısıyla bu sermaye çevreleri, kazanımlarını koruyacak ya da en azından büyük zarar görmeyecekleri “geçiş dönemi” arayışını, giderek bir zorlamaya dönüştürüyor. Eğer böyle bir geçiş dönemi olmayacaksa, risklerine karşın Erdoğan-AKP iktidarının bir dönem daha ülkeyi yönetmesi isteniyor.

Bu çevre, sadece muhafazakar-dinci sermaye kesimlerinden de oluşmuyor. Vakıfları, dergahları ve şirketleriyle her biri güçlü birer sarmaye odağı haline gelen, ulema ve üdeba’dan oluşan ruhban sınıfı ile tarikat örgütlenmelerini de bu çevre içinde değerlendirmek gerekiyor.

İşte bu çevrelerin, bir geçiş dönemi arayışı ve bu konuda İyi Parti ve Meral Akşener’e biçtikleri rol, söz konusu kopuşun gerçek nedenini oluşturuyor. Hiç kuşku yok ki, Erdoğan-AKP iktidarı da bu kopuşun kendilerine sunduğu fırsatı değerlendirmeye hazırlanıyor.

* * *

Diğer taraftan, İyi Parti ve Akşener’in, bırakın iktidar blokuna katılmasını, bu saatten sonra AKP ve Erdoğan için oy isteme şansı da bulunmuyor. Bunu yapmaya çalışması halinde ise ortada bir partinin kalmayacağı açık. Çünkü, İyi Parti, esas olarak merkez sağ siyaset havzasında, cumhuriyet ile sorunu olmayan seküler bir seçmen kesimine dayanıyor. Cumhuriyetçi merkez sağ seçmenin AKP’den kurtulmak için seçenek olarak gördüğü İyi Parti, bu ihanetin bedelini ağır şekilde ödeyebilir. Bunu görmek için fazla beklemeyeceğiz.

Akşener’in önündeki tek seçeneğin, aday olmak ya da kamuoyunca bilinen birini aday olarak çıkarıp, ikinci tura oynamak olduğu düşünülebilir. Ancak, bu da tutmayacaktır. Birliği bozan ve Erdoğan iktidarına ömrünü uzatma fırsatı sunan Akşener yönetimine karşı, İyi Parti seçmeninin büyük bölümünün –ki bu oranın 2/3 gibi yüksek olacağını düşünüyorum- dinci faşizan (AKP-MHP-BBP) blokunun karşısındaki adaya yönelecektir. Akşener siyaseten intihar etmiş durumundadır.

Dolayısıyla, bu haftadan itibaren siyasette artık yeni bir durum var ve bu nedenle yeni bir oyun kurmak gerekiyor. İktidarın siyasal inisiyatifi yeniden ele geçirmesine fırsat verilmemeli. Her kesimden muhalefetin, özellikle ilerici muhalefet güçlerinin krizi bir atılıma ve başarıya çevirmek için önünde büyük bir olanak bulunuyor.

Şimdi atılması gereken ilk adım, Millet İttifakı’nı sola açmak ya da sola çekmektir. İyi Parti, Millet İttifakı’nın HDP ve Emek-Özgürlük Bloku ile ilişki kurmasının önündeki en büyük engeldi. İttifak bu engelden kurtulmuş görünüyor. Aynı şey Sosyalist Güç Birliği (SGB) ve diğer sosyalist partiler ve gruplarla ilişkiler bakımından da geçerlidir. Kılıçdaroğlu’nun bu hafta sonu TİP ve Sol Parti yönetimleriyle görüşmesi anlamlı bir ilk temas olarak değerlendirilebilir. Bu ilişkiyi geliştirmek, Türkiye’nin önündeki seçeneği, düşük yoğunluklu bir restorasyon yönetiminden, devrimci ve demokratik bir cumhuriyete doğru çekmek için gereklidir. Bunun için, sol partilerin ve HDP’nin Millet İttifakı’na katılması da gerekmiyor. İttifaklar arası bir işbirliği, koordinasyon ya da güçbirliği yeterlidir.

Kuşkusuz, daha sol, demokratik ya da devrimci seçeneğin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ayrı bir tartışma konusudur. Ama bu seçeneği güçlendirmek mümkündür. Koşulların çok uygun olmadığı söylenecektir. Ancak unutmayın ki, toplumların tarihlerinde devrimci atılımlar çoğu kez determinist değil, volantristir. Örneğin, Sovyet devriminden önce Menşevikler “kitaba daha uygun” bir anlayışa sahipti ve determinist bir yol öneriyorlardı. Lenin ve Bolşevikler ise volantrist bir yoruma ve devrimci öznenin iradesine önem veren bir anlayışa sahipti, devrimi de onlar yaptı. Bu kadar büyük bir tarihsel dönemeçte olmadığımız belli, ama bu kritik eşikte de şartları zorlamak, “imkansızı istemek” biraz da bize bağlı.