Çevirmenliği hâlihazırda profesyonel olarak yapan, çevirinin diller arası aktarımdan çok daha fazlası olduğunu bilen, haklarını çoğunlukla da acı tecrübelerle öğrenmiş çevirmenler, kurumların önlerine koyduğu, yasal olsa da vicdana sığmayan sözleşme koşullarını haliyle reddediyorlar.

Krizlerin kıskacında bir meslek: Çevirmenlik
Fotoğraf: Unsplash

Elif Okan Gezmiş

Yaratıcı ve besleyici bir zihinsel emek türü olan çeviriyi ne yazık ki hâlâ bu boyutlarıyla değil, nasıl sömürüldüğü üzerinden konuşmak zorundayız. Giderek vahşileşen sermaye, tüm emekçiler gibi çevirmenleri de her geçen gün daha fazla sömürüyor, öngörülen ücretler çevirmenleri asgari ücretin de altında bir gelire ve güvencesiz bir yaşama mahkûm ediyor. Çeviri eserlere talep artarken, mevcut çevirmenler tükenip mesleği bırakıyor; yeni çevirmenlerse daha da ağır sömürü şartlarıyla mesleğe başlıyorlar. Çevirmenlerin insanca yaşama ve çalışma hakkı, okur ve izleyicilerinse nitelikli ürünlere erişme hakkı böylelikle gasp ediliyor.


Mevcut tablonun ortaya çıkmasında pay sahibi olan her unsuru tek tek tartışabilmek bu makalenin sınırları dahilinde mümkün değil. Bu nedenle, en can yakıcı sorunlardan birinden, öğrenci ve yeni mezunların kitap veya altyazı/seslendirme çevirmenliğinde ucuz emek deposu olarak görülmesinden bahsedeceğiz. Bu sayede, sık sık şikâyet edilen çeviri kalitesizliğinin nasıl ortaya çıktığının da daha net görüleceğini umuyoruz.

Herhangi bir alanda çeviri faaliyeti yürütebilmenin ilk koşulu, kaynak ve hedef dile hâkimiyettir: Bir çevirmenin öncelikle en az bir yabancı dili bir de ana dilini (veya duruma göre, ikinci bir yabancı dili) incelikleriyle bilmesi gerekir. Ülkemizde yabancı dilin büyük oranda üniversitede öğreniliyor olması, üniversite öğrencileri ve yeni mezunları çevirmen ihtiyacı olan kurumların gözünde, ne yazık ki, bereketli bir tarlaya dönüştürüyor. Çevirmenliği halihazırda profesyonel olarak yapan, çevirinin diller arası aktarımdan çok daha fazlası olduğunu bilen, haklarını çoğunlukla da acı tecrübelerle öğrenmiş çevirmenler, kurumların önlerine koyduğu, yasal olsa da vicdana sığmayan sözleşme koşullarını haliyle reddediyorlar. İşin acı yanı, bir kitabın çevirisinin birkaç ay sürdüğü düşünüldüğünde, Çevirmenler Meslek Birliği (Çevbir) olarak öngördüğümüz asgari telif oranı. Üstelik, bu ücrete sosyal güvence dahil değil. Dolayısıyla, mevcut asgari koşullar bile salt kitap çevirmenliğiyle geçinen birinin açlık sınırının altında yaşaması anlamı taşırken, çevirmenin emeğinin bu kadar bile etmemesi gerektiğini düşünen kurumlar, rotayı üniversitelere çeviriyor.

Ülkemizde üniversitelerin ve üniversite öğrencilerinin durumunu anlatmaya herhalde gerek yoktur: Çoğu yoksul ve yoksullaşmış ailelerin çocukları olan, ailenin kıt kanaat desteğiyle iyi kötü bir diploma edinip iş hayatına, şanslılarsa asgari ücretle, atılabilmeyi uman, gelecek kaygısı taşıyan üniversite öğrencileri ve iş bulmakta zorlanan yeni mezunlar için okulda öğrendikleri yabancı dili nakit paraya dönüştürebilme fırsatını tepmek akıllıca değil kuşkusuz. Kitap çevirmenliği veya altyazı/seslendirme çevirmenliği gibi prestijli bir uğraş edinip boş vakitlerde bilgisayar başına oturup çeviri yapmak, bu sayede bir öğrenci veya işsiz bir yeni mezun için hiç yoktan iyi denebilecek bir para kazanarak ailenin üstünden biraz yük almak elbette cazip bir seçenek. Haliyle, sözleşmeler okuma gereği bile duyulmadan imzalanıyor. Böylelikle yeni çevirmenler, emeklerini üç kuruşluk tek ödemeler karşılığında neredeyse hibe ederek dahil oluyorlar aramıza. Tecrübesiz olduğunuz bir alanda, nakit para ihtiyacının baskısıyla mümkün mertebe kısa sürede tamamlamaya çalışacağınız bir işin ne denli nitelikli olabileceği ise ayrı bir mesele: Taze çevirmenlerin çoğu, ellerinden geleni yapsalar da, çeviri gibi yoğun bir çalışma gerektiren ve aslında yıllar içinde öğrenilen bir işin hakkını bu koşullarda genelde veremiyorlar; verseler dahi karşılığında aldıkları ödeme bu emeğin ederinin yakınından dahi geçmiyor. Bu da telifli eser çevirmenliğinin, yabancı dil bilen insanların paraya sıkıştıkları dönemlerde geçici olarak yapabileceği, akmasa da damlatan bir tür ek gelir seçeneğine dönüşmesi demek.

Halbuki çevirmene verilecek para yok değil, var, ama emekçinin hakkı emekçiye gitmiyor. Geriye bir film/dizi zevkiniz kaldığı için bütçe ayırıp üye olduğunuz platformlar, örneğin, altyazı/seslendirme çevirileri için taşeronlara dakika başına 10,5 dolar gibi ücretler ödeyebiliyorlar. Buradaki akıl almaz uygulamaya dikkat çekmek istiyoruz: Bu para, bir filmin altyazısının çevrilmesi için ödeniyor. O filmin altyazısını, bir çevirmen, tek başına oturup çeviriyor. Dolayısıyla bu paranın öncelikli muhatabı, çevirmen olmalı; tıpkı, eve gelen ustaya yaptığı iş karşılığında doğrudan ödediğiniz para gibi. Oysa bazı taşeron firmaların çevirmene bu 10,5 dolar içinden yalnızca 5-10 lira verdiğini duyuyoruz. Kalanı, parayı bir yerden alıp başka bir yere verme haricinde bir emek ortaya koymayan aracının. Ve bu şekilde çalışan kurumlar, çeviri bütçesinden çevirmene olabildiğince az pay verme umuduyla düşük ücretle çalıştırabilecekleri kesimlere, yani öğrencilere ve genç işsizlere yöneliyorlar.

Kısacası, yoksulu yoksullaştırdıkça daha da vahşice sömüren sistemin çarkları biz çevirmenleri de öğütüyor. Mesleğinde bir yerlere gelebildiği için sözünü iyi kötü geçirebilen çevirmenler, emeklerinin hakkını görece veren bir avuç kurumla çalışarak piyasanın kalanındaki vahim uygulamalara direnmeye çaba gösterse de, artan üniversite mezunu sayısı ve işsizlik, bu direniş hattını zorluyor. Çevirmenlik hiçbir zaman maddi refah vadeden bir meslek değildi belki ama gelinen aşamada pek çoğumuz için barınma, gıda gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak başka bir mesainin yanında, akşamları uykumuzdan ve hafta sonları sevdiklerimizden çalarak büyük oranda manevi saiklerle sürdürdüğümüz bir uğraşa dönüşmekte. Buna bir de yapay zekâ teknolojilerindeki ilerlemelerle makine çevirisinin nispeten kabul edilebilir ama dilde tekdüzeliği körükleyen ürünler ortaya koymaya başlaması eklenince, ileride eserlerin makineye çevirtilip öğrencilere yok paralara düzelttirileceği bir düzenin kurulması ihtimali giderek güçleniyor. Sermayenin hayallerini süsleyen bu geleceğin çevirmenlik mesleğini ortadan kaldıracak olması bir yana, bu tür bir işleyişin çeviri eserleri ne hale getireceğini, kültür-sanat ve dolayısıyla zihin dünyamızı ne denli fakirleştirebileceğini düşünmek dahi ürkütücü.

Oysa devletin kültür işlerini doğrudan desteklediği, çevirmenlerin özlük haklarının güvenceye alındığı, emeklerinin makûl bir karşılık bulduğu bir sistem inşa etmek zor değil. Bunu başarabilirsek, üniversitelerdeki nitelikli gençlerin bu mesleğe mecbur oldukları için değil istedikleri için yönelmesini; yeni çevirmenlerin yetişmesini; farklı çeviri alanlarında uzmanlaşmanın önünün açılmasını sağlayabilir, gerek kitap çevirilerinde gerekse altyazı/seslendirme çevirilerinde kalitenin çıtasını daha yukarılara taşıyabiliriz. Ancak tüm bunlar için önce bir araya gelmemiz gerekiyor. Çevirmenler Meslek Birliği, bu mesleğin sömürüye mecbur olmadığına inanan 500’ün üzerinde üyesiyle 16 yıldır bu uğurda mücadele ediyor. Başta yeni meslektaşlarımız olmak üzere tüm telifli eser çevirmenlerini bize katılmaya davet ediyoruz.