Google Play Store
App Store

Ölüm herkesi eşitler” derler!’’ Kim bilir neler yapılarak öldürülen ve bir çuvaldaki minik bedeni 19 gün sonra “deforme olmuş” olarak bulunan Narin’le, İsrail askerlerinin başından vurarak katlettiği Ayşenur eşitlendi mi şimdi?

Narin’in kendisini diğer insanlardan ayıracak kadar zamanı olamadı hayatta, Ayşenur ise kendini herkesten kalın bir çizgiyle ayıracak kadar yaşadı!

Nazilerin toplama kampına gönderdiği trenden hayata son bakışında fotoğraflanan ve 1994 yılına kadar adı bilinmeden “Başörtülü kız” olarak anılan Roman-Sinti Hollandalı Settela Steinbach da, günlüklerinden adını hepimizin bildiği vatandaşı Yahudi Anne Frank’la aynı gazla öldürüldüklerinde de eşitlendiler mi?

Ölümün herkesi eşitlemesi, doğru kabul ederseniz, ölenler için geçerlidir. Küçük bir ayrıntı saymazsanız eğer, o ölümler karşısındaki tavırla da biz geride kalanlar ayrılırız birbirimizden.

ABD’nin Afganistan’da öldürdükleri, ölü canlar olarak eşitlendi belki, ama tutuklanma pahasına ölümlerin hangi insanlık suçlarının sonucu olduğunu açıklayan Avustralyalı Binbaşı David McBride, tüm diğer suskun suçlulardan ayırdı kendini.

Narin’in katledilişinde misal; utanç verici suskunlukları ile en yakınındakiler ve memleketin dört bir yanında “Narin için adalet” diye haykıranlar kalın bir çizgiyle ayrıldılar birbirinden.

Tıpkı “Başörtülü kız” ve Anne Frank trenlere doldurulup gaz odalarına gönderilirken susanlarla, onlarla birlikte gönderilmeyi de göze alarak Nazilere direnenlerin birbirlerinden ayrıldıkları gibi.

Tıpkı İsrail’de ve dünyanın dört bir yanında Narin yaşındaki Filistinli çocukların, Ayşenur yaşındaki ablalarının, dedelerin, ninelerin, babaların, annelerin vahşice katledilmesine karşı sokaklara çıkanlarla, öylece seyredenler ve hatta destek olanların ayrıldıkları gibi.

2024’te İsrail mermileriyle katledilen Ayşenur ile 2003’te İsrail buldozeri tarafından ezilerek öldürülen Rachel Corrie belki eşitlendiler, iki ölü olarak, peki onların ölümleri karşısındaki bizler eşit miyiz?

Küçük bir ayrıntıFrankfurt Kitap Fuarı’nda ödül aldığı halde konuşturulmayan Filistinli yazar Adania Shibli’nin; 1949’da, Necef Çölü’nde, bir grup bedeviyi öldüren İsrail askerlerinin aralarında bulunan Filistinli bir kızı esir alıp tecavüz etmeleri ve kuma gömmeleriyle başlayan romanı. Romanın sonunda, tarihteki bu “küçük ayrıntı”nın peşine düşen genç kadının başına gelen, şimdi bütün bu yaşananlarla birleşince, insanın Kafka’nın karamsarlığına düşmesi işten değil: “Umut var. Sınırsız denecek kadar çok umut var. Ama bizim için değil!

Narin ilk çocuğumuz değil ki böyle katledilen. Kaçımız isyan ettik bu ölümler karşısında, kaçımız örgütlenip karşı çıktık kötülüğe? Kaç Ayşenur var, ölümüne karşısına dikilen kötülüğün?

İsrail’den sonra en fazla Yahudi’nin yaşadığı ABD’de, Yahudilerin İsrail’e karşı en güçlü eylemlerine tanık oluyoruz. Anketlere göre her 10 Amerikalıdan 6’sı İsrail’e silah gönderilmesine karşı. Amerikan kamuoyu -ki dünya kamuoyu da aynı- böyle iken, “siyaset sınıfı” gönderdikleri silahlarla Filistinlilerin katledilmesine desteğe devam ediyor.

Amerikan “demokrasisi” vatandaşların oylarıyla değil, güç odaklarının akıttığı dolarlarla yaşıyor! Son iki seçime 41 milyon dolar akıtan güçlü Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) lobisi İsrail’i eleştirme cesareti gösteren ilericileri resmen ezdi.

Yine de durmamız gereken yer Kafka’nın “Ama bizim için değil!” karamsarlığı değil. Umut var, hem de çok.

Umut İsrail’e "Dur" demek için Filistin’e giden Ayşenur’da. Umut ABD’de ve İsrail’de sokakları dolduran yüzbinlerde. Umut Narin için adalet isteyerek sokaklara çıkanlarda…

Umut var. Hem de sınırsız denecek kadar çok. Haydi, küçük bir ayrıntı olsun, ama iş o umudu örgütlemekte!