Kültür savaşını yitiriyor muyuz?
Yasaklar, kitap toplatmalar sürüyor. Yaratılan korku iklimi ağır saldırı altındaki yazarı, tarihçiyi, edebiyat ve sanatı da etkiliyor. Oto-sansür yaygınlaşmıştır. Ama günümüzün en ağır saldırısı varolan, ayakta kalmaya çabalayan yayın dünyasına neoliberal ekonomi politikasının kaçınılmaz sonucu olarak gelişen saldırıdır.
Şimşek kılığında ekonomik krizi, bunalımı yönetmeyi üstlenen neoliberal IMF politikasının temel amaçlarından birisi yoksulluğu yaygınlaştırarak tüketimi kısmak, böylece hem sisteme zarar verecek boyutlara tırmanmış enflasyonu dizginlemek hem de çalışan kesimlerden üst gelir grubuna, sistemin özüne uygun olarak gerekli transferi yapabilmektir. Aslında Kemal Derviş’le birlikte resmî politika haline gelen farklı varyasyonları olmakla birlikte özde hiç değişmeyen politika şimdi Şimşek eliyle uygulanmaktadır. Paylaşma kavgaları, beceriksizliklerin yanı sıra 2008’de küresel çapta etkisini gösteren ekonomik kriz Türkiye’nin kırılgan ekonomisini etkiledi. 2010’da ise yükselen dövizlerle birlikte enflasyon da TÜİK ne kadar gizlerse gizlesin hızla yükseldi. Enflasyondaki yükseliş sistemi tehdit edecek boyutlara ulaşınca Derviş’in kopyası olan Şimşek göreve çağrıldı.
***
Geçen 22 yıllık sürede uygulanan ekonomi politikası ile birlikte ve paralel “muhafazakâr bir kültür hegemonyası” kurulamadığı söylemi mağduriyet edebiyatının bir parçası olarak iktidar sözcüleri tarafından sık sık dile getirildi. Doğru değildir; sınıf gerçeğini bulandıracağı için dikkatli kullanılması gereken bir kavram olarak “hegemonya” büyük ölçüde kurulmuş, akılla mücadele eden, kör bir cesaretle kendini gösteren şeriatçı kesimler, farklı özneler, aktörler yeryüzüne çıkmış, etkisini hissettirir hale gelmiştir. 2002’de iktidara gelen parti liberal yazarların aymazlık ya da ihaneti ile toplumsal meşruiyet kazanmış. Ama kısa bir süre içinde gerçek kimliği ortaya çıkmış, takiye sona ermiş, “muhafazakâr ama demokrat” tanımı işe yaramaz hale gelmiştir. İmam hatiplerin yaygınlaştırılması, din derslerinin zorunlu hale getirilmesi, tarikatların eğitimde söz sahibi olmalarının yolunun açılması, son olarak cumhuriyet kazanımlarını yok etmeyi amaçlayan müfredatın onaylanması ile birlikte yeni bir aşamaya geçilmiş oldu. Aydınlanma ile ilişkisini çoktan koparmış, gelişmeleri ıslık çalarak, gökyüzüne bakarak sessizce izleyen pragmatik sermayenin desteğini almakta güçlük çekmeyen “muhafazakâr kültürel hegemonya” son dönemeci de geçmiş oldu.
***
Kitap Kıyımının Evrensel Tarihi adlı eserinde Venezuela’lı yazar Fernando Baez’in dediği gibi “Kültürel hegemonya olmadan ne dinsel, ne politik, ne de askeri hegemonya kurulabilir” (Can Yayınları, çev. Tolga Esmer, s. 31). Cumhuriyet kültürü ile savaşan, tarihin derinliklerinden günümüze aktarılmaya çalışılan ilkel “yeni” ideoloji öncelikle değiştirmek istediği kimlikle uğraşacak, onu silmeye yerine kendi kültürel motifleri geçirmeye çabalayacak, sonunda tarihteki bilgiler, geçmişi yeniden kurgulayarak silinecektir. Kimlik değişimi için geçmişin anılarının istatistiki ya da sosyolojik bilginin edebiyatın, sanatın, tüm diğer kültür alanlarında silinmesi gerekecektir. Kimi zaman eski bilginin yazının üstüne yenisini yazma yöntemiyle çağdaş eski, Ortadoğu’da egemen arkaik “yeninin” içinde görünmez hale gelecektir. Baskı kurmanın en önemli aracı ise kitabı, yazılı, sözlü, görsel araçları değiştirmek ya da piyasadan kovmaktır.
***
Fernando Baez kitapların bu süreçteki rolünü incelediği eserinde şöyle yazıyor: “Kitaplar… fiziksel nesne olarak değil, anılara bağlantı sağladıkları, yani bir kişinin veya toplumun kimlik eksenlerinden biri olduğu için yok edilir. Anı olmazsa kimlik de olmaz. Ne olduğumuzu anımsamazsak ne olduğumuzu bilemeyiz. Yüzyıllar boyunca bir grubun veya bir ulusun bir başka ulusu egemenliği altına almak istediğinde yaptığı ilk şeyin onun kimliğini yeniden belirlemek için belleğindeki izleri silmek olduğunu gördük” (A.g.e., s. 27). Şimdi bizim yaşadığımız da budur. Yüz yılda iyi, kötü, eksik, aksak yerleşmiş olan cumhuriyetçi kimlik hurafeye teslim olmak üzeredir. Kapıları evrim teorisine kapatan, hurafeye ardına kadar açan ve ülkeyi tarikatlara teslim eden askerî darbeler, bu nedenle hep kitaba saldırdılar. Bu nedenle kitaplar kültürel hegemonya savaşının da ilk kurbanı oldular. 12 Mart ve 12 Eylül’ün baş düşmanı kitaplardı. Onlar hem “fiziksel nesne” olarak ama aynı zamanda önceki dönemin izlerini silmek için ideolojik düşman ilan edildiler.
***
Yasaklar, kitap toplatmalar sürüyor. Yaratılan korku iklimi ağır saldırı altındaki yazarı, tarihçiyi, edebiyat ve sanatı da etkiliyor. Oto-sansür yaygınlaşmıştır. Ama günümüzün en ağır saldırısı varolan, ayakta kalmaya çabalayan yayın dünyasına neoliberal ekonomi politikasının kaçınılmaz sonucu olarak gelişen saldırıdır. Yayıncılık zor bir dönemin ağır sıkıntılarını yaşıyor. Yayınevleri enflasyon nedeniyle artan fiyatlar ve doğal olarak düşen kitap satışları nedeniyle artık neredeyse hiç telif ödeyemez hale geldiler. Yazdıklarını kamuoyuna, halka sunmak isteyen yazarlar yayınevi bulamıyor; pek çoğu yayın masraflarını kendi cebinden ödeyerek var olmaya çalışıyor. Yayıncılar yerli yazarlar yerine çeviriye ya da telifi zaman aşımına uğramış eserlere yöneliyorlar. Dergiler kapanıyor. İnternet medyası içinde kendilerine yer arayan ama herhangi bir gelire kaynaklık edemediği için yazarların iyi kötü bir gelir elde etmeleri de mümkün olmuyor. Yayınevlerinde çalışanlar da asgari ya da altında ücretle çalışmak zorunda kalıyorlar. Sonuçta hegemonya peşindeki “yeni” kültür yayın dünyasına egemen olurken, yayınevleri yeni düzenle kapışmayı göze alamıyor; yayın dünyasını sarmış ayrıkotlarıyla doğrudan mücadele edebilecek eserleri terk ediyorlar. Edebiyat dünyasında yalnızca ilkel yayınlar değil, kendilerini demokrat, solcu, cumhuriyetçi olarak tanımlayan yazarlar da postmodernizmin kolaycı, konformist baskısı altında bir tür kaçış edebiyatına sığınıyorlar. Az sayıda gazete ve TV kanalının zorluklar içinde yayına devam etme çabası ise geri çekilişin fotoğrafıdır.
***
Peki, ne olacak? Kurtuluşun, Kuruluşun izlerini daha başlangıçta sona erdirmek için elinden geleni yapmış geriliğin hegemonyası kabul edilecek, geri çekiliş sürecek mi? Tarih geri dönmez, eskinin egemenliğini yeniden kurması mümkün değildir türünden işe yaramaz, gerçekle ilgisi olmayan tesellilerle avunacak mıyız? Yoksa karşımızdaki hasmın kim olduğunu bilen, bu bilginin açık seçik bilinciyle kapitalizmi hedefe yerleştiren, geriliğin hegemonyasına karşı her alanda şiirde, romanda, hikâyede, araştırmada, tüm alanlarda bir kültür savaşına girecek miyiz?
Savaşmazsanız tarih geri döner; kültür alanına sıkıca yerleşen gerilik öyle kimilerinin umduğu ve söylediği gibi yasayla, kararnamelerle kolayca alt edilemez. Ne yapalım öyleyse? Örnekleri tüm dünyada ve kendi tarihimizde vardır, unutmuş olamayız. Akla düşman hurafenin arkasında gizlenen düşmanı, kapitalizmi sınıf gerçeğini görebilirsek, laikliği savunmanın önemini kavrayabilirsek, çıkış yolunu da buluruz.