İktidardakiler, tüm yasaklara, sansürlere, tehditlere rağmen sanatın kendi yolunu izleyip yatağını bulmasını engelleyemedikleri, boş, “kültürel hegemonyanız da bitecek,” tehdidinden başka bir şey üretemedikleri için bu kadar kızgınlar.

Kültürel hegemonya bitecek mi?
Merve Dizdar

Doğuş SARPKAYA

Merve Dizdar’ın tam da cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunun öncesinde Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülü alması ve ardından yaptığı konuşma iktidar cenahında büyük bir öfke yarattı. Sosyal medyada trollerin bu hıncı linç kampanyasına dönüştürmeye çalıştıklarına da şahit olduk. Konuşmasında “bu ödülü kendisine layık görülenlere boyun eğmeyip eyleme geçen, bu uğurda her şeyi göze alan, ne olursa olsun umut etmekten vazgeçmeyen kız kardeşlerim ve Türkiye’de hak ettiği güzel günleri yaşamayı bekleyen tüm mücadeleci ruhlara armağan ediyorum” diyen birine Fahrettin Altun’un 2018’de yazdığı “siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek,” cümleleriyle yanıt verilmeye çalışılması ise asıl sorunun kaynağını gösteriyordu. 

İçerik

Dizdar’ın konuşmasının bunca tepkiyle karşılanmasının en önemli sebebi, egemenlerin yeni bir seçim zaferi elde etmişken, aslında bu zaferin eksikliğini fark etmeleriydi. Kültürel hegemonyayı bir türlü tesis edememek, bu yüzden ben-öteki söylemiyle düşman yaratarak iktidarını korumak, ülkenin sadece yarıya yakınının rızasını almak ülkeyi yönetenler tarafından büyük bir sorun olarak görülmeye devam ediyor. 

Sansür, yasaklama normalleşiyor

Bu problemi çözmek için yapılanlar ise kültürel hegemonyayı neden ele geçiremediklerinin ispatı gibi. Kazanılan bir başarıdan sonra linç örgütlemenin dışında, sansür, kitap, festival, konser yasaklama, tehdit gibi icraatlarla rıza tesis edebilmenin mümkün olmadığını bir türlü anlamıyor iktidardakiler. Sadece 2023 yılında yayıncılık sektöründe yaşananlar bile baskı politikalarının vahametini gösterir nitelikte. Geçtiğimiz aylarda Jeanette Winterson’ın ‘Vişnenin Cinsiyeti’, Ahmet Ümit’in ‘Başkomser Nevzat Tapınak Fahişeleri’ adlı kitapları Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından “muzır neşriyat’ ilan edildi. Yazar Murat Kahraman’ın iki kitabı için 2023 Ocak ayında toplatılmak üzere harekete geçildi. Kitaplardan biri 2004 yılında yayımlanan ‘Çığlık’, diğeri 2019’da yayımlanan ‘Bitmeyen Veda’ydı. 2023 Mart ayında ise Yavuz Ekinci’nin ‘Rüyası Bölünenler’ adlı kitabına Terörle Mücadele Kanunu uyarınca basım, dağıtım ve satış yasağı getirilerek tüm nüshalarına el konulmasına karar verildi.

Bu noktada iktidarın sanat, yaşam tarzı ve estetik beğeni konusunda sunduğu alternatiflerin toplumda karşılığını bulmadığını, bu tepkisizlik karşısında hıncının arttığını söyleyebiliriz. Bu da bir tarafıyla kültürel hegemonya mücadelesinde galip geldiğimiz yanılgısına kapı aralayabilir. Oysa niteliksizleşme, piyasalaşma kıskacına doğru itildiğimiz bu dönemde böyle bir psikolojik üstünlüğü hissetmediğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz.  

Vasatta eşitlenme tehlikesi

Gerçek şu ki post modernizmin etkili olmaya başladığı 1960’lardan bu yana tüm dünyada egemenler kültürel ürünü vasatta eşitlemek için ellerinden geleni yaptılar. Öncelikle özgün bir şey yaratmanın imkânsızlığına vurgu yapılıp, esinlenme adı altında aşırmacılık ve taklitçilik normalleştirilmeye başlandı. Ardından büyük anlatıların ortadan kalktığı fikrine paralel olarak başyapıtların yazılmasının imkânsızlığından bahsedilmeye başlandı. Genelde edebiyat özelde ise romanın altın çağını 19. yüzyılda yaşadığını ama şimdi gerileme döneminde olduğunu kabul eden garip bir elitizm geçer akçe olma yolunda ilerledi bir süre. 

Buna ek olarak 1980’lerden sonra yaşanan piyasalaşmanın da kültür alanında bir çölleşme yaratacağı endişesi sıklıkla dillendirildi. Yayınevlerinin giderek sistemle bütünleşmesi, bağımsız yayın organlarının yaşam olanaklarının sınırlanması, yazarların da elini kolunu bağlamaya başlamıştı. Artık pazarın ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik metinler üretiliyor, görünür olmanın yolu tüketime yönelik okuyucu beklentilerini karşılamaktan geçiyordu. Uzun cümlelerden kaçınılması, deneysel ve marjinal biçimlerden uzaklaşma, kolay okunurluğun ve akıcılığın her türlü sanatsal tasarımın önüne geçmesi, edebi içeriği ve biçimi tek tipleşmeye yöneltmişti. Son yıllarda birbirine benzeyen kitapların sayısındaki artış bu durumu destekliyor.

Böyle bir baskı da ister istemez ortalama bir okuru varsayarak işe başlıyor. Ortalama okurun ilgi çekici ve popüler konuları talep ettiği öne sürülebiliyor. Sanatçının böyle bir okura yönelmesi çoğunlukla edebi niteliği göz ardı etmesi sonucunu doğruyor. Bu da vasatlıkta eşitlenme yoluyla nitelikli eserin dışlandığı bir sisteme kapı aralıyor. 

Umut her zaman var

Egemenler, bu olumsuz tabloya rağmen, nitelikli eserler yazılmaya, üretilmeye devam ettikçe kültürel hegemonyayı kuramayacaklarının farkındalar. Sanat üzerine kafa yoranların kötümserliğinin, somut gerçeği yansıtmadığını da söyleyebiliriz. Mesela tüm dünyada roman sanatının kendi sınırlarına ulaştığını iddia edenlere karşı kâh yeni biçimler deneyerek kâh eski biçimlerde yazıp anlatılmamış konulara yönelen, bu yolla edebiyatı yücelten eserler kaleme alan yazarları okumaya devam ediyoruz. Albert Camus’nün ünlü “edebiyat olan yerde umut vardır” cümlesini haklı çıkaracak bir sürü isim saymamız, çağdaşımız olup, ileriki kuşaklarda da okunacak eserler kaleme alan pek çok yazardan bahsetmemiz mümkün: José Saramago, J. M. Coetzee, Arundhati Roy, Javier Marías, Ngũgĩ wa Thiong’o, Evilio Rosero, Olga Tokarczuk, Alejandro Zambra, Tom McCarthy, Elena Ferrante... liste uzayıp gider. Sadece dünyada değil Türkiye’de de nitelikli eserler okurlarla buluşuyor. Çağdaşımız olan pek çok yazar üretimleriyle bir umudu büyütüyorlar. İsim saymaya başlayınca unuttuklarıma mahcup olacağım için bir liste yapmaktan kaçınacağım ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim: hem biçim hem içerik olarak nitelikli eserler üretilmeye devam ediyor ve devam edecek. 

İktidardakilerin seçimi kazanmasına rağmen öfkelenmelerinin nedeni bu. Tüm yasaklara, sansürlere, tehditlere rağmen sanatın kendi yolunu izleyip yatağını bulmasını engelleyemedikleri, boş, “kültürel hegemonyanız da bitecek,” tehdidinden başka bir şey üretemedikleri için bu kadar kızgınlar. Öte yandan yönetenlerin öfkesini çekeceğini bile bile insanlığın evrensel değerlerinden yana tavır almış sanatçıların hem çağın ideolojik etkilerinden hem de piyasalaşma tehdidinden sakınması gerekiyor. Tam da bu yüzden inadına üretme, nitelikli olanı sonuna kadar savunma görevi önlerinde duruyor.