Google Play Store
App Store

Bugün 18-19 yaşındaki gençler kendi Duman’larını, mor ve ötesi’lerini çıkaramadıkları, olanı da dinlemeye imkân bulamadıkları için bugün ne “biberine gazına”, ne “gözünün yaşına bakamam” diyebilen bir kuşak yetişmiyor.

Kültürün krizle savaşı

Recep Yılmaz -  Yönetmen, Müzisyen

Yaz ayları müzisyenlerin en çok konser yaptığı, her şehirde farklı festivallerin sonu gelmeyen sanatçı listelerinin takvimi doldurduğu dönemdir. Ancak bu yaz, hayatın her alanını vuran yokluk müzik ve eğlence sektörünü de etkisi altına almış durumda. Konser ve festival sayıları değil, konser imkânı bulabilen sanatçılar da geçen yıllara göre çok daha az. Mekânlar çok daha az akşamlarını konserlerle doldurabiliyor, belli bir bilinirlik sınırının altında kalan gruplar sahne imkânı bulamıyor. Konser izleyicisi de bu kısırlık içerisinde, sınırlı sayıda ve belli sanatçıların bilet fiyatlarını karşılayamadıkları için daha az konsere gidebiliyor.

Kriz ikliminin en çok etkilediği alan tabii ki de kültür sanat ve haliyle müzik sektörü, enflasyonun önlenemez yükselişi ile büyük bir maddi ve yapısal çıkmaza girdi. Mekânların batmamak için müzik programlarını kâr amacı ile yapmaları, dinleyicilerin ceplerini devletin vergilerle boşaltmasından dolayı konser dinleyememeleri, müzisyenlerin bu girdap içerisinde müziklerini satmaya çabalamaları…

Dijital platformlar ve “baba” yapım şirketlerinin ele geçirdiği bir piyasada müzisyenlerin üretimlerini dinlettirme çabası için ellerindeki tek imkân konserler. Ancak mekânların ayakta kalmak için kâr amacı güden programlar yapması ile bu kapı da suratlarına kapanmış oluyor. İstanbullu bir grubun Ankara’da konser vermesinin maliyeti geçen seneden günümüze 3-4 katı artması, mekânların bunu tercih etmemesi için geçerli sebepleri olarak önümüze çıkıyor.

Elimizde kalan bu “garanti” konserlerin ise dinleyici tarafına yansıyan başka bir sorunu ortaya çıkıyor. Bugün popüler bir sanatçı ya da grubun konser biletleri en ucuz 1.000 lira bandından başlıyor. Bu koşullarda dinleyici aşırı seçici davranarak konserlere gitmek zorunda kalıyor. Bunun en temel yansıması ise sosyal olarak konserlerin artık etkinlik alanları dışında kalmaya başlaması ve sayıların gitgide azalması oluyor. Kriz günlerinde insanların cebindeki olmayan paraya göz diken devlet sosyal bir hayatın oluşmasını da yine vergilerle engelleme yoluna gidiyor.

Yine devletin kültür yolu festivali vs gibi etkinlikleri ise sadece geçici süreli göz boyamaya ve konser yapılmasının yine devlet eliyle zorlaştırılmış olduğu bölgelerde devletin halka ücretsiz konser yapıyor propagandası olarak karşımıza çıkıyor. Bunun sürdürülebilir olmayan bir formül ve salt propaganda aracı olduğu gerçeği ise maalesef hayatta kalma mücadelesi veren sanatçılar ve konser dinlemek isteyen, sosyalleşmek isteyen dinleyicilerin pek dillendirmek istemediği bir çıkmaz halinde karşımızda duruyor.

Sonuca doğru gidecek olursak ise bekleyen daha sert durumlar olduğu aşikâr, sürekli konser varmış algısı ile yapılan PR çalışmaları ve aslında toplumda azınlık bir kesimin katılabildiği konserler ve aslında son 10 senenin en az konser yapılan yaz dönemi olarak bir ikilem kocaman bir buzdağı gibi durmasına rağmen kimse bunu dillendirmek de farkındalığını oluşturmak istemiyor gibi bir durum söz konusu olarak duruyor.

Yaz dönemi festival dönemi olmasına rağmen maliyetlerin akıl almaz derecede yükselmesi ile alkol firmalarının sponsorluk verirken artık hesap kitabı daha detaylı yapmak zorunda olması, organizatörlerin böyle bir kriz ortamında “batmayı” göze alamaması ve tabii ki çoğu bölgede son dakikada yapılan yasaklamalar ile festivallerin sayısında ciddi oranda bir düşüş oldu. Bundan ayrı olarak ise yapılan festivallerde yine en masrafsız ve en garanti bilet satışlı müzisyenlere yönelinmesi yine biz hayatta kalmak isteyen müzisyenlerin bu habitatın dışına itilmesine sebep oluyor.

Gençlik açısından ise dilediği gibi konserlere gidemeyen, bunu kanıksamak zorunda kalmış bir toplum var. İstediği konsere gidemeyen, attığı adım için para hesabı yapmak zorunda kalan, alkol tüketmek yerine espresso lab’lara mahkûm edilmiş bir yeni kuşak yaratılıyor.

Müziğe yönelip genç sanatçılar olarak üretmek istediklerinde ise maliyetlerle beraber sektör onları adeta buruşturup bir kenara atıyor. Ufak örneklerle bunun tersi durumlar yaşanmaya çalışsa da yankı duvarları içerisinde kalmaktan dolayı sanki genel olarak durumlar o kadar da kötü değilmiş gibi bir algı yaratılıyor ve “idare edelim”cilik karşımıza çıkıyor.

Bu ekonomik durumun da uzun süre düzelmeyeceği belli. AKP’nin maliye bakanı vergilerin daha fazla tabana yayılmasından bahsettikçe, en basit sanatsal üretim, serbest zaman aktivitesi, sosyalleşme biçimi devasa bir lüks hale geliyor. Devasa şirketler elinin tersiyle vergi silerken; sanatçılar, gençler, mekânlar daha fazla kemer sıkmak zorunda kalıyor.

Sona gelirken içinde bulunduğumuz durumu şöyle özetleyebiliriz:

■ Krizden dolayı artan maliyetlerin yarattığı durumdan canlı konser mekânlarının ayakta kalma mücadelesi, yeni sanatçıların ya da büyük satışlar yapamayan müzisyenlerin dinleyicileri ile buluşma imkânını dışarıda bırakıyor.

■ Kâr amacı güdülerek yapılan konserlerde sadece “iyisatan” müzisyenlerin konser yapabilmesi ama bilet fiyatlarının öğrenciler ve maddi durumu “zengin” olmayan yurttaşlar için fazlasıyla pahalı hale gelmesiyle, ayda bir belki iki ayda bir konsere gidebilmenin bile lükse dönmesi, sosyal hayatında konser bilinci oluşamayan yeni bir neslin AKP kahvecilerinde bunları gayet kanıksamış halde oturup kahve içip “kanzicilik” oynadığı bir toplum yaratıyor.

Sürecin detaylı bir analizi için bu yazı yetmeyecektir, ancak krizin kültür sanata hatta sadece müzik sektörüne olan etkisinin yarattığı toplumsal sonuçlar, bu kadar basit bir özetlemeyle de anlatılabilir.

Kültür sanatın her toplumda geliştirici, iyileştirici bir gücü olduğu gerçeğini, aksini yaşayarak görüyoruz. AKP ve yancılarının ülkeyi getirdiği durum ve kültür sanat yoksunluğunun halkta, özellikle genç nesilde yarattığı tahribat suratımıza sert bir şekilde çarpmaya devam ediyor. Bugün 18-19 yaşındaki gençler kendi Duman’larını, mor ve ötesi’lerini çıkaramadıkları, olanı da dinlemeye imkân bulamadıkları için bugün ne “biberine gazına”, ne “gözünün yaşına bakamam” diyebilen bir kuşak yetişiyor.

Bu kültürel çöl, yalnızca daha fazla itaatkârlığı ve topluma düşmanlığı besliyor.