Madem hazine bu kadar zengin neden tarıma, çiftçiye, hayvancılığa destek olunmuyor? Bu kadar uçlarda, bıçak sırtında gezen bir ekonomi politikasının ya da politikasızlığın artçı sarsıntıları yarın ne şekilde olacak? İşte asıl derdimiz bu!

Kur düşünce açlıkla imtihan tarihi değişti mi: Çocuklar da dahil mi?

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi: İlke 4: ...... Çocuğun sağlık içinde büyüme ve gelişme hakkı vardır. Bu amaçla kendisine ve annesine, doğum öncesi ve sonrası özel bakım ve korunma sağlanır. Çocuğun yeterli beslenme, barınma, eğlenme ve sağlık hizmetlerine hakkı vardır.

Ülkem dövizle yatıp dövizle kalkıyor. Ne olacak bu durum diye sorana, dolarla mı maaş alıyorsun, yoksa vatan haini misin diye soruluyor. Yani sadece iki şık var! Dolar kuru bu satırlar yazılırken hızlı bir iniş yaptı. Sevindik ama aklımızda deli sorular. Madem düşürebiliyorduk, neden bu kadar bekledik? Dolar indi, zaten faiz konusunu da zaten bir türlü anlayamadık. Dövizden kurtulup, kurdaki kâr garantili, dövize endeksli hesaba geçiyoruz. Sadece üç ayın üzerindeki mevduatlar için. Türkiye insanının, genelde vadesiz ya da en fazla 40 günlük vade kullandığını söylüyor bankacılar. Çünkü o paraya her an ihtiyacı olabileceğini düşünüyor. Açıkçası daha tuzu kurular; hiç dokunmalarına gerek olmayacak bir miktarı bankada bekletebilecek olanlar bu garantiden yararlanabilecek. Bankalardaki mevduatın kabaca yüzde 6’sı ve bu grubun TL’ye geçerek kârdan edeceği zararı, tüm vatandaşlar birlikte garanti ediyoruz. Ne kadar iyi kalpliyiz! Hazine ödeyecek ya da Merkez Bankası, henüz tartışmalarda karar verilememişti ama sonuçta Türkiye çoğunluğu olarak, yine küçük bir azınlığı topluca desteklemeye devam edeceğiz. IBAN göndermelerinden bir farkı yok. Şimdi dövizi olmayanlar da dövizi takip edecek, çünkü zarar bizim vergilerimizle ödenecek. Kârından vazgeçemeyen adam için vergi ödeyeceğiz; eğitime, tarıma, sağlığa, sosyal güvenceye aktarılabilecek paralarla bu insanların paralarına para katacağız. Yarın bu Hazine yükü ne kadar olacak kimse söylemiyor. Bizim kesemizden bir “garanti” kara deliği daha.

Madem hazine bu kadar zengin neden tarıma, çiftçiye, hayvancılığa destek olunmuyor? Bu kadar uçlarda, bıçak sırtında gezen bir ekonomi politikanın ya da politikasızlığın artçı sarsıntıları yarın ne şekilde olacak? İşte asıl derdimiz bu! Marketlerdeki yangın ne kadar sürecek? 20 Aralık haberlerinde Kasım sonundaki yüzde 25 zamdan sonra bir kere daha yumurtaya yüzde 15 zam geldiği haberi veriliyor. En ucuz protein kaynağı! Bir yumurta kırıp yemek, öğrencinin en önemli yemeği!

Bu protein eksikliği ile biz daha uzun yıllar, uydumuzu gönderdi diye eloğullarına teşekkür eder, kur 13’e düştü diye (bir ay önce zaten 13’tü) halay çekmeye devam ederiz.

Enflasyon sebep, beslenemeyen bir ülke sonuç desem olur mu? Türkiye topraklarının yüzde 88’i içindeki organik madde bakımından yüzde 2 oranı ile fakir topraklar. Türkiye’nin yüzölçümünün yaklaşık yüzde 30,8 kadarı tarım arazisi. Ancak son on yılda yüzde 12 azaldı ve hızla azalmaya devam ediyor. Erozyon ile toprak kaybımız ise dünya ortalamasının iki katı. Toprağın yüzde 22,5’i yüksek, yüzde 50,9’u orta derecede çölleşme hassasiyetinde. Tarımın milli gelir içindeki payı yüzde 6,1. Sektörü yaşlı nesil ayakta tutuyor, hâlâ istihdamda olan yaşlı nüfusun (65 yaş üzeri) yüzde 65,5’i tarım sektöründe çalışıyor (WWF Türkiye-Doğal Hayatı Koruma Vakfı 2021). Gençler ilgi duymuyorlar. Çiftçi sayısı da artan girdi maliyetleri yüzünden sürekli düşüyor. TÜİK verilerine göre (bile) temmuz ayı itibarı ile girdi maliyetleri yılık bazda yüzde 29,38 arttı. En fazla artış ise yüzde 62,43 ile gübre ve toprak destek ürünlerinde.

Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu ve TÜİK kaynaklı bilgilere göre (tgdf.org.tr); 2021 yılının ilk sekiz ayında en çok ithal edilen gıda kalemi; soya, buğday ve ham ayçiçek yağı. Soya en çok hayvan yemlerinde kullanılıyor. Hayvan yemi kaleminde; dışarıdan soya fasulyesi, mısır dane ve arpa almışız. Bu kalemde dış ticaret dengesi, 3 milyon 250 bin küsur dolar açıkla (-) “eksi”de. 2014 yılından bu yana en yüksek değer. Soya ve mısırı bilmem ama arpalıkları kimlerin bitirdiğini az çok biliyoruz. Hayvancılık sektörümüz, hayvanını beslemek için dışa bağımlı. Canlı hayvan ticaretinde de dış ticaret dengemiz (-) “eksi”de. Sığır, koyun ve civciv alıyoruz. Bizde yeterince yokmuş! Un kaleminde de dış ticaret dengesi açık ara “eksi”de. Un alıyoruz dışarıdan! Yani etimiz, sütümüz, yoğurdumuz, tereyağımız ve ekmeğimiz dışa bağımlı hale gelmiş durumda. Ayçiçek yağına gelince; bitkisel yağ dış ticaret dengemiz de (-) “eksi”de, hem de açık ara farkla. Zeytin memleketi olmamıza rağmen bu yüksek fiyatlarla, sağlık açısından da en uygunu olan zeytinyağına tamamen geçebilen hane sayısı ne kadar acaba? Ayçiçek yağı hâlâ daha birçok mutfağın ana elemanı.

Yaş meyve, kuru meyve gibi ürünlerin ihracatında halen iyi durumdayız ama iç piyasada eski bolluk ve bereket yok. Bu yaz taze incir ucuzlasın diye beklerken mevsimi bitti yiyemedik. Kışın da kestane! Şekeri pahalı olurdu, şimdi kendisi de pahalı. Yazın iç ceviz alınabilen paraya bugün kabuklu ceviz satılıyor. Beyin için Omega 3 deyip somon balığı mı tercih edersiniz, ceviz mi diyorlar? Ceviz de iç piyasa da yetersiz ve ta Amerika’dan buralara gelen ceviz yerlisinden daha ucuz.

Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 3 bin 191 TL olarak hesaplanmış. Açlık sınırı hesaplaması çocuk ve yetişkinlerin temel gıdalarla minimum alması gereken kalori hesabına göre yapılıyor. Yani sadece ölmeyecek kadar bir şeyler yiyebilmeleri için gerekli para. Bekar bir çalışanın “yaşama maliyeti” de 3902 TL. Son dört beş aydır ise bu hesapları tutmanın bile imkanı kalmadı, her gün gıda ve temel ihtiyaç maddelerinin fiyat etiketleri değişmekte.

Açlıkla imtihan için her şartı hazır ülkemizin.

Çocuklarımız da imtihana dahil mi? Onların sınav konuları ne, sorular nereden çıkacak? UNICEF, Covid-19 salgınını; kurulduğundan bu yana, tüm çocukları etkileyen en büyük küresel kriz olarak tanımladı. Salgının, son yıllara kadar kaydedilen tüm ilerlemeleri ortadan kaldırdığını, 100 milyonun üzerinde çocuğun daha da yoksullaştığını söylüyor. Çocuklar eğitimden uzak kaldılar, bazıları tekrar dönmemek üzere eğitimden ayrıldı, erken evlilikler, çocuk işçiliği arttı. Türkiye’de TÜİK verilerine göre çocukların yüzde 32’si yoksul hanelerde ve çeşitli yoksunluklar içinde yaşıyor. Salgın, bu yoksunluklarını daha da arttırdı. Uçurum derinleşti. Ayrıca bu yılın son çeyreğinde; iktidar 19 yıldan sonra, tam da bu ara faizin haram olduğunu fark etti. Türkiye derin bir ekonomik kriz içine girdi. Bir yandan da dünya ve Türkiye hâlâ güç çatışmaları, silah anlaşmaları, rant projeleri peşinde. Ülkemizde ekonomik kriz, artık bir insan ve çocuk hakları sorununa dönüşmüş durumda. Açlığımı bastırmak için su içiyorum demişti bir tanesi. Bir diğeri yiyecek düşünmemeye çalışıyorum... Bu ayıp hepimizin!

Çocukların gelişmekte olan bedenleri, beyinleri müjdeli bir haber gibi verilen açlık sınavına nasıl cevaplar verecek? Çocukların sağlıklı beslenmesi için; kırmızı et, süt, yumurta, bakliyat, meyve, hatta yağlı tohumlar, yani ceviz, badem, fındık... Artık orta gelirlinin bile kolayca yanına yanaşamadığı gıdalar! Açlık sınırı için belirlenen listede bunlar var mı? Kalori hesabı tamam da, asgari ücret çocuklara günde ne kadar et ve taze meyve üzerinden hesaplanıyor? Malum fakire gelince, hep simit çay üzerinden hesaplanır beslenme. Marketlerde bebek mamaları kasada gibi korunuyor. Emziren annenin sütü de kuru ekmekle dolmuyor!

Bir çocuğun beyin ve vücut gelişimi daha anne karnında başlıyor. Annenin de çok iyi beslenmesi; bebeğin içine doğduğu evde sağlık, beslenme ve hijyen şartlarının yerinde olması gerekiyor. Yeni doğandan, ergene, 18 yaşa kadar çocuk bedeni sürekli bir gelişim değişim içinde; her biyolojik evrenin kesin, olmazsa olmaz ihtiyaçları var. Zihin ve beden sağlığı için her gün tüm besin gruplarından almaları, bedenen ve zihnen beslenmeye yeterli bir ortamda büyümeleri gerekiyor. Üç çocuk, beş çocuk demekle olmuyor. Bugün kaç hanede huzur, bereket, bolluk, mutlu anne baba var. Çocuklarımızın sınavı çok erken başlıyor. Eze eze, ezile ezile, kavruk büyüsünler deniliyorsa tabii başka. Anketlerde en mutsuz insanlar ülkesi olmamıza şaşırmayalım. Hele de şu son iki yıllık salgın ve nur topu gibi hızla büyüyen ekonomik krizimiz, belirsizlik ve yaratılan siyasi iklim ile.

Açlık bedenimizin hayatta kalmak için kurguladığı bir içgüdü. Beynin hipotalamus bölgesinde bulunan nöronlar açlığı algılıyor ve bizi uyarıyor. Bedenimiz arabalar gibi değil, benzini bitince zınk diye durmuyor. Yemeden bile olsa bir süre dayanabiliyor. Ancak bedende hasar kalıyor. Gelişmekte olan çocuklarda ise zihinsel ve bedensel hasarlar daha da kalıcı oluyor. Dikkat dağınıklığı, algılama eksikliği, öğrenme güçlüğü, demir eksikliği, kansızlık, diş çürüklüğü, raşitizm gibi hastalıklar çıkıyor. Okulda başarısız oluyorlar. Bedensel olarak gelişimleri yarım kalıyor.

Türkiye’de 5 yaşından küçük her on çocuktan birinde yetersiz beslenme göstergesi olan ‘bodurluk’ problemi görülmektedir. En yoksul yüzde 20’lik hanelerde ise neredeyse her beş çocuktan birinde bu problem vardır”(AÇEV 2017).

Üstelik bu tespit bu son krizler öncesinden. Büyümekte olan çocuklar için her yılın çok önemi var. Yerine konulamayacak yoksunluklar yaşıyorlar.

İnsanlar saksıda yaşamıyor, çocuklar da saksıda büyümüyor. Bitkiler bir şey yemiyorlar, hava, su, ışık ve dengeli bir toprak ile kendi besinlerini kendileri yapıyorlar. Bakteriler, mantarlar, bitkilerin bir çoğu kendi amino asitlerini kendileri üretebiliyor. Bitkilerin kendi kendine üretebildiği yirmi amino asidin dokuzunu, insan türü dışarıdan besin yolu ile almak zorunda. İnsan ve hayvan bedeni; kendini idame ettirecek besini yapamıyor, diğer canlı türleri yiyerek hayatını sürdürmek zorunda. Ancak hayvanların insanlara göre bir avantajı var, aldıkları besini, enerjiye dönüştürüp, kendileri için yararlı hale getirecek gerekli tüm ek maddeleri, vitaminleri, mineralleri vb. kendi vücutlarında üretebiliyorlar. Kalsiyumun emilmesi için dışarıdan “D” vitaminine, kolajen üretmek için dışarıdan “C” vitaminine gerek duymuyorlar. Kışın kedi ya da köpeğimize “C” vitamini için portakal yedirmeyiz. İneklere merada bir de meyve-sebze tabağı sunup, “Bu tabak bitecek!” demeyiz. Kemikleri için dışarıdan kalsiyum, kansızlık için demir almaları gerekmez. Yedikleri otla, tek çeşit gıda ile tam beslenebilirler. Her gerekli vitamin, mineral, yağ asidi, amino asitler zaten bünyelerinde üretilmektedir. Tüm biyolojik ihtiyaçları tek çeşit besin ile giderilir, sütünü yapar, etini zenginleştirir.

Oysa insan türü olarak; tüm dünyaya hâkim olduğumuzu sanan kibrimize karşın aslında diğer birçok canlıya göre öylesine kırılgan ve zavallıyız ki. Birçok hayvana göre beslenmemiz çok kompleks ve sorunlu. Doğadaki birçok türün aksine, zavallı vücudumuz kendisi için gerekli birçok maddeyi kendi başına üretemiyor. Bunun için de bu çok çeşitli eksiği, yine çok çeşitli besinlerle sağlamak zorunda.

Mesela vitaminler, hücrelerimizin yaşamak için ihtiyaç duyduğu en önemli maddelerdendir. “C” vitamini almazsak vücudumuz neredeyse dağılır. Çok gerekli bir çok enzimin işini görebilmesi için “C” vitamini şarttır. Kıtaların keşfi sırasında uzun gemi rotalarında skorbüt hastalığından telef olan mürettebat, ancak “C” vitaminin önemi anlaşıldıktan sonra yanlarına patates ve limon alarak bu uzun rotaları yollarda ölmeden tamamlayabilmiştir. Oysa doğadaki hayvanların neredeyse tümü “C” vitaminini kendi karaciğerlerinde üretir. Sadece insanlar, primatlar ve meyve yarasaları gibi birkaç tür hayvan “C” vitamini yapamaz. “B” vitamini ise besinlerden gerekli enerjiyi alabilmemiz için gereklidir. Sekiz çeşidi vardır ve her birinin eksikliği bir çok kompleks soruna yol açar. Mesela “B12” vitamini, eksikliği kansızlık, anemi yapar. Hayvansal gıda tüketmeyen veganlara bunun için hep uyarı yapılır. Çünkü besin yolu ile alınmadıkça eksikliği yaşanır. İnsanlar bu vitamini kendi yapamaz. Bitkiler de ihtiyacı olmadığı için üretmez. O yüzden, B12 vitaminini sadece et, süt ürünleri, deniz ürünleri, diğer hayvansal gıdalardan alabiliriz. Oysa sadece ot yiyen atlar, inekler gibi hayvanlar bağırsaklarındaki bakteriler ile B (B1 dışında) vitaminlerini üreterek başka çeşit besine ihtiyaç duymadan sağlıklı kalabilirler.

Vitaminler dışında daha karmaşık yapıtaşlarını oluşturan ya da oluşmasını sağlayan birçok mineral, amino asit ve yağ asitlerini de vücudumuz kendisi üretemiyor. Demir eksikliğinden mustarip tek tür gene insanlar. (Lents,N., (2021) İnsanın Kusurları. İstanbul: Metis. S:49-77)

Öyle simit yenecek demekle olmuyor.

Dünyada ve ülkemizde belirli ekonomik şartların altında yaşamak zorunda olanlar, hatta gittikçe yok olan orta sınıf için bile için bu derece geniş bir besin yelpazesi neredeyse olanaksız bir hale gelmiştir. En derin yoksunluk da protein olarak ortaya çıkmaktadır.

Bir nesil heba oluyor!

Hayvanlar gibi hep aynı şeyleri yiyerek sağlıklı kalamayız. Çocuklarımızı büyütemeyiz. Biyolojik yapımız buna uygun değildir. Çok geniş bir besin yelpazesi gerekir. Yoksulluk, açlık sınırı için hemen ekmek, simit, çay hesabına girişenler, size diyorum! Doymakla beslenmek arasındaki farkı görmek, görmeyenlere göstermek lazım!

Mesela kışın ejder meyvesi yemek sağlığa çok iyi gelirmiş. Yavrunuzun çantasına mini mini ejder meyveleri koyunuz. Bol “C” vitamini ve kemikler için yüksek kalsiyum içerirmiş. Tüm aileye faydalı. Afrodizyak etkisi de varmış. Ben kendisini hiç görmedim ve yemedim. Belki markette filan görmüşümdür de bilmemişimdir. Ancak ülke gündeminden uykularımız kaçmış, içimiz kurumuş olarak, milletçe ihtiyacımız var diye düşünüyorum.

Bir ejder smoothie yap beyim, neşemizi bulalım!...

Ülkemin neşesi kaçtı, bulunmuyor işte. Ejder meyvesi sizin olsun, neşemizi geri verin.

Havalar çok soğudu, fanilalarınızı giyin! Giymeyecekseniz de iddialaşmayın, tamam giydim deyin. Annenizi üzmeyin! Nur içinde yatsın annemin gözlerinde sanki fanila röntgeni vardı, hemen anlardı...