Yaşadığımız günler kurak ve sıkıntılı. Memleketin sorunları ağırlaşmış durumda. Kurak Günler filmi hepimizin yaşamını kuşatan bu ortamda bizleri düşünmeye, tartışmaya, müdahale edebildiğimiz her alanda daha iyisi için çaba harcamaya çağırıyor. Filmdeki gelişmeler ve finali çok çarpıcı. Orta yerde bir çöküntü, çürüme, filmdeki haliyle obruk, bunun bir tarafında linç kültürü, iktidar baskısı, kötülüğün pek çok biçimi diğer tarafında ise bir şekilde karşı tarafa kaçabilmiş savcı ve gazeteci var. Sonucu ne mi belirleyecek? Tabi ki hepimizin alacağı tavır. Seyirci kalıp kötülüklere boyun mu eğeceğiz, yaşanabilir bir Türkiye için mücadele mi edeceğiz?

Kültür Bakanlığı’nın verdiği ekonomik desteği geri istemesi kötü olmuştur, siyasal iktidarın yönetme biçimiyle uyumludur. Bu gelişme hepimizi sinema salonlarında izleyerek, tartışarak filme destek olmaya davet ediyor. Gelin biz de bir yerinden bunu yapalım.

Filmde olayların akışında belirleyici bir nokta var ki hekimlik yönünden hep anlatmaya çalıştığımız temel bir kavrama işaret ediyor: Tüm toplum için yaşamsal bir güvence olan mesleki bağımsızlık, burada hekim bağımsızlığı. Bu vesilesiyle ele almak yerindedir.

TOPLUM İÇİN HEKİM BAĞIMSIZLIĞI

Filmde Pekmez adında bir Çingene kızı var, tecavüze uğruyor, defalarca uğramış, “yarım akıllı” diyorlar ona. Önceki tecavüzlerden birinden olma üç yaşında çocuğu var. Ona kim sahip çıkacak? Örneğin hekim sorumluluklarını yerine getirebildi mi? Olayın olası faillerinin kasabanın yerel iktidar odakları oluşundan etkilenmeden hekimliğinin gereğini yapabildi mi? Seyircinin zihninde şüphe uyanıyor. Savcının özellikle alınmasını istediği “semen örnekleri”nden çıkan sonuca itiraz etme girişimine hâkime hanım, aynı zamanda hekimle evlidir, son darbeyi indiriyor: “Rapor Ankara’dan geldi.”

Burada net şekilde görünen hekimin mesleki bağımsızlığının kendisinden çok toplumun sağlık ve yaşam hakkı için gerekli olduğudur.Yargı bağımsızlığı ile iç içe, adaleti, hak ve özgürlükleri belirliyor.

SAĞLIK HİZMETLERİNDE KİLİT ROLDE

Mesleki bağımsızlık sadece adli tıp süreçlerini değil tüm hekimlik pratiğini belirleyen, nitelikli sağlık hizmeti için zorunlu bir kavram. Dünya Tabipler Birliği mesleki özerklik ve klinik bağımsızlığı, hekimin mesleğini icra ederken diğer kişi ve kurumların yersiz ve uygunsuz etkilerinden bağımsız, kendi birikimi ve yargısıyla hareket edebilme özgürlüğü olarak tarif ediyor. Hekimin raporunu, reçetesini yazarken, tedavisini belirlerken iktidardan, güç ilişkilerinden, ekonomik ve idari sıkıştırmalardan, endüstri ilişkilerinden bağımsız olabilmesinden söz ediyoruz. Hekim bağımsızlığı mesleki kurallar, standartlar ve kanıta dayalı uygulamalarla sınırlıdır.

Sağlık sistemi ve özellikle maddi kaynaklar hekimlerin tedavi seçeneklerini belirlemede etkili oluyor. Devletler, yönetimler, geri ödeme sistemlerinin getirdiği kısıtlamalar hastanın yararına, kanıta dayalı olmayabiliyor, hekim-hasta ilişkisindeki güveni sarsıcı nitelikte de olabiliyor. Bizde SGK uygulamalarında sık gördüğümüz gibi yazılacak reçeteyi, yapılacak ameliyatı geri ödeme sistemlerinin ekonomik kararları belirleyebiliyor.

Kamudaki performans, şimdi teşvik sistemi diyorlar, özel sektörde ciro baskısı hekimlerin mesleki uygulamalarına doğrudan müdahale niteliği taşıyor. Bu koşullarda hekim mesleki bilgi ve becerisini kişi ve toplum sağlığını önceleyecek biçimde kullanabiliyor mu?

Filmde tam da yönetmen ve senarist Emin Alper’in yapmak istediği gibi tartışılması gereken çok konu var. Kendisi “o gece ne olduğu sorusunun hukuki, adli bir cevabının olmaması, en nihayetinde cevabın güç ilişkileri, seçimden sonraki güç ilişkileri tarafından verilmesinin bizim gündelik siyasetimize denk düşen bir tarafı var” diyor.

Bunu dönüştürmek, kötülüğü yenmek, siyaseti de ona göre şekillendirmek acil mesele. Seyirci değil, müdahil olmak, sorumluluk almak gerekiyor. 2023, seçim yılı, bunun için uygun görünüyor.