Google Play Store
App Store

TOLGA ARAS Düşünce dünyasındaki öbekleşmelerin içinde bulunanlar, ele aldığı konuları çoğunlukla kendi dahil olduğu grubun ortak görüşüne göre eğip bükmeye yatkınken grubun dışında bıraktıklarını ise yok sayma eğiliminde. Kaideyi bozmama, bir ‘kural’a dönüştürülse de istisnalar yok değil. Mesela Marksist edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton. Gerçeklik ile kurmacanın nerede birbirinden ayrılıp hangi noktalarda birleştiğine kafa yoran Eagleton, […]

Kurbanın disiplinlerarası yolculuğu
TOLGA ARAS

Düşünce dünyasındaki öbekleşmelerin içinde bulunanlar, ele aldığı konuları çoğunlukla kendi dahil olduğu grubun ortak görüşüne göre eğip bükmeye yatkınken grubun dışında bıraktıklarını ise yok sayma eğiliminde. Kaideyi bozmama, bir ‘kural’a dönüştürülse de istisnalar yok değil. Mesela Marksist edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton.

Gerçeklik ile kurmacanın nerede birbirinden ayrılıp hangi noktalarda birleştiğine kafa yoran Eagleton, pek çok meslektaşının aksine dışarıda bırakmaya değil, dikkate almaya yoğunlaşıyor. Eleştirel teori ile analitik felsefeyi yan yana getirme çabası, yazarın ayrıksı kimliğini ortaya koyuyor zaten. Bu hareketi, Avrupa düşünce sistemleri başta olmak üzere paradigmaları eleştirmesini kolaylaştırıyor. Üstelik bu sayede, kendisini otorite sayanlara da muzip ve yeri geldiğinde son derece sert karşılık verebiliyor. Söz konusu eleştiri ve karşılıklardan biri, kültürcü ve tarihselci kibre dair; bu yaklaşımların dışladığı teoloji ve doğaya ilişkin kalem oynatırken çeşitli kültür yorumcuları ve ideoloji yaratıcılarını da hesaba katan yazar, Antik filozoflardan postmodernizme, inançlardan edebiyata uzanan köprüler kuruyor.

Eagleton’ın, bütünün parçalarını inceleme ve parçalardan bütüne ulaşma çabasının bir ürünü daha karşımızda şimdi: Radikal Kurban; yazarın felsefe, siyaset, teoloji ve edebiyat gibi alanların buluşma noktalarından olan ‘kurban’ kavramının tarihi, dinî ve estetik taraflarına yoğunlaştığı bir kitap.

Eagleton’a göre kurban; siyaset, teoloji, felsefe ve edebiyat tarafından ayrı ayrı incelendiğinde eksik kalan bir kavram. Bunların tamamı, söz konusu kavramı kendi hareket alanları içinde ve birbirine el vererek irdelerse kurbanın ne olduğu anlaşılabilir.

Politik anlamını hesaba kattığımızda, konunun teolojik tarafı güdük kalırken salt felsefi bağlamda ele alınınca yıkıcı ve yıkılan olarak karşımıza dikilen kurbanın dönüştürücü yanı törpüleniyor. Oysa Eagleton, ‘kurban’da politik, felsefi, edebi ve teolojik anlamda bir ‘potansiyel’ görüyor: Kavramın, postmodern akımların dışladığı, kimi zaman ‘ötekileştirdiği’ ve anlamaya çalışmadığı ‘hayat veren’ yanı.
Bahsi geçen yönünü kavramanın, ‘kurban’ın Antik dönem filozoflarınca nasıl ele alındığından, şiirde, teolojide ve edebiyatta nasıl işlendiğini anlama zorunluluğundan geçtiğini hatırlatıyor Eagleton. Dolayısıyla metinlere yöneliyor ve yine eleştirel bir tavır takınıyor. Yazar, kitabının ne olduğunu ve ne olmadığını anlatırken şöyle diyor: “Son zamanlardaki diğer bazı çalışmalarım gibi bu kitap da politik solun ve elbette onun postmodern kanadının ekseriyetle incelemediği meseleleri dert ediniyor. Sevgi, ölüm, ıstırap, kurban, kötülük, şahadet, bağışlayıcılık ve benzeri konular, günümüz kültür veya siyaset kuramcılarının popüler meşgaleleri arasında yer almıyor. Bunlar daha çok ilahiyatçıların ilgi alanına giriyor; solcular arasında hâkim olan teolojiyi dışlama tavrını benimsemememin nedeniyse yetiştirildiğim ortam gereği konuyla ilgili bir şey bilmem.”

Eagleton, ‘kurban’a dair bilgi yetersizliğini ya da yarı cahilliği eleştirirken kavram hakkında ‘fikir’ yürütenlerin düştüğü komik durumları da gündeme getirmiş. Ortaya konan felsefi, politik ve edebi görüşlerin ilahiyatı dışlamasıyla beliren klişeleri ve kavramsal bulanıklığı, bunu yaratanların kaleme aldığı metinlere yaptığı atıflarla gün yüzüne çıkarmış yazar.

Egaleton, ‘kurban’ı tanımlarken mutlaka ‘benlik’ kavramına değinilmesi gerektiğini ve benliğin yöneldiği adanmışlığı kavramanın, ‘kurban’ın tarif edilmesini kolaylaştırdığını söylüyor. Burada sevgi, ölüm, ıstırap, şehitlik, ölüm, aşırılık ve trajedi giriyor işin içine; yani bütün bunlara kendisini veren kişinin benliğini unutması…

Güce erişme arzusu

‘Kurban’ın çeşitli özelliklerini inceleyen Eagleton, bunlardan ‘feragat’in ve ‘Tanrıların dikkatini çekme’nin öne çıktığını belirtirken eksiltme yoluyla benliği güçlendirmenin de hafife alınmaması gerektiğini not ediyor. Bunun da kurban etme güdüsüyle yakından ilgisi var: Yazar; Freud’a, Lacan’a ve kutsal metinlerle birlikte bunları esas alan yorumculara yöneliyor söz konusu güdüyü irdelerken.

Kurban etmenin kurumsallaşma sürecinin, adı geçen güdüyle bağlantısını da araştıran yazar, böylece benliğin yok oluşundan, gelişip serpilmesine geçiş yaparken kurban ritüelinin güce erişme arzusuyla ilintisini ortaya koyarak konunun bilgelikle ve yaşamın kaynağına ulaşma isteğiyle ilişkisini inceliyor.

Öte yandan kurban etmenin, yaşamın üstesinden gelme niyetinin bir parçası olduğunu, bunun da kırılganlığı sıfırlama anlamına geldiğini belirtiyor yazar. Bu da bir tür kutsallaştırma. Ne de olsa kurban etme ritüeli, belirsiz bir çözüm sunduğu sorunun kendisine dönüşüyor, o ölümcül yazgının bertaraf edilmesi, Baba’nın cezalandırıcı yasasının aşılmasından geçiyor bir yerde. Mitlerin, destanların, kutsal kitapların yorumları, klasik edebiyat eserleri ve varoluşu felsefi metinler de buradan besleniyor.

Egaleton gibi Marksist eleştiri geleneğinin temsilcisi birinin, bahsedilen konularla ilgili kalem oynatması ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Ancak dışlayıcılık yerine, kapsayıcılığı tercih eden yazar, Radikal Kurban kitabının, söylemiyle hangi noktalarda buluştuğunu açıklamış; bu noktada son sözü ona bırakmalı: “Aslına bakılırsa Marksist geleneğe çok şey borçlu olan benim gibi birinin ilahiyata alaka göstermesi, bir liberal veya sosyal demokratın Stendhal veya Flaubert’e ilgi göstermesinden daha acayip değil. Zira Marksizm, insanın var oluşuna dair bir yaklaşımdan ziyade, tarihsel değişimin teorisi ve pratiğidir, böyle olduğu ölçüde ondan kötülük veya ölümlülük, ıstırap veya bağışlayıcılık, trajik çöküş veya nihilizmin doğası üzerine özel olarak bir şeyler söylemesi beklenmez. İnsan, bu tür meselelerle ilgili olarak daha çok Dostoyevski veya Aziz Pavlus’a, Shakespeare veya Sebald’a müracaat etme eğilimindedir.”