Küresel ‘savaş rejimi’ gelişiyor
Ergin Yıldızoğlu: Kapitalizmin kriz dinamikleriyle beslenen ‘emperyalist rekabet’ yeni vekâlet savaşları ve “büyük savaş” olasılığını güçlendiriyor. Prof. Dr. İlhan Uzgel: Kapitalist sistem, çatışmaları sisteme entegre olmayan bölgelerde çıkarır. Kapitalizm içsel gerilimlerini büyük savaşlarla atabilir.
Ukrayna’dan Yemen’e, Libya’dan Filistin’e eş zamanlı yaşanan savaş ve çatışmaların yanında Hint-Pasifik’teki gerilim büyük jeopolitik kırılmaların göstergesi. ABD liderliğindeki kolektif emperyalizm ile Rusya ve Çin arasındaki hesaplaşmanın nereye evrileceğini konunun uzmanları yazar Ergin Yıldızoğlu ve Prof. Dr. İlhan Uzgel’e sorduk: Kapitalizmin kriz dinamikleriyle beslenen “emperyalist rekabet” yeni vekâlet savaşları ve “Büyük Savaş” olasılığını güçlendiriyor mu?, Aynı anda yaşanan savaş ve çatışmalar kanıksatılıyor mu?
REKABET ŞİDDETLENİYOR
Kapitalizmin kriz dinamikleriyle beslenen “emperyalist rekabetin” yeni vekâlet savaşları ve “Büyük Savaş” olasılığını güçlendiriyor mu?
Bu soruya cevap verebilmek için kapitalizmin ve küresel düzenin andaki dinamiklerini kısaca gözden geçirmek yararlı olabilir.
1. Kapitalizmin yapısal krizinin aşırı birikim (karlı olarak yatırılabilecek olandan fazlası), aşırı üretim (talep yetersizliği) sorunu, sermayenin değerlenmesine (bu fazlayı, almaya) uygun yeni pazarlara, mekanlara, kaynaklara ulaşma gereksinimini arttırdı. Gazze’de soykırımın istimlak (mekan düzenleme) ile el ele gitmesine ABD’nin, İngiltere’nin İsrail’e silah transferine bir de bu açıdan bakalım.
2. Diğer taraftan eşitsiz ve birleşik gelişim yasasının bir ürünü olarak yeni ekonomik siyasi güç merkezleri, “güçler” yükseldi. Yerleşik hegemonya düzeni (egemen ideolojinin “kurala dayalı uluslararası düzen” olarak tanımladığı şey) dağılmaya başladı.
3. Aşırı birikimin bir ürünü olarak hem finansal spekülasyon yoğunlaştı, talep yetersizliğin krediyle yönetme eğilimi daha da güçlendi. Hem finansal piyasalar iyice kırılganlaştı hem de gelir diliminin en üstünde varlık birikimi hızlandı, gelir dağılımı daha da bozuldu.
Bu üç gelişmeyi bir araya koyduğumuzda;
1. Ülkeler içindeki gelir dağılımın bozulmasına paralel halkın yönetici seçkinlere (egemen sınıfların temsilcilerine) olan öfkesini artıyor. Halkın, istihdamı, uluslararası rekabet karşısında üretimin korunmasına (iflasların, verimsiz kapasitenin tasfiye almasının önlenmesine), göçmenlerin gelmesinin engellenmesine yönelik talepleri artıyor. Yönetici seçkinler de bu talepler karşısında iktidarı koruyabilmek için, korumacılığa, sanayi politikalarına, hatta yabancı düşmanlığını körükleyen politikalara yöneliyorlar.
2. Yerleşik düzenin seçkinlerinin ideolojik kurumsal özellikleri bu taleplere cevap vermelerini geciktirdikçe, gelişen “sürtüşme krizleri” içinde yeni liderler yeni - çoğu kez popülist olarak adlandırılan- siyasi hareketler gelişmeye başlıyor. Sosyalist seçenek zayıfladığı oranda, bu yeni akımlar, ırkçı, yabancı, kadın, LGBTQ+ düşmanı, çevreci politikalara karşı, faşizme doğru eviriliyorlar, bir “süreç olarak faşizm” başlıyor.
3. Emperyalist ülkelerde, egemen sermaye, sorunlarını (kapasite fazlası, üretim fazlası, finansal birikim) başka ülkelerin ekonomilerine doğru dışlaştırarak yönetmeye çalışırken giderek artan oranda devlet politikalarını devreye sokmaya başlıyor: “Benim ülkemdeki kapasite fazlası imha olacağına, işsizlik artarak siyasi sorunlar yaratacağına, senin ülkendeki imha olsun işsizlik artsın, piyasasını ben değerlendireyim”.
4. Yeni ekonomik siyasi güç odakları kurulu düzenin kurallarını kendi gelişme özelliklerine göre yeniden şekillendirmek isterken kurulu hegemonya düzenini tehdit etmeye başlıyorlar.
5. Ekonomik sürtüşmeler, kaynak paylaşımı alanında siyasi sürtüşmelere. Kaynak coğrafyalarında, potansiyel kullanım coğrafyaları üzerinde, siyasi manevralar (rejim değişikliği, darbe vb.,), vekalet savaşları, kısacası emperyalist rekabet/sürtüşme giderek hızlanıyor.
Tüm bu etkenlere ek “büyük savaş” olasılığını artıran bir eğilim daha var: Hegemonyacı güç ile rakipleri arasında başlayan askeri-teknolojik rekabet sermaye için ek bir değerlenme alanı olarak, kendini besleyen bir döngü yaratıyor. Bu döngüye bağlı olarak, askeri projelerle sermaye yapılarının iç içe geçmeye başlamasına paralel küresel çapta bir “savaş rejimi” gelişiyor. Devlet yönetim, güvenlik politikaları, jeopolitik tanımlamalar üzerinde askeri-sınai-bilişim kompleksinin yönlendirici etkisi artıyor.
Savaş araçları ticareti sermaye birikim süreci içinde giderek önem kazanıyor. Örneğin: Küresel silah harcamaları, 2001’de 1.1 trilyon dolardan, 2023’de 2,5 trilyon dolara yükselmiş. ABD savunma bütçesi, 2015’de 633.8 milyar dolardan 2022’de 876 milyar dolara yükselmiş. ABD’de doğrudan devlet siparişleri, 2001’de 12,5 milyar dolardan 2023’de 80 milyar dolara yükselmiş. Rusya ve Çin Üzerine güvenilir kaynak bulmak olanaklı değil ama Almanya’nın, halkına kabul ettirebilirse, savunma bütçesini %100 artırmaya kararlı olduğunu görüyoruz.
Sonuç olarak, evet, kapitalizmin kriz dinamikleriyle beslenen “emperyalist rekabetin” yeni vekâlet savaşları ve “Büyük Savaş” olasılığını güçlendirdiği söylenebilir.
KAPİTALİST GERÇEKLİK
Ukrayna, Suriye, Yemen, Libya… Aynı anda büyük savaş ve çatışmalar yaşanırken bunlar kanıksatılıyor mu?
Günümüzde, teknolojik gelişmelerinde katkısıyla, halkların son derecede kapsayıcı bir “gösteri toplumu” içinde, yaygın denetleme rejimleri ve son derecede gelişkin bir kültür endüstrisi altına yaşadıklarını unutmayalım. Bu ortamda halk kapitalizm dışında bir seçenek olduğunu bilmeden “kapitalist gerçekçilik” içinde yaşıyor. Bu bizi, “gösteri toplumunun” ekranları nasıl delinir, siyasi çalışma, yaygın denetleme rejimi altında nasıl yürütülebilir, kültür endüstrisinin etkisi nasıl kırılabilir, ya da en azından zayıflatılabilir sorularına getiriyor. Bu sorular;
1. Kültür savaşlarının
2. İşçi sınıfının teknolojik gelişme, ekonomik gücü (sermaye birikim sürecini ülke çapında aksatabilme kapasitesi) en yüksek, kültür üretimi açısından en yetkin kesimlerinin
3. Bunları kapsayan örgütlenmelerin
4. Bu örgütlemeye, teknik ve kültürel olarak en uygun kadroları biriktirmenin, eğitmenin
5. Esnek, gelişmeye yatkın ve özgürleştirici örgüt yapılarını düşünmenin önemine getiriyor. Sanırım bu sorunun cevabı da burada yatıyor.
∗∗∗
ÇATIŞMALAR ARTACAK
İlhan UZGEL - Prof. Dr.
Uzun süren her savaş ve çatışma bir süre sonra sıradanlaşıyor. Önemli bir gelişme ya da çatışmanın gidişatında bir kırılma noktası yaşanmadıkça dünya kamuoyunun ilgisi azalıyor. Bunu uzun süren Lübnan iç savaşı ya da sekiz yıl süren İran-Irak savaşında da gördük. 1945 sonrasında her on yıllık zaman diliminde en az bir bölgesel savaş yaşandı. Küresel sistemde yaşanan çatışma, yerel ve bölgesel savaşların birden çok nedeni vardır, küresel sistemin işleyişi açısından zaman zaman sahip olduğu bazı işlevler vardır. Bazen çatışma büyük güçlerin ihtiyaçlarının uzantısı olarak çıkarken, kendi dinamikleriyle çıkan çatışma ve savaşlar da büyük güçler tarafından manipüle edilir.
KAPIŞMALAR ÇEVREDE
En genel ifadeyle, kapitalist sistem çatışmayı kapitalist olmayan bölgelerde tutar. Merkezi kapitalist ülkeler arasında çatışma, yoğun silah kullanımı yoktur. Çatışma kapitalizme entegre olmayan bölgelerde çıkar/çıkarılır. 1945 sonrasında kapitalizmin merkezindeki sorunlarda silah kullanımı ve şiddet düzeyi sınırlıdır. Örneğin, uzun yıllar sürmüş İrlanda ve Bask sorunlarındaki insan kaybı hem çok sınırlıdır hem de sorunlara çözüm bulunabilmiştir. Son Ukrayna savaşına kadar, ki onun dinamiklerine aşağıda değineceğim, 1945 sonrası bütün çatışmalar kapitalist ilişkilerin yeterince nüfuz etmediği, küresel kapitalizmin üretim, tedarik ve tüketim alanlarının dışında kalan bölgelerde seyretmiştir. Ya ABD gibi merkezi kapitalist bir devlet Vietnam, Afganistan, Irak gibi ekonomik açıdan geri kalmış ülkeleri işgal etmiştir ya da kapitalist sisteme tam eklemlenmemiş ülkeler arasında savaşlar yaşanmıştır, Hindistan-Pakistan, İran-Irak gibi.
ABD ve ona eşlik eden müttefiklerinin bütün askeri müdahale ve işgalleri coğrafi olarak Kuzey’den Güney’e, sanayi ve sanayi ötesi ülkelerden sanayi öncesi ya da rantiye ülkelere yönelik olarak gerçekleşti. Irak (1991, 2003), Somali (1993), Bosna (1995), Yugoslavya (1999), Afganistan (2001), Libya (2011), Suriye (2015), Yemen (2023); Fransa’nın Afrika’da Sahel bölgesindeki askeri operasyonları. Bunlardan Bosna ve Miloseviç Yugoslavyası modernleşmelerini kısmen tamamlamış olsalar da, sosyalizmden çıkıp küresel kapitalist sisteme tam olarak entegre olamamış ya da Miloseviç örneğinde, olmak istememişlerdir. Miloseviç Batı ekonomik sistemine tam açılmak yerine Rusya ve Çin’e dayanarak küreselleşme sürecinin dışında bir ara model denemek istemiştir. Örneğin, özelleştirme yaptığında bunu Rus firmalara vermiş, Çin’i Balkanlara sokmaya çalıştı. Bunun bedeli Yugoslavya’nın bombalanması ve Kosova’nın bağımsızlığını kazanarak bölgede ABD’ye en yakın ülke haline gelmesidir.
Batı merkezli sistem, en azından görünürde dahli olmadığı çatışmalara karşı genellikle üç temel pozisyon belirler. İlki çatışmanın çevrelenmesidir. Daha geniş bölgelere yayılmaması için bazen silah ambargosu, yaptırım, savaşan taraflara telkin, tehdit gibi araçlarla çatışmaları sınırlandırırlar. Bunun bir uzantısı olarak çatışmanın küresel sistemin işleyişine engel olmayacak halde tutulması önem kazanır. Ulaşım hatlarına zarar vermemesi, kesintiye uğramaması gibi kaygılar öne çıkar. Örneğin, 1994’te yaşanan ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararıyla soykırım olarak tanımlanan Ruanda Katliamı’na küresel sistem sessiz kaldı. Öyle ki, ne uluslararası medyada yeterince yer aldı, ne bir askeri müdahale yaşandı. Ruanda örneğin, Bosna-Hersek’ten farklı olarak kapitalist merkezlerden uzak, bir üretim, tüketim merkezi olmayan, küresel ticaret yollarının uzağında bir ülke olmanın sonuçlarını yaşadı. Dolayısıyla, özellikle Batı sistemi açısından Ruanda o dönemde ve belki hala, gözden çıkarılabilir, enerji, para, personel harcanmasına gerek olmayan bir ülkeydi. Batı müdahalesi çok daha maliyetsiz olan, katliamlar yaşandıktan sonraki hukuki sürecin işletilmesiyle geldi. Yine, her birinde yaklaşık 300-400 bin insanın hayatını kaybettiği Sudan ve Yemen iç savaşları, benzeri nedenlerle ne küresel sistemin gündemine oturabildi, ne de Yemen’de ticaret gemilerine saldırılar oluncaya kadar anlamlı bir müdahale geldi. İnsanlar kendi kaderlerine terk edildi.
Batı’nın üçüncü pozisyon alışı, yaşanan çatışmaları kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmesidir. Bosna-Hersek’te, Libya’da Suriye’de bunun bolca örneği görüldü. Hatta Batı içinde bile ayrışmalar yaşanabildi. Bosna-Hersek’te İngiltere, Fransa bir tarafta, ABD, Türkiye karşı tarafta yer alabildi. Libya’da Türkiye İtalya ile yakın dururken, Fransa Rusya ile ortak hareket etti.
ÇİN VE RUSYA’NIN TAVRI
Bütün bu bölgesel çatışma dinamiklerinde Rusya ve Çin ya sınırlı dahil oldular ya da uzakta durdular. Rusya, Bosna-Hersek (ki Srebrenitsa Uluslararası Mahkeme tarafından soykırım olarak tanımlandı) ve Kosova’da Sırpların, Libya’da Hafter’in, Suriye’de Esad yönetiminin yanında yer aldı. Son dönemde ise paralı asker şirketi Wagner aracılığıyla Afrika’da Sahel bölgesinde, daha çok Fransa’nın nüfuzunun olduğu ülkelerde bir seri askeri darbeyi destekledi.
Çin ise genelde bölgesel çatışma ve savaşların yaratabileceği küresel sorunlar konusuna öncelik verdi. Pekin yönetimi ABD’nin kurduğunu iddia ettiği “kurallara dayalı” ve “uluslararası liberal düzen”e itiraz ederken ve çok kutuplu bir dünya düzenini savunurken, bölgesel çatışmalar konusunda şimdiye dek çekingen bir tutum sergiledi. Son Gazze katliamı dahil, küresel sistemde kendini koyduğu yer ve söylemiyle paralel olmayan bir tutum içinde olduğu anlaşılıyor. Öyle görünüyor ki, Çin henüz dünyadaki yerel çatışmalara doğrudan taraf olacak, müdahil olacak bir rol ve konumu kabullenmekten uzak.
ABD bir ülke işgalini en son 20 yıl, bir ülke bombalaması ve rejim değiştirmeye yönelik müdahaleyi 10 kusur yıl önce gerçekleştirdi. 2011’de başlayan Pivotu Asya’ya kaydırma stratejisiyle 2017-18’de Hint-Pasifik’e yöneldi. Küresel stratejisinin merkezine Çin’i çevrelemeyi koydu, ittifaklarını buna göre belirlemeye başladı. ABD dikkat ve enerjisini son on yıldır, bölgesel çatışmalarda harcamaktan kaçınıyor.
Bundan sonra küresel sistemde yaşanacak çatışmalar, yerel/bölgesel nitelik taşısa bile, artık hedef olarak daha makro seviyede, daha çok ABD ile Çin ya da Rusya gibi küresel aktörlerin konumuyla ilgili olacak. Ukrayna savaşı bu tarzda, küresel siyasetin, rekabetin, çekişmenin doğrudan bir parçası olan bir çatışma. ABD’nin Rusya’yı Ukrayna topraklarında zayıflatma stratejisini hayata geçirdiği, Ukrayna topraklarında yürütülen bir vekalet savaşı. Götürdükleri getirdiklerinden çok fazla olan bir tuzaktı Ukrayna.
GERİLİMLER ARTABİLİR
Sonuç olarak Rus ekonomisi zayıfladı, Batı’ya satamadığı petrol ve doğal gazı neredeyse yarı fiyatına Çin ve Hindistan’a satmak zorunda kaldı, Avrupa ABD’ye başta enerji olmak üzere daha çok bağlandı, İsveç ve Finlandiya NATO üyesi oldu, Almanya askeri gücünü artırma kararı aldı, Japonya silahlanmaya hız verdi.
Bundan sonra küresel sistemde gerilimler artacak. Küreselleşme mantığı, bir malı özellikle stratejik bir nitelik taşıyorsa en ucuz yerden almak yerine en güvenilir yerden almak, önce çıkacak. Artan korumacılık, devletçi ve güvenlikçi yaklaşımları görünür kılacak. Küreselleşme tartışmalarının yerini jeopolitik eksenler, artan silahlanma, ABD, Rusya, Çin gibi güçlerin belli bölgelerde birbirlerini kolladıkları, sınadıkları gerilimleri daha çok yaşayacağız. Kapitalizm içsel gerilimlerini büyük savaşlarla atabilir. Bu ihtimal ve potansiyel hep var.