Kürt sorununda, Kılıçdaroğlu “HDP meşru muhataptır” dedi, HDP’li Sezai Temelli de “Asıl muhatap İmralı’dır” cevabını verdi ve vaveyla koptu. Oysa Kılıçdaroğlu da Temelli de o cümleleri yıllardır kuruyor. Yani ortada yeni bir söz yok.

Ama Erdoğan’ın söyledikleri hep farklı. En son “Türkiye’de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik” dedi. Ve yıllardır bir öyle bir böyle konuşup duruyor. 2002: Böyle bir sorun yok. 2005: Benim de sorunumdur. 2010: Kürt sorununu savunuyorum. 2013: Kürdistan vardır. 2015: Ne Kürt sorunu ya? 2019: Türkiye’de Kürdistan yok. 2020: Ne Kürt sorunu ya?


Sıkışınca, “Daha ne istiyorlar, şunları şunları vermedik mi?” diye öfkeleniyorlar. Peki ama kime, neyi, niçin, ne hakla veriyorsun ki? Bu tür haklar “bahşedildi” mi, zaten hak olmaktan çıkar, “lütuf” düzleminde kalır ve hiç kimsenin lütfe ihtiyacı yoktur. Ve bu coğrafyadaki herkes ancak “vermek” değil “paylaşmak” gibi bir ilişkiye ikna olabilir. Kaldı ki Kürt sorununu sadece oy kaygısıyla ele almak kadar saçma bir şey de olamaz.

Sorunu nasıl tarif edersen, onun muhatabı ve çözümü farklılaşır. Ve sorunun farklı boyutlarında farklı tarifleri ve muhatapları ortaya çıkar. Sadece Türkiye’nin sorunu mu? Bölgesel bir sorun mu? Cevaba göre muhatap ve çözüm farklılaşır. Ama her boyutta çözüm için ilk adım her zamanki gibi barıştır.

Türkiye çözümünde HDP’nin muhataplığı konusunda Öcalan da bir vakitler “Bütün bu anayasal-yasal boyut, yani parlamento boyutu sizin işinizdir” demişti ve o da meclisi işaret etmişti. Şimdi HDP, Demirtaş’ın son açıklamasıyla “Kürt sorunu dâhil Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümüne talip” bir Türkiye Partisi mi olacak, yoksa esas olarak bir Kürt (ve Kürdistan) partisi mi olacak? Önceliği Türkiye mi, Ortadoğu mu? Tabii bunlar birbirinden ayrılamaz ama öncelik nerede?

HDP, milletvekilleri ve belediye başkanları hapisteyken ve Anayasa Mahkemesi tarafından açılan kapatma davasının ardından halkla ve çeşitli kitle örgütleriyle buluşmalar gerçekleştirdi, bugün de bir Demokrasi Çağrı Belgesi’ni kamuoyuna duyuracakmış.

2017 Ağustos ayında da bir bildiri yayınlamıştı. 9 maddelik HDP bildirisinin ilk dört maddesi Ortadoğu’yla ilgiliydi. Ve orada YPG’nin ABD ile olan “işbirliğine” hiç değinilmiyordu. Bildirinin son dört maddesinde ise AKP-MHP kirli ittifakına, faşizme karşı mücadele çağrısı yapılıyordu. Ama öncelikle ve ağırlıkla Türkiye dinamiklerinden çok Ortadoğu dinamikleri üzerinden siyaset yapmaya yönelmişti. Böyle bir denklemde belli ki Saray da Kürtlerle ancak Suriye’de/Rojava’da “barışınca” barışmış sayılacaktı. Kürt hareketinin Türkiye’de “askeri olarak” kazanması diye bir seçenek, kendi gündemlerinden bile kalkmıştı. Suriye’dekine benzer özerk alanlar da denenmiş ve imkânsız olduğu görülmüştü. PKK zaten özerklik söyleminden çok “Ortadoğu’da ulusal birlik” siyaseti gütmeye başlamıştı. HDP’nin bugünkü çağrısının içeriği bu bakımdan önemli.

Suriye’de YPG’nin ABD ile stratejik ilişkisi yönünde gelişmeler yaşandı. Ama sonuçta ABD gözünde Kürdistan’a bir lider ve siyaset lazımsa onun Öcalan değil Barzani (veya Barzani gibisi) olduğu kesin. Yani muhatabı Öcalan değil. Ve Suriye kuzeyinde (adı ne olursa olsun) Kürtlerin yerleşeceği bir hat oluşacaksa bunun sahibi Barzani (siyaseti) olsun isteniyor. Üstelik Afganistan’daki ABD hezimeti, Kürtler açısından Suriye’de benzer durumun yaşanması endişesini de beraberinde getiriyor. Ve onların da farklı arayışlara girmesi şaşırtıcı olmayacak. Moskova ve Şam’la el altından görüşüldüğü de söyleniyor.

ÇÖZMEZSEN DAĞ OLARAK KALIR

Saray için de Kürt sorunu öncelikle “sınır ötesi” bir sorun, bir Ortadoğu sorunu hale geldi ve tıpkı PKK gibi Saray da kendi çözümünü “içeride” aramıyor ve yeri geliyor çözüme Barzani’yi de katıyor. CHP bile Barzani’ye heyet gönderiyor. Ve bu arada Saray rejimi ABD ile mayhoş ilişkilerini Rusya ile telafi etme peşindeyken İdlib sorunuyla yüzleşiyor.

Kısacası CHP “meşru muhatap HDP olmalı” derken iyi bir iş yaptı. HDP muhatap kabul edilince, pekâlâ silahların susması için Öcalan’ın devreye girmesi gerekir tezini de söyleyebilirdi. Sezai Temelli bu manevrayı da yok saymış oldu. Ve üstelik İyi Parti bile HDP’yi meşru muhatap gördüğünü söylerken...
Bahçeli yine Saraylıların Kürt oyu hevesine takoz koydu. Saray rejimi açısından Bahçeli ve Putin, boynuna mecburen taktığı bir madalyonun iki yüzü gibi. Rusya da Kürt kartını hep elinde tutuyor. Rusya’nın önemli siyasetçilerinden Vladimir Djabarov, “Rusya Türkiye’nin Kırım konusunda yaptığı gibi Kürtler veya Kıbrıs konusunda da açıklamalar yapmaya başlayabilir” demedi mi?

Bakarsan bağ olur bakmazsan dağ olur denir ya… Kürt sorununda da çözersen bağ olur ve hatta iki halk arasında kopmaz bağ olur, çözmezsen “dağ” olarak kalır!