"Kurulmakta olan koca bir dünya var"
BirGün’ün sorularını yanıtlayan Vijay Prashad "Küresel güney ülkeleri son derece zor şartlara göğüs gererek, Washington’da yabancı yatırımlar için anlaşma yapmak yerine bağımsızlıkları için başka alternatif yollarla kalkınmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla farklı bir bakış açısından yaklaşmak gerekiyor" dedi.

Yusuf Tuna Koç
Hint sosyalist aydın Vijay Prashad ile Esad’ın düşmesi ve Trump’ın ikinci dönemi arasında başlayan yeni yılda dünyayı bekleyen küresel ve jeopolitik gelişmeleri, Avrupa’nın geleceğini, ticaret savaşlarını ve kapitalizm dışı alternatif imkanlarını konuştuk.
Geçtiğimiz yılın son önemli gelişmesi belki de Esad rejiminin çöküşü ve cihatçı HTŞ örgütüyle lideri Colani’ye ülkenin geleceğinin emanet edilmesi oldu. Birçok yorumcu bunu gerilemekte olduğu konuşulan Amerikan emperyalizminin önemli bir paradigma değişimi olarak yorumladı. Bu gelişmeler, bölgenin jeopolitik durumu, ABD-İsrail koalisyonuna karşı İran’ın direniş ekseninin bundan sonraki geleceğine dair ne düşünüyorsunuz?
İlk olarak şunu söylemek isterim, tarih zikzaklarla ilerler. Hiçbir zaman sabit bir çizgide ilerlemez. Değişimler, gerilemeler ve dönüşümler, bir konjonktürün içerisinde ortaya çıkabilir. Ne olacağını öngörebilmek hiçbir zaman kolay değildir. Bir anlamda, Suriye’yi yöneten Esad ailesi de konjonktürün kurbanı oldu. Peki neydi bu konjonktür? 2012’de ayaklanmalar başladığında Esad rejimi çok zayıf bir durumdaydı. Eylem hareketi hızla Esad rejiminin düşmanları açısından fırsata dönüştü, örneğin Türkiye’deki hükümet Müslüman Kardeşleri Şam yönetimine getirebileceğini düşündü. Katar yönetimi de benzer bir noktadaydı. Ancak deniz ve hava üsleri açısından Suriye Rusya için önemli bir müttefikti ve günü kurtarmaya geldi, İran da benzer şekilde destekledi ve Esad hükümeti ayakta kaldı. İran açısından Suriye’nin ayrı bir önemi vardı. Suriye’den Lübnan’a geçiş İran’ın Hizbullah ile bağlantısı açısından özellikle çok önemliydi. Dolayısıyla çeşitli sebeplerden dolayı Suriye hükümeti İran ve Rusya tarafından kurtarıldı. Yoksa sonları Ben Ali ya da Mübarek gibi olabilirdi. Suriye ordusunun cesur mücadelesini yok saymıyorum ama çok aktörlü bir mücadele yaşandı.
Ancak sonrasında Rusya Ukrayna ile savaşa girdi. Rusya için çok hayati bir bölge NATO riski altına girdi ve NATO da savaşta Ukrayna’yı destekliyordu. Dolayısıyla Rusya bu cephede meşgul hale geldi. Tüm bunlar olurken İsrail direnişin tüm güçlerinin peşine düştü. Hamas’a ağır hasar verdi. Ancak sonrasında da Gazze’deki soykırımı Hizbullah’a saldırmak için kullandı, tarihi liderleri Nasralllah’ı öldürdü. Hizbullah’ın zayıflığından yararlanarak Litani nehrine kadar ilerledi. Tüm bu şartların sunduğu fırsatlardan yararlanarak Tahran yakınlarında, İran’ın füze üretimi yaptığı üslerini vurdu. Bu füzeler Hizbullah’a gidiyordu. Kimse buna ciddi bir tepki vermedi. İran karşılık veremedi. Tüm bunlar olurken İsrail hava kuvvetleri düzenli olarak Suriye’de İran ve Suriye güçlerini, ülke istihbaratını, Şam’ı vurdu. Karşılık verilemedi. Bu da Colani’nin HTŞ örgütünün Şam’a gidişatında önemli bir hava desteğine dönüştü. Dolayısıyla bir anlamda İsrail Gazze’deki soykırımı bölgedeki direniş güçlerini zayıflatabilmek için bir imkâna dönüştürdü.
SURİYE HARİTAYI DEĞİŞTİRDİ
Colani yarın İsrail ile bir barış anlaşması bile imzalayabilir. Ürdün, Mısır ve Suriye, İsrail ile ortaklaşabilir. Lübnan çok zayıf durumda. Suriye’nin düşüşü ile bölge derinden sarsıldı. Artık mesele sadece Suriye de değil. Mesele Türk hükümetinin önem verdiği Süleyman Şah türbesinden ibaret değil. Süleyman Şah Türk tahayyülü açısından önemli bir figür, Ertuğrul Gazi’nin babası. Şu an benim bile izlediğim, Ertuğrul Gaziyi anlatan bir dizi var, o yüzden anlayabiliyorum. Dolayısıyla ülkeye dair birçok farklı tahayyül olduğu kesin. Ancak şimdiki hükümetin şu an bir Türkiye tasarımından çok bir İsrail planı olduğu açık. İnsanlar bunun Türkiye’nin Şam’a dost bir müttefiki taşıdığı yorumlarını yapıyor. Bence durumu yanlış okuyorlar. Bu işin propagandası. Bu Türkiye’den çok İsrail’in avantajına bir durum. İsrail’in uzun zamandır beklediği bir barış gerçekleşecek ve bu da Filistin davası açısından son derece can sıkıcı bir durum.
SANAYİ YATIRIMLARI KAPİTALİSTLERİN ÇIKARINA DEĞİL
2025 yılına Trump’ın yeniden Beyaz Saraya geçişiyle giriyoruz. Bu gelişmenin yeniden tartışmaya açacağı birçok başlık var. Çin ile girilen ticaret savaşı, Trump benzeri faşist hareketlerin yükselişe geçtiği Avrupa’nın geleceği ve Netanyahu’nun gelecek planları… Sizce ikinci Trump dönemi, emperyalist tahayyül açısından nasıl gelişmelere gebe, ekonomik ve jeopolitik olarak yeni bir atılım süreci mi olacak yoksa çokça bahsedilen gerilemenin yeni bir aşamasını mı göreceğiz?
İlk olarak, Biden dört yıl boyunca yatırımları ABD içerisine çekmek için ciddi çaba sarf etti. Çin ekonomisinden kopmak, ABD’nin bağımsız olarak çip imalatını sağlamak gibi birçok hedefi içeren bir yolu denedi. Bu yol tam olarak çalışmadı. Bu sorunun bir sebebi, Amerikan özel sermayesinin yatırım yapmaya çok niyetli olmaması. Yatırım oranları özel sermaye açısından çok düşük oranlarda. Özel şirketler bir araya gelip bir altyapı inşa etmeyecek. Hatta hükümet bir şekilde desteklemedikçe, örneğin arazi tahsis etmedikçe vs ABD içerisine bir fabrika bile kurma niyetinde değiller. Yatırım yapmamaya alıştılar. Rant toplamaya alıştılar. Örneğin Apple iyi bir örnek. Apple somut tesislere yatırım yapmıyor. Gerçek bir Apple fabrikası bile yok. Apple ürünlerini Foxconn üretiyor. Apple ise tasarıma, hisselere yatırım yapıyor. Telefon yapmaya yatırım yapmıyorlar. Dolayısıyla altyapıları dışarıdan finanse ediliyor. Buna alıştılar. Amerikan şirketlerini altyapıya yatırım yapmaya ikna etmek çok zor, örneğin sabit sermayenizi uzun vadeli yatırımlara yönlendirmek, taşere edilen altyapılara, bu altyapıların üretiminden gelen rantı toplamaya kıyasla çok daha yorucu ve kârsız. Bu yatırımların dönüşü çok daha hızlı oluyor. Yatırımların en hızlı getiri sağladığı sektör finans. Neden 100 milyon dolar alıp bunu altyapıya yatırıp, üç yıl sonra getiri sağlamasını bekleyesiniz? Onun yerine bu parayı borsaya yatırdığınızda benzer miktarı 2 ayda kazanabilirsiniz, bu sebeple anlamsız bir politika.
Dolayısıyla sanayi yatırımları için olumsuz bir baskı var Batı’da ve bu sorun. Bunun bir sebebi de batıda gerçek bir kamu sektörünün olmayışı. Buna karşın Çin gibi bir ülkede yatırımlar kamu sektörü tarafından yapılıyor, vergi yapısı, kamu birikimleri farklı, hükümetin gelirleri yönlendirme biçimi farklı. Devlet girişimleri ekonomiyi domine ediyor, özel şirketler değil. Batının çelişkisi bu. Trump yeniden aynı şeyi deneyip, yatırım için teşviklere bastırabilir. Bunu yapmanın bir yolu yatırıma dönük yasalar geçirmek yerine üçüncü dünyanın 1950-60’larda Üçüncü Dünyanın yaptığı şekilde bir ithalat stratejisi geliştirmek; gümrük vergileri uygulayıp, şirketlere eğer buraya telefon ithalat edeceksen yüzde yüz gümrük vergisi ödemen gerekir diyerek Amerikan sermayesini ABD içinde telefon üretmeye teşvik etmek olacaktır. Burada telefon üretip, fiyatı da piyasanın yüzde elli fazlasına satın diyecektir, bu da her halükârda gümrük vergilerine kıyasla yüzde elli daha ucuza getirecektir. Dolayısıyla gümrük vergilerini önceleyeceğini düşünüyorum.
Ama bunun da işe yarayacağını düşünmüyorum. Çünkü bir girişimci kapitalist olarak neden sermayenizi gerçekten insanların talep edeceğinden emin olmadığınız telefonları üretecek fiziksel bir tesise bağlayasınız? Bunun yerine doğrudan borsadan ya da alımlardan kâr edebilecekken?
İsrail konusuna gelirsek, Kısa vadede benim gördüğüm, İsrail’in planı Kasım Süleymani’ye ait stratejiyi zayıflatıp İsrail’in etrafına bir savunma çemberi örmek. Hizbullah, Suriye, Hamas, vs İran’ın direniş eksenindeki ülkelerin füze saldırılarıyla zayıflatılmasıyla birlikte ABD ve İsrail İran’a büyük bir saldırı düzenleyebilecek hale geldi. Biden son konuşmasında dört sorunlu ülkeden bahsetti; Rusya, Çin, Kuzey Kore ve İran. Bu listeye dikkatli bakarsanız bir ülkenin diğerlerinden ayrıldığını görürsünüz. Rusya, Çin ve Kuzey Kore, üç ülke de nükleer silahlara sahip. Dolayısıyla bu ülkelere doğrudan saldırmak çok mantıklı değil.
Ancak İran’ın nükleer caydırıcılığı yok. Dolayısıyla bu dört ülke arasında zayıf halkayı elemek istersiniz. Kasım Süleymani’nin savunma parametresi ortadan kalktığına göre İran’a yönelik saldırı imkânsız değil. İlginç olan şu ki İsrail bunu açıkça da söylüyor. İsrail savunma bakanı da Blinken de tekrar ediyor. Blinken New York Times ve Financial Times’de İran’ın şu an nasıl zayıf bir durumda olduğundan bahsetti. Hazır zayıfken neden bombalayıp hükümeti ortadan kaldırmayasınız?
Bu Çin’i zayıflatır mı? Kesinlikle. Çin’in Kuşak ve Yol sürecinin Ortadoğu ayağı açısından sorun yaratır. Rusya açısından da sorun yaratır. Biz konuştuğumuz sırada İran başbakanı Rusya’da stratejik bir anlaşma görüşmesinde. Doğrudan bir saldırıdan çekiniyorlar. İran’ın batısında gerçekleşen askerî eğitimlerin tek sebebi kendilerini savunabileceklerini göstermekti. Bu sebeple Trump başkanlığının İran’a doğrudan saldırmasından gerçekten endişeleniyorum.
AVRUPA BİR SEÇİMİN EŞİĞİNDE
Avrupa’nın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Ukrayna’da sürmekte olan bir savaş var ve kıtayı ekonomik ve siyasal anlamda etki altına aldı. Yükselen faşist hareketin de önemli gündemlerinden biri bu. Şu an Avrupa’nın geleceğinin daha mı bağımsız yoksa daha mı Amerikan bağımlısı olacağına dair tartışmalar var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
İlginç bir sorun. Avrupa’nın bununla baş etmesi gerek. Enflasyonun büyük oranda Ukrayna’dan kaynaklandığına şüphe yok. Ukrayna’nın yüzde yetmişi savaşın sonlanması gerektiğini düşünüyor. Nüfusun yalnızca yüzde otuzu savaşın sürmesi gerektiği fikrinde. Almanya, Britanya, Fransa, İtalya, İspanya, İsveç gibi Ukrayna’yı destekleyen ülkelerde bir barış anlaşması ciddi oranda destekleniyor. ABD’de nüfusun yalnızca yüzde 23’ü savaşın sürmesi gerektiğini düşünüyor. Romanya’ya bakarsak, kasım ayında gerçekleşen devlet başkanlığı seçimlerinde savaş karşıtı aday kazanmasına rağmen başkan olması engellendi. Almanya’da yalnızca iktidardaki ittifak açısından bir kriz yok, Sarah Wagenknecht ittifakı anketlerde bir anda yüzde 5’in üzerine çıktı. Birçok ana akım partiden daha yüksek, hatta iktidar ittifakındaki Özgürlük Partisini bile geçti. Die Linke’den çok daha popüler hale geldi. Avrupa’daki bu gelişmeyi dikkate aldığınızda, yalnızca aşırı sağda değil solda bile ülke içerisinde ciddi bir dalga olduğunu görebiliyoruz. Eski sosyal demokrat lideri Oscar La Fontaine açıkça Almanya’nın ekonomik krizi için tek bir çözüm olduğunu bunun da Ruslarla yeniden anlaşarak doğalgaz anlaşmasına dönülmesi, Nord Stream’in yeniden açılması olduğunu söyledi. Avrupa açısından yegâne çözüm bu.
Bunu ilginç buluyorum. Avrupa yazın gerçekleşecek NATO toplantısına kadar birçok seçim geçirecek ve o zamana kadar bir karar vermesi gerekecek. Asya ile entegrasyonu mu seçecek yoksa ABD’nin tahayyülünün parçası olmaya devam mı edecek? Trump’ın Grönland’ı almamız gerek ifadesi bu açıdan da garip. Danimarka NATO üyesi. Danimarka’nın parçası olan bir bölgeyi almamız gerekiyor diyor. Ahlaki üstünlük bunun neresinde? Örneğin Putin’in Donbas Rusya’nın parçasıdır demesine karşılık ABD’nin Grönland’ı ele geçirmeliyiz dediği bir durumda ahlaki üstünlükten nasıl bahsedebiliriz? Sınır bütünlüğü hiçe sayılıyor. Neden Grönland Danimarka’nın parçası, eski bir sömürge ilişkisi. ABD Grönland’ı ilhak etmeli demiyorum, ama kendi çelişkilerini ortaya koyuyor ve bu sadece Danimarka ile ilgili değil. Diğer ülkeler de bu durumu endişeyle izliyor. ABD’nin “Burayı istiyoruz” demesi bir ülke için meşru bir yöntem mi?
AYNI MÜCADELENİN FARKLI PARÇALARI
Çokça savaşlardan, faşizmden, krizlerden konuştuk. 2025’te dünyada emeğiyle geçinen milyarlarca insan için umudu nerede görüyorsunuz? Direniş olanaklarını, sistem dışı alternatifleri, özellikle de Küresel Güney açısından yalnızca ulusal değil uluslararası anlamda yeni alternatif olasılıkları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kurulmakta olan koca bir dünya var. Sri Lanka devlet başkanı solcu Disanayake Çin ile anlaşarak ülkeye altyapı yatırımları getirdi. Çin Peru’ya 3,6 milyar dolarlık yatırım yaptı. Bu gelişmeler önemli. İnsanların yaşam şartları açısından son derece önemli ilerlemeler. İşçi mücadeleleri tüm baskılara rağmen sürüyor. Türkiye’de metal işçilerinin direnişini takip ediyorum. Greve çıkıyorlar, Erdoğan yasaklıyor ancak direnmeye devam ediyorlar. Grev taleplerini sürdürüyorlar. Kesinlikle önemsiz bir mesele değil. Hitachi, vs çok çeşitli uluslararası şirketler için son derece önemli bir sektörde yaşanıyor. Onurlu bir tavır sergiliyorlar. Bu insanlar prekarya değil. Metal gibi modern sanayi için çok önemli bir sektörde çalışıyorlar. Her türden baskıya karşı sözleşmelerimizin pazarlığını yapmak istiyoruz diye ısrar etmeleri çok önemli.
Dolayısıyla halk mücadeleleri sürüyor. Birçok halk hareketi de siyasi zaferle sonuçlanıyor. Örneğin Senegal’de, Sri Lanka’da sol iktidara geliyor. Küresel güney ülkeleri son derece zor şartlara göğüs gererek, Washington’da yabancı yatırımlar için anlaşma yapmak yerine bağımsızlıkları için başka alternatif yollarla kalkınmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla farklı bir bakış açısından yaklaşmak gerekiyor. Sendikal eylemlerden sol iktidarlara, BRICS’te yaşanan gelişmelere kadar tüm bunlar aynı mücadelenin parçası.
WASHİNGTON DEĞİL BAĞIMSIZLIK YOLU
BRICS’in geleceği için ne düşünüyorsunuz?
İnşa halinde bir süreç. Henüz daha 15 yıllık bile değil. 15 yaşında bir çocuğa gelecekte ne yapacağını soramayız. En başta bir ticaret bloğu olarak kuruldu. Kuzey Atlantik’teki finans krizine karşı bir çözüm olarak ortaya çıkmıştı ve 2009’da siyasi bir proje değildi. Ancak siyasallaştı. Ticaret hacmi ve gelişimi açısından Endonezya’nın katılımı çok büyük bir avantaj oldu. Çünkü Endonezya’nın katılımından önce temelde OPEC+ içerisindeki büyük petrol üreticisi ülkelerinden oluşuyordu. Eğer Brezilya Venezuela’nın katılımını kabul etseydi büyük petrol üreticisi ülkeler aynı çatı altında toplanacaktı. Endonezya’nın katılması önemli. Dünyanın en büyük nikel üreticisi konumunda. Elektrik endüstrisi için hayati bir madde. Dolayısıyla BRICS yakında yalnızca fosil yakıt değil ayrıca elektrik endüstrisi açısından da önemli bir hammadde ittifakına dönüşecek, bu da bir geçişe işaret ediyor. Bu da dikkate değer bir gelişme. BRICS önemli bir pazarlık gücüne sahip olacak mı bu politik bir evrimi gerektiriyor, bugün bunu söylemek kolay değil. Ülkelerin çıkıp “ürünlerimizi ham halde satmaya devam etmeyeceğiz” diyebilmesi ciddi bir özgüven istiyor. Endonezya bunu yaptı. “Hiçbir nikel Endonezya içerisinde işlenmeden ithal edilmeyecek” dediler. Bu cesur bir hamle. BRICS içerisinde olmalarından mutluyum. Sol bir hükümet değil, hayal görmeyelim. Ancak bağımsızlıklarını önemseyen bir ülke, bunu önemli görüyorum.