Laf lafı açar
1980’lerin başında İzmir-Gaziantep yolu 22 saat sürerdi. Zorunlu hizmetimi yaptığım sağlık ocağına gidişlerimde, yanıma oturan...
1980’lerin başında İzmir-Gaziantep yolu 22 saat sürerdi. Zorunlu hizmetimi yaptığım sağlık ocağına gidişlerimde, yanıma oturan kişinin koltukta kapladığı yer kadar, konuşkanlığını da problem eder, yolu kafamda uzattıkça uzatırdım. Bu asosyal davranışımın mekanizmasını sonradan daha iyi anladım. Anlamama en yardımcı olan, yanındakiyle konuşmamak için elindeki kitaba gömülenlerden ve uykularından uyanmamak için elinden geleni yapmayanlardan dinlediklerim oldu. Konuşma başlatmak, laf açmak, pek de ilgi duymadığınız çoluk çocuklar ya da işler güçler hakkında sırf zaman öldürmek için sorular sorup cevaplar vermek, rasyonelliğe hayatlarında fazlasıyla yer verenler için her zaman ‘boş’ iş sayılır. Boş konuşma konusuna birazdan döneceğim. Bir sorum var, önce.
Sizin uzunca bir yolculukta yanınızda oturan kişiyle kısa ya da uzun bir konuşma başlatma olasılığınız nedir? Cevapların çok değişken olacağını düşünebilirsiniz, ama gerçek tam öyle değil. Büyük çoğunluk, ‘çok hevesli’ olmasa da, bir biçimde yan komşusuna bir söz söylediğini, bundan sonra karşı taraftakinin hevesi ölçüsünde sözün gerisinin geldiğini anlatıyor. Laf lafı açar ilkesi ile uzayıp giden bu yolculuk konuşmalarının arkasının gelmeyeceğini kabul eden çoğunluk, yine de konuşma, daha doğrusu laf açma arzusunu net bir biçimde hissediyor. Laf açma arzusunu yolculuk dışında nerelerde hissediyoruz? Bekleme salonlarında, kim olduğunu bilmediğiniz insanlarla oturtulduğunuz düğün masalarında ve diğer misafirliklerde (misafirlik kelimesinin anlamını biliyorsunuzdur herhalde ?), sınav kapısında... Bazı okurlar bu ortamlarda laf açmak ne kelime, tam tersine, laf açmamak, kaza ile bir konuşma başlatmamak için gayret gösterdiklerini söyleyeceklerdir. Fark etmez! Bir dürtünün kontrol edilmeye çalışılması ile gerçekleştirilmesi arasında dürtünün varlığının kanıtlanabilirliği açısından bir fark yoktur. Laf açma dürtüsünü, kontrol etme anında hissettiğimiz yerlerden bir diğeri de asansör ‘yolculukları’dır. Çoğumuzun konuşmamak, karşımızdaki ile göz teması bile kurmamak için en çok debelendiğimiz bu ortam, konuşmama ya da bakmamanın bir anlamda en zor olduğu, ve dürtüyü kuvvetle hissettiğimiz, ama yeri olmadığını ya da boşuna olduğunu düşündüğümüz için, bastırdığımız ve daha da kuvvetle hissettiğiniz, yerlerden birisidir.
Boş konuşmaya gereksinimi tam bu noktada hissederiz. Konuşmak ve bakmak büyük ölçüde insana özgü (diğer canlılarda da bakmak ve ses çıkartmak biçiminde olan) bir dürtüdür. Zira, başkaları ilgimizi çeker. Doğuştan başlayarak taşıdığımız her dürtüyü, kontrol etmeyi (tutmayı ve bırakmayı) öğrenmemiz gerekir. Tutmak (susmak) zor, bırakmak (konuşmak) anlamsız geldiğinde, konuşmuş olmak için konuşarak, dürtüyü bir biçimde susturmuş oluruz. Boş konuşma böylece doğar. Bizi rahatlattığı gibi, gündelik hayatta başkalarının varlığını kabul etmemizi, onlarla sahiden ilgilenmesek bile sırf bizimle aynı türden (insan) olduklarını farkettiğimizi belirtmek için konuşmamızı, bir çeşit ‘türe özgü’ davranış sergilememizi mümkün kılar. Boş konuşmayı bu anlamda insan olmanın bir özelliği sayabiliriz. Her hiperrasyonel genç gibi ben de boş konuşmayı lüzumsuz saydığımı babama ilan ettiğimde, babamdan işittiğim söz şöyleydi: “Hayat kemiksiz et gibi olsun istiyorsun” Ne kemiği, ne eti dememe fırsat bırakmadan ekledi: “Kemiksiz eti kolayca yutarsın, seni yormaz ve zorlamaz. Ama kemikli etin lezzetini başka hiçbir yerde bulamazsın.” İnsanca yaşamanın ilkeleri böylece şekillenmeye başladı. İlk cümle: Boş konuş, kemikli et ye. Ciddiyim.
YENİ TÜRKÜ
1979’da ‘Buğdayın Türküsü’ albümünü çıkartan üç kişi, Zerrin Atakan, Derya Köroğlu ve Selim Atakan, Yeni Türkü’nün 30’uncu yılı konserini 19 Temmuz Pazar günü İstanbul Açıkhava’da yapacaklar. Yeni Türkü’nün ilk kadrosunun ve yıllar içinde grup içinde beraber çalıp söyleyen hemen herkesin yer alacağı konser vesilesiyle birkaç cümle söylememi isteyen Ankara Fen Liseli dostum Selim Atakan’a yazdığım notu buraya da aktarmak isterim: Yeni Türkü bitmeyen gençliğimizdir. Yeni Türkü'nün kuşaklar ötesi şarkıları, yaşandığında coşku ve hüzün, hatırlandığında mutluluk uyandıran bir gençliğin müziğidir. O yüzden, bizden sonrakilere aktarmak istediğimiz bir miras gibi, sadece sevmekle yetinemez, sevdirmek de isteriz. Gençliğimiz, başka gençlerin hayatında Yeni Türkü şarkıları ile sürer gider.