Lahuti’nin Kızıl Divanı
Şiirin siyasetle buluşma örneklerini, inkâr edilemez etkisini geçtiğimiz günlerde şairimiz Adnan Yücel’in “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek sürecek bu kavga” şiiri meydanlarda okunduğunda gördük. Gördük ki, işte o zaman toz duman aralanıyor, siyasetin kiri pası dökülüyor, gerçek kendini gösteriyor, işte o zaman ışıklanıyor dünya.

Bugün size ilk gençliğinden hayata veda ettiği günlere kadar şiirle ve mücadeleyle iç içe yaşamış bir şairden söz edeceğim. Ama önce yaşadığımız günleri anlatmakla başlamak zorundayım. Çünkü “ortalık toz duman.” Siyaset sahnesini en iyi anlatacak bir cümle arıyorsanız benim önerim budur. İddialar havada uçuşuyor, ana muhalefet partisinin belediye başkanlarına uzanan tutuklamalardan sonra, bu kez doğrudan parti organlarına kayyım atanmasıyla nitelik değiştirme aşamasına mı geçiliyor sorusunu gündeme taşıdı. Parti yönetimi değiştirilebilir, yönetim görevden alınabilir, “mutlak butlan” ile partinin son iki yılı yaşanmamış sayılabilir, silinebilir, eski başkan yeniden göreve getirilebilir diye konuşmaya başladı sağdan soldan “fikir” sahipleri. Bu dava ortadan kalkmadı ama ertelendi.
Öte taraftan iktidar kanadında da ortalığın pek karışık olduğu, kapışma yaşandığının gizlenemez hale geldiği, gerçeği yansıtma ihtimali pek küçük spekülasyonlar da medyanın dilindedir. Cumhur ittifakının küçük ama etkili ortağının liderinin her söylediğinden derin anlamlar çıkartan kimileri neredeyse farklı bir dili çözüyor gibiler. Üst düzey atamalarda büyük bir kavga olduğunu, eski bakanla yeni bakanın kapıştığını, esrarengiz ziyaretler yapıldığını, tarikatların da işe karıştığını yazıp çizmeyi pek seviyor politik magazin erbabı. Doğaldır, elbette yazıp çizecekler, ama politika sahnesinde muhalefete strateji çizenler bu spekülasyonlara kulak verip halkı yanıltmamalı, kendilerine de yazık etmemelidirler.
Yalnız siyaset sahnesi mi? Son gözaltılara baktığınızda ekonomi dünyasına, borsada iş görenlere kadar uzanan tozu dumanı da görmelisiniz. Kuşkusuz bu karışıklığı da siyaset sahnesinden ayırarak anlamak zordur, hemen hemen imkânsızdır. Baksanıza siyaseti sarsan bir olay, örneğin Muhalefete sıra dışı bir saldırı borsayı yerlere yapıştırıyor, sükunet ise yükseltiyor. Adeta görünmez bir iple bağlıdır borsa siyasete. Maliye Bakanı uğraşıyor didiniyor, bedeli halka yüklemenin en gizli yöntemlerini buluyor, keşfediyor, hazineyi az biraz dolduruyor, siyaset ise bir günde yerle bir ediyorlar Şimşek’in kazanımlarını!
Muhalefet tarafında, henüz bir somut işbirliği görülmese de, sınırlı, her partinin meşrebine, üslubuna göre demokrasiyi savunma konusunda bir kıpırdanma görülebiliyor, ama bu henüz toza dumana katkısı fazla olan bir gelişme değildir. Parlamentoda kurulan uzun adlı Komisyon’un işlevi yetkisi şimdilik belirsizdir. Hiç gelişme yok demeyelim ama bir yandan infaz düzenlemesi planlanırken, öte yandan tek yasayla halledelim, sınırlı bir düzenlemeyle yetinelim dendiğini yazıyor gazeteler. Anlaşılıyor ki, Komisyon bir takım “öneriler” hazırlayacak, Meclis alt komisyonlarında görüşülecek, yasa teklifleri olarak Meclis Genel Kurulu’na sunulacak. Meclis’te Komisyon’daki 5/3 oranının geçerli olmayacağını da bilmek gerekiyor. Komisyon aşamasında henüz “terörsüz Türkiye” olarak adlandırılan çerçeveyi genişletecek demokratikleşme adımları söz konusu olmamıştır. İktidar kanadını oluşturanların söylemlerine bakılırsa, umarız yanılıyoruzdur, olacağa da benzememektedir.
Bu tozun dumanın içinde kendimizi yitirmemiz, sele kapılıp gitmemiz olasıdır; sağlıklı düşünmek kolay değildir. Çaba harcamak, yere düşmemek, tansiyonu kontrol etmek, yükseklerde de altlarda da gezinmemek, gerçek neyse onun ipine sarılmak gerekir. Tozun dumanın içinde bize doğruyu sık sık hatırlatan, mitinglerde eylemlerde kitlesel bir şekilde kendini gösteren halktır. Öyleyse doğru olan halka kulak vermek, onun kararlı, ısrarlı halinden ışık devşirmektir. Yüz binler alanlara çıktığında korkular dağılır, gerçekler dile gelir. Yüz binlerin sokaktaki varlığı, kapalı kapılar arkasındaki hileyi desiseyi tuz buz eder, Yüksek perdeden konuşanlar birden seslerini keser, ne olup bittiğini, bundan sonra ne olacağını anlamaya çalışırlar. Bu arada halk gerçekte en alçak gönüllü öznesidir siyasetin. Halkın, alanları dolduran kitlelerin öğrenme hızı kimi zaman ona yüksekten bakanları fena halde şaşırtır.
Şiirlerin ve şarkıların halkın coşkusunu yücelttiğini herkes bilir. Bu öyle duygusallığın ürettiği boş bir bir esriklik hali değildir. Tam tersine iyi şiirin, iyi şarkının kitlelerin sesine dönüşmesi şairlerin kendi hayat hikâyelerinden kaynaklanır. İnsanları ayağa kaldıran şiirin bilirsiniz ki yazarı dolu dolu bir hayat yaşamış, mücadele etmiş, hiçbir zaman sırça köşküne çekilmemiştir. İşte bizim Nazım öyle bir şairdir. Onun sevdiği Neruda da öyleydi. Sürgüne gitti, hapis yattı, mücadele etti. Ömrünü öyle tamamladı. Ömürleri her koşulda özgürlük için, eşitlik için, bağımsızlık için sömürüye karşı savaşla anlam kazanmış başka şairler de tanıyoruz.
Hayatının bir dakikası bile mücadelesiz geçmemiş İran doğumlu, geniş bir coğrafyada eylemli bir yaşam sürdürmüş, yalnız Tacik edebiyatının kurucusu değil Asya’nın her yerinde iz bırakan, Sovyet yurttaşı Abdülqasım Lahuti de onlardandır. Türkiye’de pek bilinmiyordu, onun hayat hikâyesini, kimi şiirlerini şair dostum Milat Bülent Kılıç “Kızıl Divan” adıyla derledi, Ravenart yayınladı. Şimdi Lahuti’yi daha fazla insanımız tanıma fırsatı bulacak. Nazım’ın özgürlüğü için şiir yazmıştı Lahuti. Nazım da ona “Ey Kremlin’i yazan adam / ey komünist ‘Hayyam’ / işte sen Farisi’nin / ilk / bolşevik / şairisin...” diye seslenmişti. Lahuti yalnız ömrünün sonuna kadar izini sürdüğü şiirleriyle değil her koşulda ve pek çok yerde sürdürdüğü mücadelesi ile de örnektir. Onun şiiri eyleminden ayrılmıyor, nerede olursa olsun orada sürdürüyor şiiri de mücadeleyi de.
Siyaset iyi şiirle buluştuğunda gerçekler coşkuyla halka ulaşır. Siyaset kötülüklerden arınır. Halkın dili, isteği, kendini eğitme olanağı bulan siyasetle buluşur. Bunun örneklerini, inkâr edilemez etkisini geçtiğimiz günlerde şairimiz Adnan Yücel’in “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek sürecek bu kavga” şiiri meydanlarda okunduğunda gördük. Gördük ki, işte o zaman toz duman aralanıyor, siyasetin kiri pası dökülüyor, gerçek kendini gösteriyor, işte o zaman ışıklanıyor dünya.


