Sosyalist sol düşün üzerinde sahibi olduğu ağırlığı, küçük parlamento temsilinde değil geniş etki alanında diğer akımlara taşıyacak dinamik rolü üstlenmelidir.

Laikliği sahiplenmek sınıfsaldır

Restorasyon derken kast ettiğimiz şey 2015 Genel Seçimleri’nden sonra, yani yenilgiye uğrayan AKP’nin yenilgiyi telafi etmek için uyguladığı olağandışı yöntemlerin birkaç aşaması oldu. Bu aşamalardan birisi 2016’daki darbe teşebbüsü vesile edilerek Anayasa’nın değiştirilmesi oldu. Önceki anayasa değişikliklerinden esasen cumhurbaşkanlığının tek dereceli seçimle iktidara getirdiği Erdoğan iktidardaki pozisyonunu yetkilerini de genişleterek rejimi bir adım daha öteye dönüştürme adımını attı. Referandum şaibeli bir referandumdur, YSK’nin aldığı ara karar sonuçları tartışmalı hale getirmiştir. Öyle ki Tayyip Erdoğan’ın kendisi bile “Atı alan Üsküdar’ı geçti” ifadesini kullanarak bir anlamda referandumun şaibeli olduğunu örtülü olarak ima etmiş oldu. Bu noktada 2017 Anayasa değişikliğinin bütün siyasal rejimi değiştiren özellikleri adım adım derinleşti. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve OHAL rejimiyle mevcut Anayasa’nın geçmişten artakalmış yasal çerçevesini bile ihlal eden uygulamalar geldi. Buna muhalefet çevrelerinde tek adam rejimi deniyor. Bana kalırsa neofaşizmin bir türünün eşiğindeyiz, bir kritik adım daha atılırsa tam geçmiş olabiliriz.


Restorasyon süreci ise 2015 sonrası uygulamaları getirdiği sorunların çözümüne ilişkin. Parlamenter muhalefetin ana blokunu oluşturan Millet İttifakı 2015’e dönüşü hedefliyor. Bu dönüş problemli bir dönüştür. Restorasyon ama nereye restorasyon? Bir restorasyon yapılacaksa 1980 Darbesi’nin getirdiği Anayasa’nın öncesini arayarak restorasyon yapmalıdır. Yani Türkiye’nin tüm demokratik çevrelerinin ana restorasyon hedefi 1961 Anayasası olmalıdır. 1982 Anayasası’nı hedefleyen bir restorasyon tutucudur. Üstelik 1982 Anayasası’na AKP iktidarı sırasında 2 kere revizyondan geçmiş olan bozulmaları da ilave deformasyonlar eklemiştir. Bu dahi ek bir problem olmaktadır.

Biriken lekeleri 1982 Anayasası’nın üzerine AKP yıllarında eklenen 2 bozulma daha var. Bunu ikiye ayıralım. Birincisi özellikle AKP yıllarına ama öncesine de yani ANAP iktidarına da taşınmaktadır. Rejimin İslamcılaşması yani laik birikimin aşılmasına dönük olan uygulamaların ilk adımlarını Turgut Özal’ın ANAP iktidarı döneminde yaşadık. Ama asıl deformasyon AKP iktidarına aittir. Özellikle eğitim sisteminde, adım adım kamu yönetiminin çeşitli alanlarında Cumhuriyetçi devrimin en kritik unsurlarından biri olan laik uygulamalar ve güvenceler bozulmuştur. Eğitim sisteminde, kamu yönetiminde, yasal düzenlemelerde Cumhuriyet birikiminin pek çok unsuru bozulmuştur. Eğitim sistemi özellikle hedeflenmiştir, imam hatip okullarının yaygınlaşması ve giderek alt yaşlara kadar taşınması, hatta Milli Eğitim Şurası’nda kabul edilen bazı kararlarla kontrol edilemez bir noktaya gelmiştir.

2015’e dönen bir restorasyon AKP iktidarının ilk üç dört yılından sonra birikmeye başlayan bu tortuyu özümseyerek ilerleyecek. Tipik bir örnek Diyanet İşleri Başkanı’nın merkezi bir rol oynaması, yeni yargı yılının DİB Başkanı tarafından duayla açılması, bu duaya Cumhurbaşkanı, Yargıtay Başkanı, diğer yüksek yargı mensupları ve CHP Genel Başkanı’nın katılması sembolik bir adımdır. Bir diğer örnek Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesiyle kılıçla çıktığı minberde Atatürk’ü açıkça suçladığı bir açılış konuşması yapmıştır. Bu konuşmaya tepki gösteren Millet İttifakı’ndan Meral Akşener olmuştur.

Genç bir insanın, Enes Kara’nın tarikat ve cemaat kontrolü altında gördüğü baskıya dayanamayarak intihar etmesi. Ne yazık ki en üzücü tepki Millet İttifakı’nın sembolik olarak Cumhuriyetçi kanadının militan kesimi olması gereken CHP’den, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan zayıf bir açıklama geldi. “Gençlerimizle ilgili canımızı yakan olgular söz konusu olunca, paylaşacağımız içeriklerde hepimiz sorumlu davranmak zorundayız. Bana kızanları anlıyorum ama etik sebeplerden dolayı paylaşım yapmayacağım” dedi. Bu herkesi tehdit eden açıkça eğitim sisteminin üst kademesini dahi kontrol eden siyasal İslamcılığın sineye çekilmesi anlamına geliyor. Daha önce ekim ayında parti kadrolarına Diyanet İşleri konusunda sorular gelirse cevap verin ama polemiğe girmeyin diye talimat verdiğini biliyoruz. İttifak’ın doğal katılımcısı üç parti var DEVA, Gelecek, Saadet. Bu üç parti de İslamcı geleneğin uzantısı. Babacan, Enes Kara’nın intiharı meselesine ilişkin “Beğenmedikleri her şey kapatılsın istiyorlar. AYM kapatılsın, diyenlerin ardından Enes’in ardından da bir şeyler kapatılsın diyorlar” gibi bir açıklama yaptı, tepki gelince yumuşatmaya çalıştı. Muhalefetin büyük ve küçük ortaklarının açıklamaları böyle. Akşener nispeten daha pozitif bir tavır alıp “Beğenmediğiniz eski Cumhuriyet’in en önemli gücü eğitime eşit katılımdı. Sosyal devlet sorumluluğu cemaatlere tarikatlara bırakıldı” dedi. Eleştiri yine sağ kanattan geldi. Ona göre Türkiye solu bu duyarlılığı taşımak zorundadır ve taşıyor. Bugün Cumhuriyet değerlerinde AKP tarafından yaratılan zararları ileride rejimi yeniden onarma aşamasında zaruri olarak vurgulayan sosyalist soldur.

Sosyalist sol 1980 Darbesi’ne kadar laiklikle ilgili bir mücadele yürütmek zorunda hissetmiyordu. 2007’de başlayan Cumhuriyet Mitingleri’nde dahi sosyalist solun katılımı marjinal kalmıştı. Fakat ne zaman AKP siyasal İslamı rejime yedirmeye başladı, bu duyarlılığı sahiplenen sosyalistler oldu ve şu an sadece sosyalist sol laiklik bayrağını ayakta tutuyor. Bütün gücümüzle Türkiye’nin tüm sosyalist güçleri bu duyarlılığı halk sınıflarına ve diğer siyasi akımlara da aktarmak zorundadır buna CHP’nin aydınlanmacı tabanı da dahildir. HDP’nin tabanında buna dair bir problem olduğunu sanmıyorum, ama onlarla iletişimin yürüyüp canlanması lazımdır. Sosyalist sol düşün üzerinde sahibi olduğu ağırlığı, küçük parlamento temsilinde değil geniş etki alanında diğer akımlara taşıyacak dinamik rolü üstlenmelidir.

Buna ikinci bir unsuru da ekleyebiliriz. Laikliği sahiplenmek sınıfsaldır. Siyasal İslam’ın emekçi sınıflara taşınması sınıf mücadelesini yumuşatmıyor felce uğratıyor. Siyasal İslamcı ideolojinin işçi sınıfına taşınması sınıf bilincinin kırpılıp nötralize edilmesine sebep olmaktadır. Bu karşımızdaki sınıfsal bir problemdir. Bu dönüşüm 80’lerde başladı ama esas olarak 21. yüzyılın problemidir. AKP döneminde bu neoliberal saldırılara teslimiyet yerleşmiştir ve yoğunlaşmıştır. 80 dönüşümü bir dönem telafi edildi. 12 Eylül rejiminden sonra emeğin büyük kayıplarını telafi eden bir ara dönemden de geçtik. ANAP iktidardan uzaklaşırken emekçi sınıfın sendika tabanından gelen büyük muhalefet dalgası ekonomiyi 4-5 yıl etkisi altına aldı. 12 Eylül ve ANAP rejimindeki kayıplar kısmen telafi edildi. Destekleme araçlarının felce uğradığı dönemde bölüşüm bozukluğu yaşanmıştı bu bozukluk 4-5 yıl telafi aşamasından geçmişti. Bu telafi aşamasının son bulması, Türkiye’de 98 sonrası IMF programıyla olmuştur. Buna 2001 krizinde yaşanan toplumsal tepki AKP’yi iktidara getirdi. Bu tepkilerle iktidara geldi ama 2015 yılına kadar IMF programını aynen uyguladı. Ondan sonra da ana öğeleri uygulama kaydıyla kaçamak yapmaya çalıştı. Ana öğesiyse şuydu işçi sınıfının örgütlenme düzeyinin dağılmasıdır. Bu 12 Eylül rejiminin getirdiği zorbalıklarla, neoliberal düzenin bozukluklarının sisteme yedirilmesidir. Bu AKP yıllarında yerleşik hale geldi. 80 öncesinde sendikal faaliyet Avrupa düzeyindeydi, bugün temsilidir. Asgari ücret ortalama ücret olmuştur. Kamu yönetiminde kamu personeli sözleşmeli personele dönüşmüştür. Sosyal devlet kurumlarının büyük ölçüde dağıldığı, eğitimin ve sağlığın ticarileştiği aşamalardan geçtik, bunun bedelini yaşıyor ve ödüyoruz. İşte eğitim sisteminde devletin ikinci role çekilmesi, özel eğitim kurumlarının yaygınlaşmasının yarattığı ağır bilançoyu günden güne yaşıyoruz. AKP bu politikaları istikrarlı olarak sürdürdü. Şimdi eğitim gibi en temel kamusal hizmetlerin piyasalaşmasının sonuçlarını yaşıyoruz. CHP’nin bir merkez parti olarak söylemleri bir neoliberal teslimiyet anlamı taşıdığı için özelleştirmelerden sosyal devlet ihtiyacına kadar bu ağır bilançonun telafisini ancak sosyalist sol gündeme getirebilir.

laikligi-sahiplenmek-sinifsaldir-971467-1.
Türkiye toplumu Medeni Kanun’u da içeren Cumhuriyet devrimlerini benimsemiş, özümsemiş bir toplumdur. Şeyh Said İsyanı gibi birkaç istisnayı göstererek toplumun Cumhuriyet devrimlerine direndiği söylenemez.



Şu anda yeni anayasa hazırlanma süreci içerisinde. Millet İttifakı’nın dışarıdan katkılarla 6 partiyle yaptığı bir çalışma içerisindeyiz. Sorun şu ki bu anayasa nasıl değişecek? 2016’dan sonra gelen yeni uygulamalar, OHAL rejiminde İstanbul seçiminin yapılması gibi gerçekler bir yana, oluşacak olan yeni Meclis mi anayasayı değiştirecek? Diyelim ki Millet İttifakı çoğunluğu aldı ve yeni anayasa süreci içerisine girdi. Mevcut Anayasa gerici 1982 Anayasası’nın ilaveten bozulmuş kurallarını içeren bir anayasadır. Türkiye parlamenter rejimi boyunca en demokratik anayasasını 1961’de hazırladı. Bu anayasayı iki kurum birlikte oluşturdu; biri Milli Birlik Komitesi’ydi, diğer Temsilciler Meclisi’ydi. Toplumsal sınıfların temsiliyle oluşmuş bir Meclis’le seçildi. Dolayısıyla anayasa değişikliğinin bir kurucu meclisle yapılması, kotasız eşitliği gözeten, halk sınıflarının örgütleriyle katılabileceği bir meclisle hayata geçmesi hedeflenmelidir.
İlginç bir şekilde Güney coğrafyasında Şili neoliberal sürece ilk giren ülkeydi. Pinochet ile ilk neoliberal uygulama Şili’de denendi. O anayasa şu anda değiştiriliyor. Nasıl değiştiriliyor? Halk sınıflarının direnci sonucunda bir referandumla. Pinochet’nin darbe anayasası referandumla değiştirilme kararı alındı. Referandumda iki soru soruldu; birinci soru anayasa değiştirilsin mi ikinci soru evet çıkarsa parlamento yoluyla mı değiştirilsin yeni kurulacak bir meclisle mi? Halk ikincisini tercih etti. Sosyalist sol da bunu gündeme getirmelidir. Kamuoyunda gündeme getirilirse Millet İttifakı’nın içinde dahi benimseyebilecek taban oluşabilir. Türkiye halkının toplumsal sınıflarının özlemle hayata geçirmeyi bekleyebileceği bir değişimdir. Tüm toplumsal sınıflar kendi örgütüyle buna katılabilmelidir. Türkiye’den birkaç yıl önce neoliberal düzene ve darbe anayasasına geçen Şili, şimdi bunu değiştirme sürecinde. Sadece başkanlığı sola kazandırmadı, ayrıca kurucu meclisinin bileşimi büyük ölçüde sola meyletti.

Endişeli muhafazakârlar

Niçin CHP kendi tabanında olmayan bir tutucu kesime yönelik hareket ediyor? Bu liberallerin Türkiye soluna AKP’nin ilk yıllarında taşıdıkları şu anlatı üzerinden şekilleniyor: “Türkiye toplumunun çoğu Müslümandır, bu kültürün siyasete taşınması doğaldır. Demek ki seçimi kazanacak partinin bu değerleri taşıması da doğaldır.” Tüm bu adımlar AKP iktidarını doğal gösterme çabası içindi. Bu durum bu iktidarın ilave yükü olan siyasal İslam’ı göstermiyor. CHP bu ayrımı yapamıyor. Türkiye toplumunda Müslümanlık bir birikimdir, edinimdir, buna dair kimsenin kavgası veya problemi yoktur. Farklı farklı insanlarda Müslümanlığın büyük küçük izleri görülebilir. Bu izler siyasi rejimi belirleyecek bir ağırlık taşımamaktadır. Türkiye toplumunun Müslümanlık birikimi Cumhuriyet devrimlerine bir engel olmamıştır. Türkiye toplumu medeni kanunu da içeren Cumhuriyet devrimlerini benimsemiş özümsemiş bir toplumdur. Şeyh Said İsyanı gibi birkaç istisnayı göstererek toplumun Cumhuriyet devrimlerine direndiği söylenemez. AKP siyasete Türkiye Müslümanlığını değil, ithal bir Müslümanlığı taşıyarak siyaseti işgal etmiştir. Ne Müslümanlığıdır bu? İhvan Müslümanlığı. AKP siyasetinin ana gündemini oluşturmuştur bu. Bu ana gündemde Nurculuk ile Fethullahçılık ile de bütünleşmiştir. Bu AKP’nin Türkiye Müslümanlığını fethetme çabasıdır. Bunu Türkiye toplumuna mal ederek aman İslami değerlerle tartışmayalım titizliği anlaşılabilir, ama yanlıştır. Bugün çeşitli nötr anketler Atatürk’ün büyük çoğunluğun kabul ettiği simgesel bir değer olduğunu gösteriyor. Türkiye’de laiklik İslami geleneklerle çatışmadan yaşamanın esnekliklerini ve nimetlerini yaşamıştır. Bu algılama CHP kadrolarına taşınmadı, bu önemli bir kayıptır.

Bugün önemli bir dönüm noktasındayız. Siyasal İslamcı rejimin sonunu getirme şansı var. Bu seçimler Türkiye’ye kayıplarını telafi etme olanakları sunacaktır. Sosyalist sol, diğer akımlar bir felç halinde olduğu için ek sorumluluklara sahiptir. Birinci sorumluluk şudur: Gündeme gelen restorasyonun tutucu değil demokratik olması, ikinci olarak neoliberal sermayenin tahakkümü döneminde yaşadığımız bütün kayıpların da telafi edilme dönemine gireceğiz. Neoliberal ve siyasal İslamcı yükün temizlenmesi sorumluluğu sosyalist soldadır. Bunun temsiliyeti aranmalıdır. Temsiliyetin ana gücü anayasa değişikliği sürecinde gündeme gelecektir.