Latin Amerika’da Trump kıyameti
Trump’ın sol hükümetlere ve Çin etkisine karşıtlık eksenli Latin Amerika politikası, bir başkandan diğerine giderek saldırganlaşan ABD emperyalizminin devamı.

Roger D. HARRIA - John PERRY
Artık kimse kuzeydeki hegemon tarafından Latin Amerika ve Karayipler’in “ihmal” edildiğinden “şikâyet etmiyor.” Trump yönetimi “kitlesel sınır dışı etmeleri” önceliklendirerek, “uyuşturucu selini” durdurarak, “ABD güvenliğine yönelik tehditlerle” mücadele ederek ve diğer ülkelerin ticarette “bizi kazıklamasını” engelleyerek birden fazla cephede mücadele ediyor. 200 yılı aşkın Monroe Doktrini canlı ve adeta doping almış gibi.
Peki Washington keskin bir sağa dönüş yaparak geçmiş uygulamalardan niteliksel olarak ayrıldı mı, yoksa zaten belirgin olan emperyal gidişatı yoğunlaştırdı mı? Ve sınırın güneyi perspektifinden bakıldığında, algılanan sorunlar ne ölçüde “ABD yapımı?”
SORUNLAR DIŞSALLAŞTIRILDI
Latin Amerika ve Karayipler’de (LAC) bakış açısı, “Yankilerin” bir sorunu olduğu ve sorunlarını güney komşularına yansıttıkları yönünde. Aşırı bir örnek, Barack Obama’nın 2015’te Venezuela’nın oluşturduğu “olağandışı ve sıra dışı tehdit” nedeniyle – sonrasında her başkan tarafından yeniden teyit edilen – temelsiz “ulusal acil durum” ilan etmesi.
Washington’ın emperyal perspektifinden bakıldığında, sorunların güneyden geldiği ve ABD’nin kurban olduğu görülüyor. Göç, “onlar bizi işgal ediyor” şeklinde bir arz yönlü bir muamma olarak görülüyor. Geçmişteki kasıtlı ABD politikası (Trump bu uygulamalara büyük ölçüde son verdi), hükümetlerini zayıflatmak için Venezuela, Nikaragua ve özellikle Küba’dan göçü teşvik etti.
Daha da önemlisi, göçmenlerin evlerini terk edip yolda büyük risklerle yüzleşmelerinin ana itici gücü, sözde “demokrasimize duyulan aşk” gibi çekim faktörleri değil, itme faktörleridir. Bunlar, Orta Amerika’nın Kuzey Üçgeni’ndeki kapitalist sömürüden, Küba, Venezuela ve Nikaragua’daki ABD’nin tek taraflı zorlayıcı tedbirlerinin neden olduğu yoksullaşmaya kadar uzanıyor.
YARIMKÜRENİN GÜVENLİĞİ
Mevcut ABD politikasının odak noktası, özellikle Pekin’in altyapı, telekomünikasyon ve enerji yatırımları olmak üzere Çin etkisine karşı koymak. Trump’ın Dışişleri Bakanı Marco Rubio, “Çin Komünist Partisi’nin Batı Yarımküre’deki genişleyen rolü ABD çıkarlarını tehdit ediyor” diye şikâyet ediyor.
Ancak ABD, jeopolitiğe askeri hâkimiyetinin öncelikli olduğu “sıfır toplamlı bir oyun” olarak yaklaşırken Çin, sopa göstermek yerine havuç sunarak “eşitlik ve karşılıklı fayda” ilkelerini takip ettiğini iddia ediyor. Çin’in ekonomik nüfuzu muazzam oldu, onu bölgenin ikinci, Güney Amerika’nın ise birinci en büyük ticaret ortağı yaptı. Ancak Trump, Panama’yı Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nden ayrılmaya zorlamayı başardı. Bölgenin en büyük iki ekonomisi olan Brezilya ve Meksika ise muhtemelen ABD baskısı nedeniyle henüz girişime katılmadı. Peru’da, Çin’in geliştirdiği büyük bir limanın kullanıcıları özel gümrük vergileriyle tehdit edilebilir.
ABD Uluslararası Kalkınma Finansmanı Kurumu’nun bütçesinin iki katına çıkarılması planlanıyor. Foreign Policy’ye göre, Çin’in etkisine karşı koymak için daha da güçlendirilmesi gerekiyor. Ancak Çin’in muazzam bir başlangıç avantajı var ve ABD, özellikle diğer kalkınma ajansı USAID’in bütçesi büyük ölçüde kısıldığı için yetişmekte zorlanacak.
Askeri olarak Trump, bölgedeki ABD güvenlik operasyonlarının görünürlüğünü ve kapsamını artırdı. Ortak tatbikatlar, liman ziyaretleri ve Karayip Havzası Güvenlik Girişimi gibi programlara hız veriliyor. Nisan ayındaki CELAC zirvesinde Latin Amerikalı liderler bölgenin bir “barış bölgesi” olması çağrısında bulunurken, Trump savaşla tehdit ediyor:
• Panama, “kamufle edilmiş” bir işgal olarak, daha büyük bir ABD askeri varlığını kabul etmeye zorlandı.
• Ekvador Devlet Başkanı Noboa, çete şiddetine karşı kendi “savaşında” ABD askeri yardımının yanı sıra Blackwater’dan Erik Prince’in özel paralı askerlerini de kabul ediyor.
• Marco Rubio, Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro’yu “büyük bir donanmamız var ve hemen hemen her yere ulaşabilir” diyerek uyardı ve komşu Guyana’da güç konuşlandırmakla tehdit etti.
NATO’nun bölgedeki varlığı, Kolombiya’nın hâlihazırda bir “ortak” olması ve Arjantin’in de bir ortak olmak için çalışmasıyla büyüyor. Arjantin’in işbirliği, Batı’nın Güney Atlantik’teki askeri rolü için hayati önem taşıyor. Başkanı Milei, ülkesinin stratejik hâkimiyet için kilit öneme sahip olan İngiliz işgali altındaki Malvinas Adaları üzerindeki iddiası konusunda şekilde kararsız hale geldi.
BÖLGESEL BÖLÜNMÜŞLÜK
Bölgesel birliğin parçalanması, uzun süredir devam eden bir ABD politika hedefi olmuştur. Özellikle Trump, aslında ABD emperyalizmine muhalefetin başka bir adı olan çok taraflılığı açıkça küçümsüyor.
Meksika (2018), Şili ve Honduras (2021) ile Kolombiya ve Brezilya’daki (2022) sol eğilimli seçim zaferleri bölgesel birliği güçlendirdi. Bu “Pembe Dalga”, Küba, Nikaragua ve Venezuela’nın sosyalist devrimlerinin başarılarına ve liderliğine eklendi.
Ancak Şili ve Honduras’ta (Kasım) ve Kolombiya ve Brezilya’da (her ikisi de 2026) yaklaşan seçimler bu kazanımları önemli ölçüde tersine çevirebilir. Önümüzdeki ağustos seçimlerinden sonra Bolivya’da sol yönetimin devamı, saflarındaki sert bölünmeler göz önüne alındığında zayıf görünüyor. Hileli bir seçimle Ekvador’da, görevdeki Noboa’ya karşı solcu meydan okuma başarısız olmuş görünüyor. Ancak, Peru’nun 2026 seçimlerindeki mevcut sağcı hegemonyasına meydan okunabilir.
Foreign Affairs şu tahminde bulunuyor: “Yarımküre genelinde organize suçlara yönelik yaygın hayal kırıklığı ve evanjelik Hristiyanlığın yayılması gibi sosyal değişimler, sağcı liderlerin yaklaşan seçimleri kazanma olasılığının yüksek olduğu anlamına geliyor.”
Bu nedenle ilerici birlik için gelecek belirsiz ve LAC’nin “Trumpokalips’e” (Trump kıyameti) tepkisini kısıtlıyor. Amerikan Devletleri Örgütü (OAS), ABD emperyalizmini sorgulamayacaktır. Alternatif bölgesel mekanizma CELAC, kısmen OAS’ın eksikliklerini gidermek için Washington’ın katılımı olmadan kuruldu. Honduras Devlet Başkanı Xiomara Castro tarafından son zirvesi için hazırlanan geniş, anti-emperyalist bir bildiri, Arjantin ve Paraguay tarafından büyük ölçüde sulandırıldı.
Latin Amerika’da potansiyel olarak güçlü ancak henüz belirsiz bir bölgesel etkiye sahip çok taraflı organ BRICS’tir. Brezilya kurucu üyesidir ve şimdi Küba ve Bolivya ortakları oldu. Diğer LAC ülkeleri de katılmaya hevesli. Ancak bu kez solda bölgesel bölünmüşlüğün başka bir göstergesi olarak Venezuela ve Nikaragua’nın son başvuruları Brezilya tarafından engellendi.
Trump’ın performans tarzından bağımsız olarak temel politikaları, çoğunlukla bölgeye yönelik ABD politikasını uzun süredir yönlendiren partiler üstü mutabakatla uyumludur. Bunlar arasında piyasa odaklı reformlara destek, askeri güvenlik yardımı, solcu hükümetlere düşmanlık ve Çin etkisinin sınırlandırılması yer alıyor.
Gerçek sonuçlar incelendiğinde, “Biden köprüsü” olarak adlandırılabilecek şey, en azından kısmen, Trump’ın belirgin şekilde çatışmacı uygulamalarının temelini oluşturuyor.
BIDEN KÖPRÜSÜ
Washington’ın bölgesel politikası, keskin bir şekilde farklılaşan ideolojik taahhütlerden ziyade, giderek artan bir şekilde kurumsal atalet ve partiler üstü uygulama mutabakatı tarafından şekillendirilmiştir. Yani, bir başkandan diğerine giderek saldırganlaşan bir emperyalizm gidişatının devamı olan “Biden köprüsü” var. Ama aynı zamanda bir “köprüyü çok geçmek” (aşırıya kaçma) yönü de var ki, göçmenleri El Salvador’un kafa başına ödeme yapılan hapishanesine atmak bunun (şimdiye kadarki) en aşırı örneği.
Trump’ın Oval Ofis’e dönüşünün olumlu bir yanı varsa, o da çıplak tahakküm için temel emperyalist dürtüyü çekinmeden açığa çıkarması, ABD hegemonyasının zorlayıcı temellerini açıkça ortaya koymasıdır. Trump uluslararası taahhütlere pek aldırış etmezken, ticaret anlaşmalarını hiçe sayarken, selefleri – Biden, Obama, Clinton ve Bush – hepsi ABD önceliklerini yansıtmak üzere “kurallara dayalı düzeni” teşvik etti ve uluslararası hukuku kolayca bununla değiştirdi.
Trump’ın politikaları, kalıcı ABD önceliklerinin bariz bir şekilde abartılması oldu. Özellikle Trump’ın yeni toprak hırsları Grönland’dan Panama’ya uzanırken, Yankee hegemonyası altında bölgesel özerkliğin yapısal sınırlarını ortaya çıkardılar. Daha önce ikiyüzlü ortaklık diline bürünmüş olan politikaların zorba temelleri, şimdi mafya tarzı tehditler şeklini alıyor.