Google Play Store
App Store
Liseliler müfredatı sokakta yazıyor

Ayşe Alan - Eğitimci

Yıllardır iktidarın en temel davranışlarından biri, eğitim politikalarına yönelik tepeden inme hızlı ve köklü değişiklikler yapmak. Nitekim proje okulları uygulamasının başlaması da, tepkilere neden olan son değişiklikler de böyle yapıldı.

Resmî adı Özel Proje ve Program Uygulayan Okullar olan proje okullar 2014’te yürürlüğe girmişti. Ulusal veya uluslararası proje yürüten okul ve kurumlar proje okulu olarak adlandırıldı. Aynı yıl bakanlık bu okullarda çalışan öğretmenleri varolan tayin sisteminden çıkartarak kendi tasarrufuna bağladı. Uygulama başladığında da tam bir öğretmen kıyımı yaşanmış, pek çoğunun görev yeri değiştirilmişti.

8 Nisan 2025’te MEB “2025 Yılı Özel Program ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumları’na Öğretmen Atama ve Yönetici Görevlendirme” kararını açıkladı. İstanbul başta olmak üzere, birçok proje okulunda görev yapan yönetici ve öğretmen tercih etmedikleri okullara atandı. Öğretmenler, bazılarının yeri değiştirilmezken, kendilerinin neden okullarından gönderildiğini bilmediği gibi; kamuoyu, öğrenciler ve veliler de bu atamaların hangi kriterlere göre yapıldığı bilmiyor.

Haberin duyulmasıyla tepkiler önce sosyal medyada yükseldi. Ardından bu okullarda okuyan öğrenciler ve mezunlar açıklamalar yayınladılar. Liselerde yürüyüşler, oturma eylemleri, ders boykotları başladı ve eylemler sokaklara, ilçe meydanlarına taşındı.

KAMUSAL EĞİTİME TIRPAN

AKP iktidarında eğitim, daha iyi bir sosyoekonomik katmana terfi edebilmenin yolu olmaktan çıktı. Okul bir sosyoekonomik dışlama aracına dönüştü. Son yıllarda öğrenci ve ebeveynlerin gelecek için okuldan umudu kesmelerinde bunun etkisi büyük. Her geçen yıl derinleşen yoksulluk çocuklar için ağır bir yük. Öğrenciler kitap alamaz, okulda beslenemez, ulaşım ücretlerini karşılayamaz hale geldi.

2025 verilerine göre Türkiye, öğrenci başına yapılan harcamalar açısından oldukça geride. İlköğretimde OECD harcama ortalaması, öğrenci başına yıllık 9.923 ABD doları iken, Türkiye’de sadece 4.036 dolar. Ortaöğretimde Türkiye için öğrenci başına yıllık 4.793 dolar olan harcama OECD ortalamasında 11.400 dolar.

TÜİK’in 2023 verilerine göre, 15-19 yaş grubundaki gençlerin %28’i ne eğitimde ne de istihdamda yer alıyor. Lise seviyesinde, ekonomik gerekçelerle okuldan ayrılanların sayısı hızla artıyor. Yoksul ailelerin çocukları için eğitime devam etmek bir lüks oldu. Hal böyleyken nitelikli eğitim alınabilecek, öğretmenlerin olumlu okul iklimi yarattığı, bir geleneği olan devlet okulları cansuyu değerinde. Bu kadar çok öğretmenin gönderilmesi, bu okullara ağır bir darbe.

NİTELİK SORUNU

Son 20 yılda liseler iktidarın uygulamalarından en çok etkilenen eğitim kademesi oldu. Yerleştirme sistemi gittikçe daha ayrımcı ve dışlayıcı hale getirildi. Nitelikli/niteliksiz okul sınıflandırması yaratıldı. İmam Hatip Liseleri’nin sayıları arttı. Ancak yine de Anadolu Liseleri tercih edilince 60 kişiye varan sınıflar oluştu. Seçmeli dersler bandı sürekli olarak değişti. Pek çok okulda zorunlu seçmeli dersler dayatıldı. Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi 4 yıl boyunca 2 ders saatine çıktı. “Din ve Ahlaki Değerler” başlığı altındaki dersler, değerler eğitimi projeleri, müftülüklerle ortaklıklar, hafızlık yetiştirme programları gibi pek çok uygulama yapıldı. Okullara mezuniyet eğlenceleri bile çok görüldü. Yılbaşı kutlamayın mesajları gitti. Sosyal mühendislik çabalarıyla tasarlanan bu politikaların öğrenci ve ebeveynlerde karşılığının olmadığı görülse de bu politikalarda ısrar edildi.

Oysa kamusal eğitim bir ülkenin ortak zeminidir. Bu zemin ne kadar bölünürse öğrenciler arasındaki fırsat eşitliği o kadar zayıflar. Laik, bilimsel, eşit fırsat ve haklara dayalı eğitim işe yarar. Ancak toplumun bir kesiminin değerlerine/isteklerine hitap edecek bir içeriği tüm çocuklara dayatmak işe yarayacak bir model değildir.

LİSESİLER FARKINDA

Okulları anlamaya çalışırken yapılan hatalardan biri, okulu bir “fanus” gibi varsaymak, öğrencilerin yaşadığı toplumda olan bitenden etkilenmediğini ya da idrakinde olmadığını düşünmektir. Mevcut idareciler tam da bu hatayı yapıyor. Öğretmenlerini kaybettikleri için eylem yapan, basın açıklaması yapan, dayanışmaya çağıran bu öğrencilere idari uyarılarla, aba altından sopa göstermelerle, azarlamalarla sonuç alacaklarını sanıyorlar.

Oysa öğrenciler müfredatta olan ya da olmayan şeyleri de kendi deneyimleriyle öğrenir ve hayatta test ederler. Sosyal medyada gördükleri küresel adalet mücadeleleri, pandemide deneyimledikleri eşitsizlikler, memleketin her zerresine sinen adalet arayışları ve giderek derinleşen yoksulluk, onları itaat etmeye değil, sorgulamaya itiyor. Tam da bu yüzden “hayır” diyor, tepki gösteriyorlar. Parmak sallayan idarecilerin karşısında da net ve mantıklı argümanlarla kendilerini savunabiliyorlar.

BU KUŞAĞA OKUL SİSTEMİ DAR GELİYOR

İktidarın eğitim politikaları ve müfredatın hedeflediği “vatandaş” tahayyülünün öğrencilerde bir karşılığı yok. Kendini tek bir kimlikle tanımlamayı reddeden bu kuşağa, iktidarın sınırlarını kendine uygun bir kimlik inşa etme motivasyonuyla çizdiği bu okul sistemi dar geliyor. İçine doğdukları internet çağının yerlileri ve asıl sahipleri olan bu kuşak için, geçmişin de gerisinde kalan vasatlıkta bir müfredatın ne bugün ne de uzun vadede karşılığı yok. Eğitimin de üniversitenin de ihtiyaçlarını karşılayamayacağının farkında olan bu gençler müfredatlarını kendileri yaratıyor.