Google Play Store
App Store

Lizbon’daki Direniş ve Özgürlük Müzesi’nde yer alan “25 Nisan DAİMA!” sergisi, Portekiz halkının demokrasi yolculuğunu anlamak için uğranılması gereken bir durak.

Lizbon: Karanfil ve isyanın şarkısı

Semiha DURAK 

Poor Things (Zavallılar) filmini izleyenler, Lizbon’un gerçeküstü bir versiyonuyla karşılaştılar. Fantastik bir kurgu da olsa, Lanthimos’un Lizbon’u hem tanıdık hem de yabancı gelen tuhaf bir his veriyordu. Sanırım bu, şehrin renkli mimarisi, dolambaçlı sokakları ve sokakları saran tarçın kokusundan, yani Lizbon’un gerçekte de rüyadaymışız hissi uyandıran dokusundan kaynaklanıyor. Tabii ki filmi izlerken, gerçekliğin ötesine biraz daha geçiyoruz; bu doğru. Poor Things, Lizbon’un eski dünya cazibesinden faydalanarak, şehri garip ve güzel olanın bir arada bulunduğu bir yer olarak yeniden tasarlıyor ve karakterlerin grotesk yolculuklarına mükemmel bir arka plan sağlıyor.

Filmdeki bu fantastik Lizbon tasviri sadece görsel olarak büyüleyici değil, aynı zamanda derin bir sembolik anlam da taşıyor. Poor Things’de şehir, ana karakter Bella’nın kendini keşfettiği, kuralları çiğnediği ve sıra dışı bir yolculukta geçirdiği dönüşüm süreçlerini yansıtıyor. Lizbon, özgürleşme, isyan ve kimlik arayışını vurgulayan Bella’nın hikayesi için ideal bir mekân haline geliyor.

“İdeal mekân” diyorum çünkü Lizbon’un tarihi, gerçekte de benzer bir isyan, direniş ve mücadele ile örülmüştü. Portekiz’in Atlantik Okyanusu’na açılan kapısı olarak kültürel zenginliği ve tarihi mirasıyla büyüleyen bu şehir, her köşesinde isyan, direniş ve devrim hikayeleri barındırıyor. Tarihindeki en önemli olaylardan biri de bu yıl 50. yıldönümü kutlanan Karanfil Devrimi.

∗∗

YIKILAN DİKTATÖRLÜK

Karanfil Devrimi’nin hikayesi, 24 Nisan 1974 gecesi Lizbon radyolarında çalınan bir şarkıyla başlamıştı. “E Depois do Adeus” adlı bu parça, Portekiz’in 48 yıllık diktatörlük rejimini sona erdirmek için harekete geçmeye hazırlanan askerlere verilen ilk gizli sinyaldi. Radyoda bu şarkıyı duyan subaylar, birkaç saat sonra çalacak olan ikinci sinyali beklemeye başladılar. O sinyal, devrimin sembolü haline gelen “Grândola, Vila Morena” şarkısıydı. Şarkı Lizbon’un sokaklarında yankılanırken, subaylar şehirdeki stratejik noktaları ele geçirmek için harekete geçti. Bir askeri darbe olarak başlayan bu hareket, halkın coşkulu katılımıyla gerçek bir devrime dönüştü.

Ertesi sabah, Portekiz halkı sevinç içinde sokaklara dökülerek askerleri karanfillerle karşıladı. Evlerinden getirdikleri yiyecekleri askerlere ikram eden halk, kırmızı karanfilleri tüfeklerin namlularına yerleştirerek tarihe kazınacak bir sahne oluşturdu. Bu görüntüler, devrime “Karanfil Devrimi” adını kazandırdı ve Portekiz’in diktatörlükten demokrasiye geçişinin sembolü haline geldi.

Ancak bu devrimin arka planında başka bir hikaye daha yatıyordu. CIA’nin “Şili Ekibi”nde yer alan ve  ABD’nin Şili’de yaptığı darbede rol alan Frank Carlucci, 1974’te Portekiz’e ABD büyükelçisi olarak atanmıştı. Carlucci’nin Portekiz’e atanmasının ardında yatan neden, Portekiz’e bağlı sömürgelerde hızlanan bağımsızlık hareketlerine ve komünizm rüzgarlarına karşı duyulan korkuydu. Portekiz’in sömürgelerindeki Afrika ülkelerinde Küba’nın desteklediği bağımsızlık hareketleri güç kazanırken, aynı rüzgarlar Portekiz topraklarında da esmeye başlamıştı. Carlucci’nin görevi, bu değişim rüzgarlarını bastırmak ve Portekiz’in Avrupa’nın “Küba’sı” olmasının önüne geçmekti.

Fakat işler Carlucci’nin planladığı gibi gitmedi. Portekiz halkı, uzun yıllardır süren baskı ve sansür dönemine karşı yükselttiği sesiyle diktatörlüğü devirdi. Karanfil Devrimi’nin hemen ardından, sürgündeki Komünist Parti lideri Álvaro Cunhal Lizbon’a geri döndü ve devrimin ilk 1 Mayıs kutlamasında sosyalist lider Mario Soares ile birlikte efsanevi bir mitinge katıldı. Tarım kooperatifleri ve kolektifler kurulmaya, ekonominin kilit sektörleri kamulaştırılmaya başlandı. Portekiz’de köklü bir toplumsal değişim yaşanıyordu.

∗∗

DİRENİŞ BUGÜN DE VAR

Bugün Portekiz, Karanfil Devrimi’nin 50. yıldönümünde, bir yandan bu mirası onurlandırırken, tüm dünyayı etkileyen yeni tehditlerle karşı karşıya. Chega gibi aşırı sağ partiler, geçmişteki diktatörlük dönemine öykünen söylemleriyle endişe uyandırıyor. Ancak halk, Karanfil Devrimi ile kazandığı özgürlük ve demokrasiyi koruma mücadelesini bugün de sürdürüyor.

Bu bağlamda, Lizbon’daki Museu do Aljube – Direniş ve Özgürlük Müzesi’nde bulunan “25 de Abril SEMPRE!” (25 Nisan DAİMA!) sergisi, Portekiz’in demokrasi yolculuğunu anlamak için önemli bir durak. Bu sergi, 50 yıl önce kazanılan özgürlüğün hâlâ korunması gereken bir değer olduğunu hatırlatıyor. Sergi, devrimin başlangıcından bugüne kadar olan süreci ziyaretçilere sunarken, aynı zamanda geleceğe dair bir demokrasi hayali kurma çağrısında bulunuyor. Müze, kalıcı sergisiyle de zaten görülmeden Lizbon’dan ayrılınmaması gerekenler listesinde baş sıralarda olmalı. Museu do Aljube – Resistência e Liberdade ismi pek duyulmamış bir müze. Ama Lizbon’un, Portekiz’in tarihini anlamak ve dünyayı yorumlamak için oldukça önemli bir mekân. Fotoğraflar ve belgelerden hazırlanmış panolarla, Portekiz’in Estado Novo (yeni devlet) rejimi  ve bu dönemin büyük bir kısmını kapsayan Salazar’ın diktatörlüğü gözler önüne seriliyor. Örneğin, PIDE’nin (Portekiz’in gizli polisi) Nazi Almanyası’nın Gestapo’su ve Mussolini’nin OVRA’sı gibi dış istihbarat servisleriyle işbirliği yaptığına dair belgeler sergileniyor. PIDE memurlarının, ABD’deki CIA tesislerinde sorgulama eğitimi aldığı ve bu eğitim sırasında CIA’in ünlü “KUBARK Kontr-İstihbarat Sorgulama” el kitabına erişim sağladığı da gösteriliyor. Bu el kitabını kullanan PIDE memurları sorgulama yöntemlerini yeniden düzenlemiş ve insanlar üzerinde “duyusal yoksunluk” gibi işkence tekniklerini sistematik olarak uygulamışlardı. Müzede, PIDE’nin işkence uygulamaları sonucu hayatını kaybeden siyasi tutukluların hikayeleri unutulmamış. “Acının Eşiğinde” başlıklı bölüm, siyasi mahkûmların maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik işkencelerin kısa ve uzun vadeli etkilerini detaylandırıyor. Burada Tarrafal Toplama Kampı’ndan sağ çıkan ancak gördükleri işkencelerin kalıcı etkileriyle yaşayan birçok mahkûmun hikayesi yer alıyor.

Özellikle Salazar’ın diktatörlüğü döneminde baskıya uğramış entelektüellerin hikayelerini de anlatan müze, 1930’lar ve 40’larda rejim karşıtı görüşleri nedeniyle üniversitelerden uzaklaştırılan bilim insanları ve sanatçıların Portekiz’in entelektüel birikimine yaptığı önemli katkıları ziyaretçilere aktarıyor. Bu değerli isimlerin ve onların ülkeye kazandırdığı direniş ruhunun anısını yaşatmak, müzenin temel amaçlarından biri. Müze, tüm bu ağır ve zor tarihin yanı sıra, anlatıyı biraz daha eski zamana taşıyarak bağlamları ve bağlantıları kurmayı ziyaretçilere bırakıyor. Angola, Mozambik ve Gine-Bissau gibi Afrika ülkelerindeki bağımsızlık hareketlerinin, Salazar’ın baskıcı politikalarına karşı verdikleri mücadelenin izlerini gözler önüne seriyor. Amílcar Cabral’ın “Portekiz sömürgeciliğinden toprağımızı kurtarmak için savaşıyoruz” sözleri, bu mücadelenin kararlılığını simgeliyor. Frank Carlucci ve onun gibilerin etkisi dünyanın birçok köşesinde hissedilmiş olsa da, Portekiz halkının Karanfil Devrimi ile kazandığı zafer, baskıcı rejimlerin kalıcı olmadığını gösteren güçlü bir örnek.  Sessizliğin ardından yankılanan “Grândola, Vila Morena” şarkısı ve kırmızı karanfillerle dolu sokaklar, özgürlüğün en karanlık anlarda bile umut bulabileceğini simgeliyor.

Lizbon halkı, 50 yıl önce başlattığı bu özgürlük yolculuğunu sürdürerek, her şeye rağmen şarkıların yarım kalmayacağını ve özgürlüğün her zaman bir umut ışığı olarak var olacağını dünyaya hatırlatıyor.