Google Play Store
App Store

Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Gerçek kanaatim şudur: Milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım, ‘Öldüreceğiz’ diyenlere karşı, ‘Ölmeyeceğiz’ diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir.

Bunlar bir askerin ağzından duyabileceğiniz en erdemli ve bilgece sözler.

Ancak, zamanımızın “demokrasi”lerinde, seçimle iktidara gelen sivillerin, salt oturdukları koltuklardan kalkmamak, yapıp ettiklerinin sonuçlarından kaçmak için savaşı araçsallaştırdıklarına sık tanık oluyoruz.

Savaş ikliminde yapılan seçimler de genellikle otoriter liderlerin ömrünü uzatmaya yarıyor.

Savaş ikliminde, bir iktidarı rahatsız edebilecek; onun çürümüşlüğünü, yolsuzluklarını görünür kılacak; yoksulluğu, işsizliği konuşabilecek koşullar kalmıyor.

Vicdansız iktidarlar, halka hayatlarının tehlikede olduğunu anlatan hırslarıyla cinayetler işleyerek, ulusu gerçekten tehlikeye atıyorlar.

Netanyahu’nun, Batılı destekçilerinin yarım ağız ateşkes telkinlerini de dinlemeyerek savaşı Gazze’den Lübnan’a taşıması tam da böyle bir şey.

Lübnan da alevler içinde kalıp savaş çanları tüm bölge için çalınca, çan sesleri bizim kulaklarımızda da çınlayacak.

Erken olsun, 5 yıllık dönemin tam ortasında olsun, yok zamanında olacak diyerek konuşulan ya da yeterince konuşulmadığından yakındığımız seçim, bölgeyi saran savaş ikliminde yapılınca halkın canını yakan sorunlar konuşulamaz olacak: İktidarı destekleyin, çünkü millet hayati tehlikeye maruz kalmış durumda!

Bunun alıcısı da olacak, aklı başında insanların sesi bastırılacak. Tıpkı şimdi İsrail’de olduğu gibi.

Netanyahu Gazze’de taş üstünde taş bırakmadı, kadın çocuk on binlerce insanı katletti, kendisine sorarsanız Hamas’ın belini kırarak “kazanımlar” elde etti. Ancak, İsrail’de kimse “zafer” kazandık diyemiyor. Zafer, rehineleri alıp getirilmesi ve Hamas’ın direniş kapasitesinin sıfırlanmasıydı. Olmadı.

Şimdi Lübnan’a, Hizbullah’a yöneldi. Önce, dehşete düşürücü bir savaş suçu daha işleyerek sıradan bir “sivil” aracı bombaya dönüştürüp insanların ortasında patlattı. Çağrı cihazı ve telsizlerle yaptığı saldırıda 4000’den fazla insan yaralandı ve 20’den fazlası da öldü.

Hizbullah’ın zayıflığını ortaya koydu, liderliğini “rezil” etti. Mossad’ın çizilen karizmasını önemli ölçüde onardı. İsrail içinde ve dışında Hizbullah alay konusu oldu.

Bu aşamada Lübnan’a yönelmek Netanyahu’ya yarıyor gibi. Gazze ikinci planda kaldı bile. Netanyahu’da somutlanan İsrailsavaş aklıHizbullah’a yaralarını saracak zaman verilemeyeceğini, yüzde 50’si yok edilen füze kapasitesi tehdit olmaktan çıkana kadar vurmaya devam etmek gerektiğini söylüyor.

Hizbullah füzelerinin yüzde 50’sinin yok edildiği doğru bile olsa, kalan yüzde 50 on binlerce füze demek ve Hizbullah bunları İsrail’in kalbine gönderebileceğini kanıtladı.

Netanyahu için Lübnana’da “zafer”in bir boyutu sınırında evlerini terk etmek zorunda kalan 60 bin kişiyi evlerine döndürmek, bir boyutu da Hizbullah’ın savaş kapasitesini yok etmek. Evdeki hesabın çarşıya uymaması, evlerini terk edenlere yenilerinin eklenmesi, İsrail’in canının da epey yanması olası.

Bu yüzden, her İsrailli patlayan çağrı cihazlarına gülmedi. Hizbullah’la kapsamlı bir savaşa yaklaşıldığı endişesiyle dolaplarındaki dayanıklı gıda stoklarını kontrol edenler oldu. Çağrı cihazlarını patlatan zekâyı değil yol açacağı sonuçları önemseyenler, “İsrail savaştan sağ çıkacak, ancak o nasıl bir İsrail olacak?” diye soruyorlar.

Lübnan ateş altındayken, bizim düşünmemiz gereken bir şey de savaş ikliminde bir seçimin sonuçları!