Lütfen ayağa kalkar mısınız!
Gençlerbirliği taraftarından öğrenilecek çok şey var. Genç, yaşlı, çoluk çocuk; leş küfürler etmeden, güle oynaya maç seyrediyorlar. En öfkelendikleri pozisyonda bile “Acemi hakem!” diye tezahürat yapıyorlar. Böyle de tutkuyla yapılabiliyor taraftarlık, kimse kendisini kandırmasın.

Dün bir kez daha tanık olduğum bir şahaneliği, Gençlerbirliği taraftarının şahaneliğini anlatmak istiyorum bugün size biraz. Yeni bir şey değil tabii. Evvel ezel böyledir Gençlerbirliği taraftarı. Hasılı Amerika’yı yeniden keşfetmeyeceğim ama yazacağım, çünkü altını bin kez çizmek gerek bu güzelliğin.
Nefis bir Ankara baharının izi vardı dün statta. Ankara baharı, üzerinde en çok saçmalanan konudur biliyorsunuz. Saçmalıklardan biri “Ankara’da bahar yaşanmıyor kardeşim, hemen yaza, hemen kışa geçiliyor vallahi” konulu cümledir. Bu cümle bir kere kurulmuş ve anlamsız biçimde yerleşmiştir bazılarının aklına. Dünyada en güzel bahar yaşanan kentlerden biridir oysa Ankara. Sonbaharı da ilkbaharı da; uzun uzun, tatlı tatlı, bahar dediğimiz şeyin tüm özelliklerini taşıyarak yaşanır.
İkinci saçmalık da “Yine ‘bahar geldi’ dedik ama bak yağmaya başladı” saçmalığıdır. Şunu artık kabul edin be ciğerim: Bahar dediğimiz tam olarak budur. Bir yağar, bir açar. Üşütür, terletir, yakar, serinletir, yine güneş çıkar, sonra gider ahmak ıslatır. Bu yüzden mesela, bahar mevsiminin bu özeliklerinden yani, Asmalı Konak’taki o karakterin adı Bahar’dır bence. Onu da sonra anlatırım fakaaaat şunu da söyleyeyim: Ankara’da Nisan’ın sonuna kadar yağmur da yağar, kar da. Mayıs’ın son gününe kadar sürer bu. O gün Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan ve Kadir Manga’ya vedadır. Bence bahar onların öldüğü gün biter, Gezi’yle yeniden başlar.
Gelelim Gençlerbirliği taraftarına. Dün dayanamadım, daha maçtayken attım tiviti. Dedim ki “Gençlerbirliği taraftarından öğrenilecek çok şey var. Genç, yaşlı, çoluk çocuk; leş küfürler etmeden, güle oynaya maç seyrediyorlar. En öfkelendikleri pozisyonda bile “Acemi hakem!” diye tezahürat yapıyorlar. Böyle de tutkuyla yapılabiliyor taraftarlık, kimse kendisini kandırmasın.”
Sonuna kadar arkasındayım bu cümlelerin. Bazılarının takım aşkını, gencecik sporcuların anasına küfretmek olarak itelemeye çalışmasına hiç bakmamak, zerre prim vermemek, aynen buradan bu biçimde devam etmek lazım. Çünkü ağzından leş küfürler saçarak, ırkçı, cinsiyetçi, homofobik tezahürahatlarla maç seyretmenin, takımını o şekilde böğürerek desteklemenin, takıma duyulan aşkla, yaşanan tutkuyla, takımı sevmekle filan zerre ilgisi yok. Sosyologlar, psikologlar, psikyatrlar daha derin açıklıyor bin yıldır bunun sebeplerini, oralardan okuruz. Bu yazının meselesi değil. Benim demem şu: Aşkı nerde görsem tanırım, dün “Haydi Gençler” diye tezahürat yapan taraftarın gözünde gördüm aşkı, küfür kafirle böğürmeye gerek yok ispat için, sığınmayalım bu saçma inada.
Kulübün geçmişine şöyle kısacık bir bakış atarsak 1923 yılına gidiyoruz. Derler ki Atatürk Lisesi olarak bildiğimiz Ankara Sultanisi’nin bir grup öğrencisi, beden eğitimi öğretmenlerinin kurduğu takımı beğenmeyip bir futbol kulübü kurmak istemişler. Sonra bir biçimde buzlar erimiş, öğrenciler öğretmenleriyle birlikte kurmaya karar vermişler Ankara’nın göz bebeği Gençlerbirliği’ni. Bir de derler ki Karaoğlanoğlu Hanı’ndaki kumaşçılarda başka renk kumaş olmadığından kırmızı-siyahı seçmişler gençler. Bir rivayet de renklerin Ankara gelinciğinin kırmızı ve siyahından geldiği üzerinedir. İkisi de güzel. İkisi de sahici.
Yıllar içinde yarattığı tribün kültürüyle, taraftarıyla, duruşuyla Türkiye futbolunda bir ekol olur Gençlerbirliği. Taraftarlık fikri üzerine büyük katkı yapan bir taraftarı, bambaşka bir tribünü olur. Şehrin futbol hayatında çok büyük yer kaplar. 1987-88 sezonunda bir alt lige düşer, bir sene sonra 1988-89 sezonunda şampiyon olarak tekrar döner. 1989-90 sezonundan beri aralıksız olarak Süper Lig’de oynayan Gençlerbirliği, 29 sene sonra, İlhan Cavcav sezonunda, İlhan Cavcav’ın kaybının ardından lige veda eder.
Ankara için, Ankaralı futbolseverler için ve en çok da kendine has tribün kültürünü yaratan ve yaşayan taraftarı için çok zor olur bunu kabullenmek elbette. Ama zarafetleri, nükteleri ve sükunetleri o zaman bile tetiktedir. Gençlerbirliği Taraftar Grubu KaraKızıl lige vedanın ardından sosyal medyadan “Çaktırmıyoruz. Ama içimiz yanıyor” diye ifade eder üzüntülerini. Sonra sevinme zamanı gelir. Gençlerbirliği, küllerinden yeniden doğup sonsuza kadar yaşayan Anka Kuşu gibi geri döner yine. Sonra yine düşerler. Endüstriyel futbol ve hayat bazılarına böyle yapar çünkü.
Yine dünkü muazzam tribüne dönerek, yine stattan dün attığım tweeti aktararak bitireyim yazıyı o halde: “Karşı tribünden fazla oturan takımdaşlarına “Lütfen ayağa kalkar mısınız!” diye bağırıyorlar (tezahürat biçiminde tonlayınız), müthiş ya müthiş.”
Müthiş, çünkü, bu cümle, tribünlerin meşhur “Ayağa kalkmayan bilmem ne olsun” tezahüratındaki; ırkçı, cinsiyetçi, homofobik, leş her türlü iğrenç göndermeyi temize çekiyor. Müthiş çünkü, mizah kadar kuvettli bir silah azdır. Müthiş çünkü, bir şeye duyulan aşkın şiddeti bazılarının zannettiği şeylerle ölçülmüyor.
Haydi bakalım Gençler. Çok mühim değil, bu bahar ya da bir başka bahar, mühim olan aşk, centilmenlik ve vakar.