"Başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair inancım her zaman sürüyor ama bunun sağlanıp sağlanamayacağına dair olan inancımı yeniden gözden geçirmeliyim"

BURAK ABATAY - @abatayburak - burakabatay@birgun.net

Gezi Direnişi sonrasında hedef gösterilmesinin ardından Galler’e yerleşen Memet Ali Alabora, eşi Pınar Öğün’ün öncülüğüyle kurulan ‘Be Aware Production’ bünyesinde yazar Meltem Arıkan ile beraber ortaya koydukları üretime devam ediyor. Exhibit isimli kısa filmlerinin ardından Enough is Enough (Yetti Artık) adlı oyunlarını sergileyen ekip, Galler’in ardından İngiltere’de de oyunu sahnelediler. Kadın hikâyelerini konu alan oyuna bu hikâyeleri konu alan şarkılar da eşlik ediyor. Alabora, Öğün ve Arıkan şimdi ise Arıkan’ın hayatının konu edildiği ‘Kargalar / Y Brain’ isimli oyun üzerinde çalışıyor. Üçlüyle Gezi’yi, hayatı ve projelerini konuştuk.

Galler’e taşınma fikri nasıl ortaya çıktı? Neden Galler?

Memet Ali: Bunun çok uzun bir hikayesi var. Belki Meltem özetlemeye çalışabilir. O kadar uzun ki sırf bununla ilgili bir oyun yapmaya karar verdik.

Meltem: Ben bundan 16 sene önce Galler’e İngilizce öğrenmeye gelmiştim. Brecon’da uyandığım ilk sabah ben buraya aitim diye ağlayarak uyandım. Orada geçirdiğim bir ay boyunca İngilizcem ne kadar gelişti bilmem ama Galler’in içimde uyandırdığı aidiyet hissi her geçen gün daha da kuvvetlendi. Farklı zamanlarda tekrar tekrar Galler’e geldikten sonra kesinlikle emin olmuştum ben Galler’de yaşamak istiyordum, benim evim Galler’di. Hayatım boyunca ilk defa kendimi tüm benliğimle bir yere ait hissetmiştim ve o aidiyet hiç azalmadı tam tersi hep arttı. Mi Minör’ü yazmadan önce Galler’e yerleşme planı yapmaya başlamıştık zaten ama planımız buraya bu şekilde apar topar ve travmatik olarak gelmek değildi tabii ki... Bu soruya daha ayrıntılı yanıt vermiyorum çünkü Memet Ali’nin de dediği gibi hikayemden bir oyun yaptık çok fazla anlatarak oyunun büyüsünü bozmak istemem.

Sanatınızı, işinizi icra edememe güçlükleriyle karşılaştınız mı?

Memet Ali: Galler’de mi? Hayır dışarıdan gelen bir güçlükle karşılaşmadık. İlk güçlük insanın kendisini motive ederek yeniden üretmeye başlaması oluyor. İlk geldiğimiz andan itibaren üretmeye odaklıydık ama tam olarak üretime 2 yıl sonra geçebildik.

Pınar: Memet Ali’nin söylediğine ek olarak galiba zor olan bir başka şey de sektörün işleyişini, kurallarını anlamak, iş bağlantıları kurmak diyebilirim. Yani yeni mezun bir öğrenci gibi her şeye sıfırdan başlamak.

Siz, “Başka bir dünya mümkün” diyen çok güzel insanlar ile beraber Gezi’deydiniz. Aradan beş yıl geçti. Buna olan inancınız sürüyor mu hâlâ?

Meltem: “Umut Lanettir” isimli bir romanı olan bir yazar olarak itiraf etmeliyim ki insanlık söz konusu olduğunda artık tamamen pesimist bir bakış açım var… İnsan denen malzeme ile başka bir dünyanın mümkün olmayacağını düşünüyorum ancak bu dünyada yaşadığım için elimden geldiğince dürüstlüğe, sevgiye ve paylaşmaya inanmaya devam ediyorum.

Pınar: Ben barış içinde, anlayışlı ve bir o kadar da eleştiriye ve dolayısıyla dönüşmeye, evrilmeye, esnemeye açık bir dünyaya inanıyorum. Gezi Parkı’nda bu vardı. Hızla yok edildi. Bir sürü suçlama, iftira, yalan yanlış çarpık ve uçuk kaçık ithamlar kullanıldı karşı saldırı olarak. Bu renklilik ve çeşitlilik sadece sesini duyurmak ve daha toleranslı bir yönetim istemişti ve maalesef bunu çok gördüler... Çok “ah” var sessizlikle asılı kalmış çünkü çok can yandı...

Memet Ali: Başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair inancım her zaman sürüyor ama bunun sağlanıp sağlanamayacağına dair olan inancımı yeniden gözden geçirmeliyim.

Çokça şey konuşuldu Gezi’ye dair. Yazıldı, çizildi, kitaplar, müzikler... Sizce yeterli miydi Gezi’ye dair yapılan kültürel üretimler?

Memet Ali: Bir otorite gibi “yeterli” ya da “yeterli değil” demek doğru olmaz diye düşünüyorum, Gezi’nin varoluşuna da aykırı olur böyle bir yorum. Olduğu gibi kabul etmek gerekir bence. Belki uzun vadede daha fazla üretim olacaktır, belki birçok üretimde dolaylı olarak etkisi olacaktır yaşananların ya da olduğundan daha fazlası olmayacaktır.

Meltem: Memet Ali’nin yanıtının altına imzamı atıyorum o kadar güzel özetledi ki bana söyleyecek söz bırakmadı.

Pınar: Aynen öyle.

Gezi hepimizin dilini de değiştirdi sanırım. Basın bile değişti. Yöntemler değişti. Müziği, sinemayı, edebiyatı ne kadar etkiledi? Takip ettiniz mi?

Memet Ali: Müzikte, sinemada ve edebiyattaki yansımalarını çok net olarak takip ettiğimi daha doğrusu etkilerini somut olarak gördüğümü söyleyemem, bunda 5 yıldır uzakta olmamamın da etkisi olabilir.

Bir arada yaşamı sağlamak için Gezi ne denli bir fırsattı?

Meltem: Fırsatları yaratan da bu fırsatları kaçıran da bizleriz diye düşünüyorum. Gezi insanlara farklı bir iletişim biçiminin olabileceğini gösterdi ama ne yazık ki bu iletişimin devamı gelmedi. Orada başlayan iletişimin sürebilmesi için herkesin öncelikle karşısındakini anlamasını gerekirken, ne yazık ki herkes kendinin anlaşılması gerektiği yanılgısına geri döndüğü andan itibaren zaten o fırsat kaçırılmıştı bana sorarsanız. Belki bir gün kendimizi, ideolojimizi, inançlarımızı bu kadar önemsemekten vazgeçersek yeni bir fırsat yaratılır; kim bilebilir ki...

Pınar: Bir diyalog başlıyor diye hissedildi diye düşünüyorum. Gezi sürecinde çok farklı kesimlerden görüşlerden insanlar bir arada birbirini ilk kez duydu belki de. Birbirine karşı toleransı yüksek birbirini dinlemeye açık birbirine dertlerini anlatmaya ihtiyacı olan bir küçük karma toplum oluşmuştu orada. Bu bir fırsattı bence, farklılıkların güzelliğinin ortaya çıkması için ve uyum içinde yaşamak için...

Memet Ali: Gezi “başka bir dünya” olasılığının küçük bir zaman dilimi içinde tüm dünyaya yüzünü gösterdiği nadir anlardan biriydi. İnsanlar arasındaki yok edilemez, görünmez bağın görünür hale geldiği, bir arada olmanın yarattığı mutluluk duygusunun her şeyi önüne geçtiği anlardan biri. Karşısında yalanlarla, manipülasyonlarla yaratılan, nefretten beslenen söylem milyonlarca insanın da bu nefrete ortak olmasına neden oldu. Bugün hâlâ o nefretle beslenen birçok insanın Gezi'ye gelip daha sonradan tutku ile nefret edecekleri insanlarla tanışabilmeleri için bir fırsatlari olsaydı, kendilerinin neden korktuklarını paylaşabilselerdi, sanırım bir arada yaşamayı sağlamak için büyük bir adım atmış olurduk hep beraber.

Bir arada yaşamak gerçekten zor bir şey mi? Dindarlar, inançsızlar. Kadınlar, erkekler. Heteroseksüeller, homoseksüeller... Neden olmuyor?

Meltem: Bir arada yaşamak için öncelikle herkesin birbirine şeffaf ve dürüst olması gerekir. Birbirimizin acısını, yarasını, korkularını anladıkça, paylaştıkça ancak birbirimizi anlayabiliriz. Oysa bizler acılarımızdan, korkularımızdan, yaralarımızdan kaçarak yaşamayı seçiyoruz o zamanda ne kendimizi ne başkasını anlayabiliyoruz. Cipralex türü ilaçların ne kadar yoğun kullanıldığına bir bakarsanız aslında çoğunluğun kendisiyle bile yaşayamadığını görürsünüz o nedenle önce kendimizle yaşamayı ve kendimizi kabul etmeyi başarmalıyız. Bunun için de bence doğayla kaybettiğimiz ilişkiyi tekrar kurmalıyız. Doğadan koptukça, bedenimizden kopuyoruz; bedenimizden koptukça duyularımızdan kopuyoruz; duyularımızdan koptukça artık kendimizi göremez, duyamaz, anlayamaz oluyoruz. O zaman da başkalarının sözleri, gözleri bizi idare eder oluyor. Bunun sonucunda da anlamanın sorumluluğu yerine yargılamanın kolaylığını seçerek yarattığımızın uçurumların kenarlarında korkular içinde yaşıyoruz.

Pınar: Bundan daha güzel ifade edilemezdi. “Yargılamanın kolaylığını seçerek yarattığımız uçurumların kenarlarında oturup korkular içinde yaşamak!” Bunun üzerine ne desek sadece laf kalabalığı olur.

Memet Ali: Belki de farklı görüşlere ait bireylerin bir araya gelip, birbiriyle açık yüreklilikle korkularını paylaşabilecekleri, kırılgan olmaktan korkmayacaklari ortamlara ihtiyacımız var, kendimiz gibileri korkuyla besleyip gaza getirmek yerine, kendimiz gibi olmayanın korkusunu görüp, kendi korkumuzu paylaşmak…

‘Enough is Enough’a gelmek istiyorum. Namus cinayetleri, ahlaki olma, tecavüz, ensest ve dahası... Türkiye’de hâlâ karşı karşıya kaldığımız konular bunlar. Bunlar evrensel sıkıntılar mı?

Meltem: Evet bunların hepsi evrensel sıkıntılar ancak bu sıkıntıların dozları farklı. Ve ne yazık ki Türkiye’de namus cinayetleri, kaçırılan, tecavüz edilen ve öldürülen çocuklar, taciz edilen çocuklar, öldürülen şiddet gören kadınlar, bütün olarak şiddet ve taciz büyük bir hızla artıyor. Ve gerçekçi hiçbir çözüm üretilemiyor. Hatta yönetenler “bir kereden bir şey olmaz gibi” insanlık dışı açıklamalar yapabiliyorlar. Batıda ise en azından gerçekçi çözümler üretilmeye çalışılıyor ve hiç bir yetkili çıkıp insanlık dışı açıklamalarla durumları örtbast etmeye çalışmıyor diyebilirim.

Batılıların birbirlerine bizden daha fazla şey aktardıklarını düşünebilirim zaman zaman. Türkiye’de sırlarımız, birbirimize anlatamadıklarımız mı toplumu böylesine hasta ediyor?

Meltem: Aslında batılılar birbirlerine bizden daha fazla şey aktarmıyorlar. Özellikle İngiltere’de kişiler özel hayatlarını, duygularını aile bireyleriyle bile paylaşmıyorlar. Ancak burada çok köklü kurallar var, ve kültürel kuralların etkilerini her an görebilirsiniz. Bence bu köklü kuralların getirdiği bir saygı var bizde eksik olan. Ayrıca bizi hasta eden sırlarımız ve birbirimize anlatmadıklarımızdan ziyade sürekli başkalarının gözünden, başkalarının sözünden, başkalarının aklından kendimizi değerlendirmemiz. Bizim toplumun yaşamı başkaları ne der üzerine kurulu o nedenle de mahale baskısı diye bir kültür var. Oysa burada böyle bir durum söz konusu değil.

Oyunu anlatılanlar üzerinden değerlendirdiğimizde ‘rahatsız edici’ bulmak mümkün mü? Gerçek olayların rahatsız ediciliği ya da bir nevi yüzleşme...

Meltem: Eminim pek çok kişi için rahatsız olmuştur. Çünkü ne yazık ki insanlar gerçeklerin acısıyla yüzleşmek yerine onu red etmenin rahatlığında yaşamayı seçiyor ama bilmiyorlar ki yüzleşemediğiniz karanlık kaderiniz oluyor. Yakın zamanda tecavüz edilerek öldüren iki küçük çocuğun haberinin ardından “Yeter Tenimi Acıtmayın” adlı romanımı okuyan birisi dostum diğeri okurum olan iki hanımefendiden gelen mesajları sizinle olduğu gibi aktarıyorum. Bence sorunuza en iyi yanıt onların sözleri olacaktır.

zescargot: Kıymetli Meltemcim. O kadar çok aklıma geliyor ki o yıllar... O kadar çok çınlatıyorum ki kulaklarını... Sesini sözünü duymak istemediler, sağır kesildiler tüm yazdığın doğrulara... Unutmam mümkün değil; "Kitabımı poşete koyacaklarmış Zeynep" "Devlet hakkımda dava açmış Türk aile yapısı hakkında yalan uydurmak ve onu zedelemeye çalışmaktan" diye beni aradığın an. Ah Meltemcim, sahiden de hiç kimse doğruları duymak istemeyen birisi kadar sağır ve gerçekleri görmek istemeyen birisi kadar kör değilmiş!

demirmucize: Ve biz bu kitabı okuyup gözyaşı dökerken insanlar bize inanmamıştı olamaz bunlar denmişti .... şimdi biz toplumca yazılan her bir cümlenin gerçekliğini yaşıyoruz…

Memet Ali: Oyunu rahatsız edici bulanlar oldu. Kimi seyirci bunu olumlu bir şey olarak görürken, kimisi ise zorlandığını dile getirdi. Az sayıda seyirci ise oyundan çıkma ihtiyacı hissetti. Rhyl’de oyundan çıkan bir kadın izleyici “bu oyun için sizi tebrik ederim ama izlemek için gerçekten güçlü bir kadın olmak gerekir, böyle bir oyun beklemiyordum, onun için çıktım.” dedi.

‘Enough is Enough’ aynı zamanda bir konser. Şarkı sözlerinin, enstrümanların etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Memet Ali: Oyunun bir konser formunda olması yaptığım işlerde öncelikle ‘deneyim yaratma’ isteğimden kaynaklanıyor. Bir konsere, maça ya da mitinge gittiğinizdekine benzer bir şey. Böyle bir deneyim yaşadığınızda etkinliğin sadece sahnede, sahada, alanda gerçekleşen kısmı değil oraya giderken, o sırada, ayrılırken, sonrasında yaşadıklarınızın bütünü bir anıya dönüşür. Bunu yapabilmek için benim temel malzemem ‘oyun’, sözcüğün en geniş manasıyla kullanıyorum ‘oyun’u. ‘Oyun’dan sonra buna en yardımcı olacak şey ise tabii ki ‘müzik’. Bu oyunda şarkılar sözünü ettiğim deneyimi yaratmakta çok önemli bir unsur oldular.

Galler’den başlayan ve İngiltere’ye gelen bir turne. Neler oldu, nasıl geçti turne?

Meltem: Benim için gerçekten paha biçilmez bir tecrübe oldu çünkü o kadar çok farklı kişiyle buluştuk ki… Ama gerçekten buluştuk, gerçekten birbirimizi dinledik, gerçekten birbirimizi anladık, gerçekten birbirimize sarıldık… Bu etkiletişimin çok değerli olduğunu düşünüyorum o nedenle de her oyundan sonra yaptığımız seyirci söyleşilerinde yaşadığımız duygusal paylaşımlar her şeye değer nitelikteydi.

Memet Ali: Aslında bunu en güzel anlatacak şey hem oyunun yapım sürecini, hem Galler turnesinde yaşananları ve seyircilerin tepkilerini, hem de daha sonraki oyunların yer aldığı video. Video İngilizce ama İngilizce bilmeyenlerin de sadece görsel olarak takip edecekleri çok şey var içinde. Be Aware’ın Vimeo kanalından ulaşabilirsiniz

Seyirciye bir deneyim yaşatmak bizim için yaptığımız işlerde önceliği olan bir şey. 2017’de ‘Enough is Enough’ için 26 günde tüm Galler’de 20’den fazla mekanı ziyaret edeceğimiz bir turne organize planladık. Turne daha başlamadan, bu kadar kısa zamanda bu kadar kapsamlı bir turnenin Galler’de daha önce yapılmadığını söyleyen birçok sanatçı tarafından ilgiyle karşılandı. Bizim için turne ve oyunun oynandığı mekanlar ve kasabalar, oyunun sahneye konuluşu kadar önemliydi. Demin sözünü ettiğim deneyim açısından oyunun genel tasarımının bir parçası idi. Oyunu tiyatro salonlarının dışında, ragbi kulüplerinde, işçi lokallerinde, barlarda, publarda oynayabilecek şekilde tasarladık. Tiyatro ile her zaman ilişki kurmayı seçmeyen bir seyirci göz önüne aldık.

Bu turne sayesinde Galler’in en ücra köşelerini ve yoksul bölgelerini görme şansımız oldu. Kimi bölgelerde sanata karşı olan ilgisizliğe şaşırdık. Kimi yerlerde ise sanatın dönüştürücü gücünü gördük. Örneğin Orta Galler’de, İngiltere sınırına yakın bir kasaba olan Newtown’da bir ay boyunca kentte tanıtım çalışması yaptık. Yetinmedik, son gün turne minibüsünün üstünde afişler ve hoparlörle eski usül bütün kenti gezdik. Oyunun oynanacağı işçi lokalinin barı tıklım tıklım doluydu, Pınar ve Francesca bardakileri oyunu bedava izlemek için davet etti. Bütün bunlara rağmen tüm kasabadan bir tek kişi gelmedi. Gelen az miktardaki seyirci civar kasabalardan gelmişti.

Pınar: Meltem Abla ile, ‘Valleys’ yani ‘vadiler’ diye bilinen, eskiden madenciliğin merkezi olan bölgedeki kasabalardan birinde 12-13 yaşındaki genç kızlarla bir atölye çalışması gerçekleştirdik. Ertesi gün oyunu izleyen genç kızlardan biri yanıma gelip, ‘Bana feminist olmayı öğretir misiniz?’ dedi. O an gözlerim doldu. Galler’in en güneyindeki Aberystwyth’de tıklım tıklım dolu bir barda oynadık. Barda oyundan önceki ragbi maçını izlemeye gelmiş müşteriler vardı, bar sahibi onları kaybetmemek için, oyunu izlemeye gelen biletli seyirciyi sahnenin önüne yerleştirdi, bar müşterileri de arkada sessizce oturdular. İnanılmaz bir deneyimdi. Turne sırasında fotokopi ile çoğaltılan arkalı önlü tek sayfa bir gazete çıkarttık. Orada hem bizim, hem de seyircilerin turne ile ilgili izlenimlerini daha detaylı okumak mümkün, maalesef sadece İngilizce: https://www.enoughisenough-theplay.com/zine

Türkçede de oynansın istiyor musunuz? Siz gelmeseniz de, Türkiye’de oyunu Türkçe oynayabilecek birileri belki?

Meltem: Bu sene yeni bir romanım çıktı “Tek Bildikleri Aşkti”, ancak bazı kitabevleri bu romanları raflarına bile koymazken, yazılı basın eserlerimi görmezden gelirken, bu oyunun Türkiye’de oynanabileceğine inanmıyorum. Biz Enough is Enough’ı yaparken Türkiye’den bir tiyatro topluluğu oyunu yapmak istediğini söylemişti ancak daha sonra metini okumak için bile ilişkiye geçmediler. Ki bu durum benim için çok anlaşılır çünkü oyunu Türkiye’de kim sahneye koyarsa koysun bir sürü sorun yaşayacağı bir gerçek.

Belki bir gün gelip siz oynamak istersiniz? Şu an dönmüyor olmanız bir tercih mi, mecburiyet mi?

Meltem: Neden olmasın… Ben 2016 yılında eşimin beyin kanseri nedeniyle Türkiye’ye giriş yaptım, ve bir buçuk sene Galler’e gidip geldim. Ancak 15 Temmuz darbe girişiminin sonrasına denk gelen bir zamanda Galler’e döndüğümde, bizimle ilgili yeni senaryolar ve suçlamaların üretildiği bir belgesel yayınlandı ve bunun arkasının da gelebileceğini öğrendik. Bunun ardından avukatım tekrar giriş yapma dediği için bir daha Türkiye’ye gelmedim. Galiba onca yaşanmışlıktan sonra en ufak bir risk söz konusu olsa bile bu benim için tercihten ziyade mecburiyet anlamına geliyor.

Pınar: Ben bazen bunu sahnedeyken hayal ediyorum. O günler de gelir elbet... Şimdilik böyle diyeyim içimin burukluğuyla gözlerim dolmasın.

Memet Ali: Sanırım şu an Türkiye söz konusu olduğunda tercihlerle mecburiyetler arasında giderek silikleşen çok ince bir çizgi var.

Galce/Türkçe “Kargalar / Y Brain” oyununu ve Meltem Arıkan’ın hikayesi olduğunu duyduk. Nasıl bir şey bizi bekliyor?

Meltem: Şimdiye kadarki oyunlarımızdan oldukça farklı bir deneyim olacağını söyleyebilirim. Şiirsel ve duygusal bir sözcük şöleni diyebilirim çünkü oyun Galce- Türkçe oynanacak ancak İngilizce de oyunun içinde yer alacak...