Google Play Store
App Store

Film festivallerinin gösterim programında yer alan filmler için önceden izin alınmaz ve denetime tabii tutulmaz.

Bundan 21 yıl önce, Ekim 2003’te Antalya’da 40. Altın Portakal Film Festivali’yle aynı günlerde düzenlenen 4. Türkiye Sinema Kurultayı’nda, benim de üye olarak bulunduğum Film Festivallerinde Kimliklendirme Komisyonu’nun sonuç raporundaki ikinci paragraf sadece bu tümceden oluşuyordu. Yani başlı başına bir madde gibi yazmıştık, çünkü bir film festivalinin yaşamsal unsurlarından biri, ‘sansürsüzlük’tü.

Bildiğim kadarıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 1981’de yürürlüğe giren “Antalya Ulusal Film Yarışmasında Kültür Bakanlığınca Verilecek Ödüller Yönetmeliği” dışında, doğrudan film festivalleriyle ilgili herhangi bir yasal düzenlemesi yok.

Olmasın da zaten! Çünkü böyle bir düzenleme girişiminde, ‘pasta’nın nasıl dağıtılacağı kararlaştırıldıktan sonra yapılacak ilk iş, festival filmlerinin ‘ahlaki değerlerimize, gelenek ve göreneklerimize’ uyumsuzluğu halinde uygulanacak sansürün boyutlarını belirlemek olacaktır.

Ama, belki biliyorsunuzdur, yasaların genellikle uygulanmadığı, olur da uygulanırsa herkese eşit uygulanmadığı, en yüksek denetleme kurumlarının kararlarının zerre kadar umursanmadığı bazı ülkeler var. İşte öyle ülkelerde, özellikle sansür ve yasaklamalar için yasalara gerek duyulmayabiliyor. Bir festival yönetmeni, bir belediye başkanı, bir bakan, aslında hiçbir yasanın kendilerine vermediği bazı ‘iktidar hakları’nı kullanarak festivale seçilmiş bir filmi yasaklayabiliyorlar.

Bu ülkelerden biri olan Türkiye’de, malum belediye başkanı ve malum bakan, yasakladıkları filmi izlemeye bile gerek görmediler. Yani aslında neyi yasakladıklarını bile bilmiyorlardı. Hâlâ da izlediklerini sanmıyorum.

∗∗∗

Belgesel sinemacı Nejla Demirci’nin Kanun Hükmü adlı filmi, yukarıda sözünü ettiğim komisyon çalışmasından 20 yıl sonra, o komisyon çalışmasının yapıldığı yerde yasaklandı. Beceriksiz bir festival yönetmeni, “filmdeki kişilerin mahkeme süreçlerinin devam etmesi” gibi akıl almaz bir bahane uydurarak filmin gösterimini iptal etti. Sinema camiasından gelen tepkileri görünce filmi tekrar gösterim programına soktu. Sonra malum başkan ve malum bakanın tepki ve tehditleri yüzünden yine iptal etti.

Bu acayip sansür uygulaması karşısında düşünce ve ifade özgürlüklerini sahiplenerek festivalden çekilen sinemacılar, jüri üyeleri, tepkisini dile getiren sinema yazarları, meslek örgütleri vd. pırıl pırıl bir dayanışma örneği gösterirken, Türkiye’nin en köklü film festivali, festivaller tarihine olabilecek en berbat biçimde geçti.

∗∗∗

2024’te, izlemeye bile gerek görmeden yasakladığı film hakkında zerre kadar utanmadan ‘malum film’ diye konuşan, bu yüzden adı ‘malum başkan’a çıkan malum başkan, yeniden başkan seçildi. Festival tarihi yaklaşırken pek çok kişi bir pişmanlık, bir özeleştiri, bir özür beklentisine girdi.

Ama malum başkan tam da ‘çağının adamı’ydı; özür dilemek bir yana, neredeyse bu olayın asli mağduru olduğunu iddia edecekti.

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği), herhangi bir özeleştiri yapılmamışken bu yıl festivale katılmanın sansür uygulamasının üzerini örtmekle eşdeğer olduğunu belirterek çekildiğini açıkladı. Sanat İçin Özgürlük İnisiyatifi, sansürün ne demek olduğunu ve buna boyun eğilmemesi gerektiğini vurgulayan açıklamalar yaptı.

Bu umut verici çıkışların ardından başka bir güzel gelişme.. olmadı. Jüri üyeleri güle oynaya geldiler, malum başkanla basın toplantılarına katıldılar. Festivale başvuran film sayısı 266 oldu -ki bu, haber sitelerine bakılırsa, son altı yılın en yüksek başvuru rakamıydı.

Sanki bundan bir yıl önceki sansür Altın Portakal’da değil de, Madagaskar Yeşil Yemiş Film Festivali’nde uygulanmıştı. Anlaşılan o ki, festivale katılanlar o çürümüş portakal kokusundan hiç rahatsız olmadı.

Bu 266 filmin büyük çoğunluğu gençlere ait. Bu gençler filmlerini göstermek, bu sayede bir sonraki basamağa çıkmak istiyorlar, bundan doğal bir istek olamaz. Ama bunu, aslında kendilerinin de en büyük düşmanı olan sansürü olumlayarak, çürük portakal kokusunu önemsemeden yapmaları çok üzücü.

Peki, ne yapalım, öyle olsun; insanların özgürlüklerinden vazgeçme özgürlüğü de var sonuçta... Ama bugün ‘bin yaşasın!’ dedikleri yılanın onlara da dokunacağı, o kokuyu üstlerinden nasıl atacaklarını düşünmek zorunda kalacakları bir gün de gelecek elbet...