Google Play Store
App Store

Linçler ve Dudaklar oyununu konuştuğumuz Cihat Süvarioğlu, “Oyunda insanın hayatta oynadığı oyunlara dair gerçek anlara şahit oluyoruz” diyor. Hare Sürel ise “Herkesin kendi anlamını aramasına olanak tanıyor” ifadelerini kullanıyor.

Mânâsız hayatta var olma çabasındayız

Sarya Toprak

Halil Babür’ün kaleme aldığı ve yönettiği; Cihat Süvarioğlu, Hare Sürel, Onur Gürçay, İlyas Özçakır, Ceren Köse gibi oyuncuların kadrosunda yer aldığı Linçler ve Dudaklar, prömiyerini 6 Kasım’da 28. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Üsküdar Tekel Sahnesi’nde yaptı. Festival gösterimlerini geride bırakan oyun, 4 Aralık’ta DasDas’ta 23 Aralık’ta Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde sahnelenecek.

Eskimek ve uyum sağlamak temalarını ele alan oyun, yazarı Babür’ün deyimiyle “kimsenin ve hiçbir şeyin sözcüsü olmayanların nerede barınacakları sorusunun, kendi kendineliğin melankolisinin ve sıradanlıktan duyulan memnuniyetin kaynağını” arıyor. Günümüz dünyasının bireye sunduğu yalnızlık ve sıkışmışlık duygusunu iliklerinizde hissedeceğiniz oyun her izleyenin kendinden bir parça bulmasına olanak tanıyor. Cihat Süvarioğlu, Hare Sürel, Onur Gürçay ve Ceren Köse ile Linçler ve Dudaklar oyununu konuştuk.

Linçler ve Dudaklar ismi size göre oyunun temasını nasıl özetliyor? 
Hare Sürel: Bir eserin ismi bazen isimsizliği beni hep düşündürmüştür. Sayfalarca yazılı ifade, dakikalarca süren sözlü sözsüz ifadelere dönüşüyor, bunun özeti nasıl olabilir bilmiyorum. Linçler ve Dudaklar bu anlamda, oyunun ta kendisi gibi muğlaklığı tașıyor. Herkesin kendi anlamını aramasına olanak tanıyor.

Ceren Köse: Linçler herkesin kendi doğrularını savunma çabasıyla ortaya çıkan yargılamaları ve çatışmaları temsil ediyor ama linç sabit değil. Kişilere göre, geçmişine, kırılganlıklarına ve savunma mekanizmalarına göre şekilleniyor. Dudaklar da tüm bu çatışmaların içinde saklı kalan, söylenmek istenen ama dile getirilemeyen gerçekleri ve bu gerçekliklerin farklılıklarını ve değişkenliklerini simgeliyor olabilir.

Cemal karakteri içsel çatışmalar ve gerilimler yaşıyor. Cemal’in kendi içinde nasıl bir dönüşüm geçiriyor? 
Cihat Süvarioğlu: Cemal’in galiba en sevdiğim özelliği kendi ile sürekli mücadele ediyor olması. Bu Cemal’in değişimi için çok önemli bir detay. Bir de bunları dile getirip filtresiz paylaşıyor olmanın da büyük bir değişim olduğunu düşünüyorum. Bu mânâsız hayatın içinde nasıl var olacağını, nasıl oynaması gerektiğini buluyor.

Cemal ve Fahri’nin de karmaşık bir kardeşlik ilişkisi olduğunu görülüyor. Nasıl bir dinamikleri var? 
Onur Gürçay: Fahri kendini kardeşi ve ailesi arasında bir köprü olarak görüyor. Bunu zoraki mi, gönüllü mü yapıyor aslında ben de tam emin olamıyorum. Anbean değişiklik gösterebiliyor çünkü. Bu karmaşanın kardeşlik ilişkilerinde çok sık yaşanan bir durum olduğunu düşünüyorum. Çok farklı iki insan Cemal ve Fahri. Bu farklılıklarla baş etme yöntemleri bile farklı. Fahri açısından değerlendirecek olursam Cemal’le konuşmak mayın tarlasında yürümeye benziyor. E “kırılgan.”

Leyla, Cemal’in hayatında beklenmedik anlarda karşısına çıkan bir karakter gibi. Leyla’nın hikâyedeki görevini siz nasıl özetlersiniz?
C.K.: Leyla aslında Cemal’in hayatında uzun yıllardır var. Aynı apartmanda yaşamışlar, çocuklukları o apartmanda geçmiş ama farklı dünyalarda oldukları için Leyla, Cemal için hep görünmez olmuş. Aslında sadece kendi yerini bulmak ve varlığını Cemal’e de hissettirmek istiyor. Leyla, kendi ayaklarının üzerinde durmaya çalışan, bağımsız bir karakter. Ama bu çabasıyla bile Cemal’in konfor alanını sarsıyor. Leyla, Cemal’in göz ardı ettiği bir hayatın, başka bir dünyanın rengi. Aynı apartmanda büyümüş olmalarına rağmen, birbirlerinden ne kadar uzak olduklarını Cemal’e fark ettiren kişi. Leyla, bir yüzleşme olabilir bence.

Selin karakteri, bir yandan özgür bir kadın figürü sunarken diğer yandan toplumda bir kadının maruz bırakıldığı baskıyı ve şiddeti özetliyor. Bunu sahneye taşımak size nasıl hissettirdi ve sizce izleyen kadınlara nasıl bir mesaj veriyor? 
H.S.: Selin karakterinin rastladığı, rastladığını sandığı baskı veya şiddeti cinsiyetler üzerinden değerlendirmek istemiyorum. Kadın olarak var olmanın yadsınamaz güçlüklerini, kadın ve erkek, insan evladı olarak, hepimiz birlikte yaratıyoruz. Birbirimize bağlıyız. Özgürlük arzusu ve korku duygusu, ilgi ihtiyacı ve kayıtsızlık, şüphe ve güven, sevgi ve şiddet birbirlerine ne kadar uzak ve yakın olabilirler. Bu zıtlıkların kaynaklarını düşünüyoruz.

Cemal’in, Selin’e yardım etmesi bir kahramanlık olarak sunulurken, aynı zamanda Cemal’in yalnızlığı ve içsel bunalımları da görülüyor. Cemal’in kahramanlık arayışı ve yalnızlığı arasında bir bağlantı var mı?
H.S.: Çok olağan ve insani olan kavramlara, olağandışı ve mucizevi kavramlar atamak da yine bize has bir gerçeklik. Bu anlamları yükleyen bir öteki yok, anlamları çıkaran ta kendimiziz. Cemal’ in olağan, insani bir eylemi kahramanlık olarak nitelendirilebilirken aynı Cemal’in bir başka eylemi, hatta sadece düşüncesi onu saldırı nesnesine dönüştürebiliyor. Tüm bunlar taraflar için hangi duygularla gerçekleşiyor, oyunumuz tam da bunu arıyor.

Yalnızlık ve yabancılaşmayı ele alıyorsunuz. Sizce yalnızlık çeken bir toplumda bu tema izleyicide nasıl bir yere dokunuyor? 
H.S.: Yalnızlık ve biraradalık, ikisi de ihtiyaçlarımız arasında. Cemal’i anmış olayım, kalabalıkları bilmiyorum. Günümüzde etkileşimsiz kalabilmek, yalnızlığın içinde mutlu ve huzurlu olabilmek, tercih edilmez bir yola dönüşmüş gibi. Yahut yine tam zıttı, yalnızlığa, bağımsız bir birey olmaya, “ben”e sonsuz övgüler diziliyor. İnsan evladı olarak ikisine de muhtacız, doğamız bu. Nitelikli yalnızlıklar ve birliktelikler olmasaydı, evrende bu günlere varamamış olurduk sanırım. Miyazaki gibi modern hayatın çökmesini ve her yeri yabani otların kaplamasını sabırsızlıkla bekliyorum. Doğadan, doğamızdan ayrı düştükçe insan olarak da ayrı düşüyoruz sanki.

C.K.: Yalnızlık, modern insanın aslında en büyük yüklerinden biri. Oyunda da karakterlerin aralarındaki duvarlar o kadar kalın ki birbirlerine ulaşamıyorlar. İzleyici burada kendini görüyor. Belki de yalnızlık sadece etrafımızdaki insanlardan değil, kendi içimizde kurduğumuz duvarlardan kaynaklanıyordur. Oyun, bu yalnızlığın içyüzünü ve izleyiciyi de “peki, sen ne yapıyorsun?” diye düşünmeye zorluyor bence.

Karakterlerin zaman zaman çıkarcı veya bencil yönleri görülürken bazen empati veya merhametle de hareket ediyorlar. İnsan doğasına dair nasıl bir mesaj veriliyor? 
C.S.: Aslında oyunda insanın hayatta oynadığı oyunlara dair gerçek anlara şahit oluyoruz. Sadece tek boyutlu karakterler değil de, katmanlı karakterler görmek oyuncu için de seyirci içinde oyunu boyutlandıran şeyler. Bir mesaj kaygısından ziyade “bunu ben de yapıyorum” ya da “benim komşumda böyle” gibi hisler verip sorgulatıyorsa ne güzel…

H.S.: İnsanı anlamak güç ve meşakkatli bir yol. Ve her birimiz esasen anlaşılmak istiyoruz. Genlerimizde taşıdıklarımız, ailemiz, deneyimlerimiz, tüm rastladıklarımız “benlik” denen şeyi inşa ediyor ve insan denen o karmaşık ağ örülüyor. Oyunumuz tam da bu ağlar, zıtlıklar ve bağlantılar üzerine inşa oluyor. Hepsi bize ait ve anlaşılmayı bekliyor.

O.G.: Oyun, genelgeçer bir doğruyu seyirciye vermektense, bir durumu tüm gerçekliğiyle göstermeyi tercih ediyor. Bu yolu tercih edince haliyle karakterleri en güçlü yönleriyle değil, her haliyle sunmak daha doğru bir yaklaşım. Biz de bunun peşindeyiz.

C.K.: İnsan doğası çok katmanlı. Aynı anda hem bencil hem de empatik olabiliyoruz. Oyundaki karakterler de bazen kendilerini korumak için başkalarını dışlarken bazen merhametle hareket ediyorlar. Oyunun verdiği mesaj da insan doğasının ne siyah ne beyaz oluşu. Hepimiz gri tonlarda yaşıyoruz ve önemli olan bu grinin içinde dengemizi bulmaya çalışmak.