Manipüle edilmiş, kurgusal gerçekle baş etmenin koşulları: Nasıl eleştirel medya okuryazarı olunur?

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr., Sinema Eleştirmeni.

Profesör: Kant’ı okudunuz mu?

Öğrenci: Hayır, filmini bekliyorum.

(Theo Hug)

Bu diyalogda öne çıkan elbette giderek bilgiye ulaşmada görsel /işitsel medyanın tartışmasız gücüdür. Medyanın minyatürleşmesi ve dijitalleşmesi ile birlikte medyadaki birçok farklı aracın birbiriyle entegrasyonu söz konusu olurken, oluşturulan medya içeriklerinin aynı anda çoklu medya kanallarıyla dünyanın her yerinden ulaşılmasını mümkün kıldı.

Minyatürleşme sayesinde akıllı telefonlar ve bilgisayarımızı her yere taşıyabiliriz. İletişim ağı ve kablosuz ulaşım sayesinde zaman ve mekândan bağımsız ne öğrenileceği ya da araştırılacağı konusunda sınırsız olanaklar elde edildi. Dijitalleşme bazı “eski” medya araçlarının kullanılma şeklini de değiştirdi. Elektronik ya da seslendirilmiş kitapların, podcastlerin, görüntülerin, sesin, yazıların medyanın mobilitesi ile nerede ve ne zaman olduğundan bağımsız her an ulaşılır olması, yapay zekâ sohbet robotuyla bilgiye ulaşmanın koşullarının daha farklı bir boyuta taşınması ile birçok farklı medya olanaklarını aynı anda kullanabilmeyi olanaklı kılıyor. Bütün bu olanaklar insan yaşamının hareket ettiği hız dünyasında aynı anda birçok enformasyona maruz kalmasına, yeni iletişim ve öğrenme biçimlerine ihtiyaç duyulmasına, ama aynı zamanda merkezinden ve bağlamından kopuk birçok bilgi ile baş etmesini de beraberinde getiriyor.

Peki her gün medyada yayılan doğru/yanlış bilgilerle baş etmek, özellikle "manipülatif bilgiye" sırtını dayamış bir iktidar koşullarında nasıl olacak?

Etrafımızı sarmalamış bu medya dünyasında nasıl bir medya okumasına ihtiyacımız var? Ya da öyle bir şeye gerek kalacak mı?

Hiç kimse bu soruları tam anlamıyla yanıtlayamaz, ancak bu sorulara yönelik birçok farklı görüş ve anlayışlar ortaya sürebilir, hatta bazı senaryolar geliştirilebilir ve soruların bir bölümüne yaklaşık yanıtlar verilebilir. Geleceğin tahmin edilmesinin ne kadar zor olduğu günümüzde pedagojinin birçok alanında önemli bir rol üstlenen internette bu daha açık görülüyor. 1960’lı ve 70’li yıllarda teknik alanda olduğu gibi, medyada ki bu gelişmelerin birçoğu belki de tahmin edilemiyordu ama bugün geldiğimiz koşullarda medya günlük yaşama eşlik etmenin ötesinde algımızın, bakış açımızın, ilişkilerimizin, tutum ve davranışlarımızın hatta yaşam dünyamızın belirleyicisi konumuna geldi. Medya aracılığı ile insanların kuşatılmış olduğu gerçeklik ve fikirlerinin gelişimi iç içe geçti. Belli tarihsel koşullar ve süreçler sonunda insan her geçen gün daha fazla bilgiye ulaşıp, onları manipüle ederek sonunda daha sistemli hale getirdi. Ancak gerçeklik üzerine yapılan tartışmaların tarihsel olarak geldiği aşamalı süreçte bugün toplum medya veya medya ile ulaştırılan bilgilerin gerçekliğin yerini almakta olduğu olgusu ile karşı karşıya kaldı.

Aynı zamanda medya kaynaklarına ulaşma, onları kullanabilme gibi medyayı takip etme konusunda da dijital bir uçurum ortaya çıktı. Örneğin farklı yaş, entelektüel birikim, kültürel, sosyal, ekonomik sermayeye sahip izler kitlenin bir kısmı sosyal medya (Facebook, Instagram, WhatsApp, Twitter…) platformlarından, sürekli izlediği ulusal TV kanalları ya da okuduğu yazılı basından medyayı takip ederken, öte yandan medyayı ulusal, uluslararası farklı dillerde farklı platformlardan takip edebilenler ve aynı zamanda medya içeriği üreten ve yayanlar olmak üzere heterojen bir kitle oluştu. Böylece homojen olmayan çoklu medya koşullarında her bir bilginin kontrolsüzce yayıldığı bir ortam oluştu. Bir anlamda çevrenin araçsız duyularla algılanmasından bugüne dijital görüntü içinde her durum ya da elle yazılan her biçim hemen hemen büyük bir teknik zorluk olmadan medya aracılığı ile sunuluyor ve bir yandan günümüz insanı kendi dünyasının kurucusu ve yaratıcısı haline gelirken öte yandan yeni medya aracılığı ile hergün yorumlanmış, biçimlendirilmiş, dönüştürülmüş hatta kurgulanmış yüzlerce gerçeklikle yüz yüze kalıyor.

Peki medyanın yardımıyla toplumsal gerçeklik değiştiriliyor veya yeniden üretiliyorsa o halde gerçeklik nedir? Gerçeklik yalnızca bireyin algılayabildikleri midir? Dünyamızı saran yeni iletişim ve bilgi teknolojilerinin olanaklarıyla bu sorulara yanıt vermek daha da zorlaşıyor. Eğer birey var olduğu sosyal yaşamın gerçekliği içindeki oluşumlar üzerine bilgisini kaybederse, sahip olduğu gerçeklik ve kurguyu ayırt etme yeteneğinin giderek körelmesinin önüne geçilemez, ki özellikle Türkiye’de şu seçim döneminde yaşanılanlar bunu doğrular nitelikte. Sosyal medyada paylaşılan birçok bilgi teyit edilmeden elden ele dolaşırken, o bilginin yanlış olduğuna ilişkin bir diğer bilgi de aynı anda dolaşımda yer alıyor ve bu süreçte aynı konuda iki farklı bilgiye inananlar ve karşı koyanlar ikileminde sürekli bir ayrımlaşma ve tartışma sürdürülüyor. Örneğin muhalefetin adayının seçimle ilgili yapmış olduğu tanıtım filmine eklenen bir görüntü ile gerçekliğe müdahale edilerek yaratılan kurgulanmış bir bilgi hem ulusal televizyon kanallarında hem seçim meydanlarında insanlara en yetkili ellerden ulaştırıldı. Bu montajlanmış bilgi sıradan bir bilgi olmaktan öte "gerçek olup olmadığının önemi yok," "ama montaj, ama şu, ama bu" diyen ülkeyi yönetenlerin söylemleriyle doğrudan halka ulaştırılması demokratik bir seçim koşullarına bir müdahale anlamına geliyor. Dolayısıyla her gün gündeme gelen/getirilen yeni bilgiler ve bu bilgi kirliliği içinde bir bilginin doğruluğu teyit edilmeden sürekli dolaşıma sokulması izleyenlerin, dinleyenlerin, okuyanların eleştirel bakabilmesine olanak vermeden yeni tartışmaları gündeme getiriyor. Burada dikkat çeken konu ise giderek bu karmaşanın içinde doğrudan doğruya araçsız olmanın ve doğallığın kaybolmakta olduğudur. Burada algılanan gerçekliğin önceden çok çeşitli biçimlerde işlenmiş, biçimlendirilmiş olması ve bu nedenle medyadan gerçekliği algılayan bir insanın söz konusu algılamalarına kendi görüşünü oluşturabilmesi için pek şansının kalmamasıdır. Çünkü onun algıları daha önceden algılanmış olarak düzenlenmekte ve gerçekliğin önceden içsel algılama olanağı ise dış yönlendiriciler aracılığı ile çözülmektedir. Yeni iletişim ve enformasyon teknolojisi içinde dışardan yönlendirilen algıların (örneğin algoritmaların karar verici ve yönlendirici pozisyonu) gelişmekte olan teknik ve siyaset ile ilişkisi bireyin dış etkenin asıl failini ve kendi ilgilerini tanımasını daha da zor ve olanaksız hale getirmektedir.

Peki bu koşullarda bilgiyi ileten bir araç olarak medya üzerine bugüne kadar yapılan tanımlar yeterli midir?  Ya da uzun süre dillere pelesenk olan "Eğitim Şart" sözüne karşılık hangi eğitim? sorusunu sormanın zamanı gelmedi mi?

Giderek dijitalleşen dünyada bugün okullar kendi bilgi tekellerini kaybediyor. Çünkü medya aracılığıyla tüm dünya öğrencilerin hizmetinde. Medya, yeni kuşağa yeni öğrenme biçimleri ve öğrenme yolları, ilginç soru ve konulara, gerçekliğin alanlarına giriş olanaklarını açtı. Okullar, çocukları bu yaygın ilgileri ile kırık dökük ve birbiriyle bağlantısız ancak derinlemesine bilgilerin olmadığı, anlaşılmamış etki ve beklentileriyle her bir dersin sınırlarını belirlemek, okul ders dönemlerini düzenlemek, alanın içerdiği gereklilikler doğrultusunda öğrenmelerini kontrol altına almak gibi, zorlu ve dağınık bir görevi yerine getirmek zorunda ki bu koşullarda bu da çok mümkün görünmüyor. Ayrıca medya eğitimini sadece formel eğitim ile ve okul çağındaki çocuk ve gençlerle sınırlı düşünmekte günümüz koşullarında yetersiz kalıyor. O halde çocukluk çağından başlamak üzere, ailede, kreşte, okul döneminde, çalışma sürecinde, yaşlılıkta her yaştan kişilerin medya okuryazarı olabilmesinin koşulları nedir? Bu koşullarda medya pedagojisi medyayı teknik olarak öğrenmek, medya üzerinden okumalar yapmak ya da medyayı eğitimin bir aracı olarak kullanmanın çok ötesinde karmaşık medya yapısına hangi öneriler ya da çalışmalar öne sürüyor? Böyle bir pedagojik alan Türkiye’de var mı? Bu sorulara yanıt arayışları ve öneriler önümüzdeki haftalarda tartışmaya açılacaktır.