Maraş’ı ve Alevi katliamını düşünmek
Şu sıralar çeşitli biçimlerde anma etkinliklerine konu olan Maraş Alevi katliamı, 1978 Aralık ayı sonlarında gerçekleşmişti. Dikkat çeken özelliklerinden birisi aniden olup bitmekten çok, bir haftaya yayılmasıydı. Ayrıca yaygın/yoğun olarak Yörükselim Mahallesinde vuk’u bulsa da şehir genelinde; Yeni Mahalle, Serintepe, Dumlupınar, Namık Kemal, Sakarya, İsadivanlı ve Duraklı Mahallelerinde ve çevre köylerde de Alevi aileleri hedef almış olmasıydı.
Bu kıyımın bir Alevi katliamı olduğuna işaret eden pek çok gösterge vardı. Bunların bir kısmı daha katliam öncesinde gözlenmişti. M. Şevket Eygi’nin sahibi olduğu ‘Hakkın ve Haklıların Hizmetinde Büyük Gazete’si 24 Mayıs 1978 tarihinde, “Ecevit Bir Alevi Devleti Kuruyor” gibi hayali ve provakatif bir başlıkla çıkmıştı. Yanı sıra şehirde bazı ‘milliyetçi iş adamlarının ‘Alevileri Maraş’tan çıkarmanın yollarını konuştukları” ulusal basında yer almıştı. Katliam günlerinde ise provokasyonlar zincirinin son halkası olduğu anlaşılan bir cenaze töreni için 23 Aralık Cuma günü, Belediye hoparlöründen, “Komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesine, bütün din kardeşlerimiz katılsınlar ve son görevlerini yapsınlar” şeklinde bir anons bile yapılmıştı.
Katliamın doğrudan Alevileri hedeflediği yeterince aleniydi. O kadar ki ellerinde silahlar ve kesici aletlerle hanelere girmek için akın akın gelen katillerin ilk sloganı “Alevilere Ölüm” idi. Saldırganların bağırtıları arasında yer alan ve tanıkların belleklerine takılan diğer konuşmalar şöyleydi: “Alevileri temizleyin”, “Bir Aleviyi temizlemek, bir yıllık Hac gibidir”, “Salavat getir”, “Vurun komünist Alevilere”, “Alevi olmadığını ispatla”, “Kelime-i Şehadet getir”, “Aleviler Moskova’ya” vb. Davanın Gerekçeli Kararına giren tanık anlatıları da bunlara işaret eden dehşet verici ifadelerle yüklüydü.
GÖZÜNE BATMADILAR
Maraş’ta Alevilere yönelik gerçekleştirilen katliam, öncesi ve sonrasındaki örneklerle birlikte düşünüldüğünde Alevilerin, o güne kadar hapsedildikleri ‘görünmez alandan’ çıkmalarıyla doğrudan ilgiliydi. 1950’li yıllardan başlayarak köylerinden şehirlere göç eden Alevi aileler, buralarda da uzun yıllar hayatlarını, kendilerini gizleyecek biçimde sürdürmüşlerdi. Ramazan aylarında sahura kalkıyor, iftar saatlerinde Sunni Müslüman aileler gibi sofralar kuruyor ve kimi zaman aynı kaygılarla namaz da kılıyorlardı. Cenazeleri ise başka seçenek olmadığı için zaten camilerden kaldırılıyordu. Böyle olunca sistemin ‘gözüne batmıyorlardı’.
1970’li yıllara gelindiğinde artık bu çember kırılmış, Aleviler kentlerde büyük ölçüde kendi kimlikleriyle görünür olmuşlardı. Üstelik Alevi mahalleler, sol muhalif politik geleneklerin güçlü taban bulduğu yerleşimlerdi. Bu durum Osmanlı’dan beri süregelen Alevileri görünmez alanda tutma politikasının artık ömrünü doldurduğu anlamına geliyordu. Alevi katliamları işte bu görünürlüğe karşı, sistemin inşa ettiği yeni politikanın sonuçlarıydı. Maraş’ta olduğu gibi Sivas, Çorum, Malatya ve Elbistan’daki katliamlar sanki bazı gruplar tarafından organize edilmiş gibi sunulsa da aslında sistemin bu yeni politikaları ve doğrudan organizasyonuyla ilişkiliydi. Sonuç olarak politik amaç hasıl olmuş, katliamlardan sonra Aleviler, bahse konu şehirlere seyahat etmekte bile tereddüt eder hale gelmişlerdi. Bu şehirlerin demografilerini değiştirme politikaları da böylece karşılığını üretmişti.
MÜCADELE YOLU
Türkiye sözcüğün gerçek anlamında zulüm yüklü bu geçmişiyle yüzleşmedi. Zaman zaman yüzleşiyor gibi yapsa da bir adım ötesine geçemedi. Tam da bu nedenle bahse konu şehirlerde toplumsal hafıza zamanla adeta silindi. Bugün o hafızayı üretmek/mekansallaştırmak büyük ölçüde Alevi kurumlara düşüyor. Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun Madımak için yaptığı ‘Hafıza Projesi’ne benzer biçimde Maraş ve diğer Alevi katliamları için de projelerin üretilmesi gerekiyor. Fiziki birer mekan olarak şehir merkezinde, ilçelerde veya köylerde ilgili bellek mekanlarının inşa edilmesi, bu ihtiyacın bir parçası olarak duruyor. Özetle katliamları odağına alan toplumsal hafızanın silinmesine seyirci kalmamak ve buradan hukuk ve siyaset alanına açılan geniş bir yeni mücadele yolu inşa etmek gerekiyor.