Marx devrimci eleştirinin hem teorik hem de pratik bakımdan, varolan üstünden hem olması gerekeni hem de varılacak olanı belirleme sorumluluğunu üstlendiğini anlatır

Marx ve kapitalist toplum eleştirisi

ÖNDER KULAK

Marx’ın mektupları bir yandan oldukça önemli biyografik bilgiler içerirken, diğer yandan Marx’ın düşünce dünyasına ilişkin önemli parçalar taşımaları sebebiyle, değerli birer kaynak oluştururlar. Bu kaynaklar kimi zaman Marx’ın üstüne yazmadığı konular hakkında bilgiler sunar, kimi zaman da metinlerini destekleyen önemli dayanaklar olurlar. Burada örneğin ikincisi bakımdan Marx’ın önemli kabul edilen mektuplarından biri konu edilebilir. Bu mektup, eleştiri fiili bakımından Marx’ın bir bakıma her sözcüğünün konusunu oluşturan kapitalist toplum eleştirisinin genel bir serimlemesini mümkün kılar.

Marx, 1843 yılının eylül ayında Ruge’a yazdığı söz konusu mektupta, gelecek için hazır birtakım reçeteler ortaya koymanın yararsız olduğundan bahseder. Bugüne kadar filozofların çoğunun kendi aşkın tasarılarını verili somuta dokunmaksızın masa başında hazırladıklarını ve ardından çekmecelerine hapsettiklerini anlatan Marx, oysaki yeni için önce eskinin eleştirilmesi ve ona koşut şekilde, eleştirilerin beraberinde getirdiği değillemelerden yeninin türetilmesine başlanması ve sürdürülmesi gerektiğini ifade eder. Marx, ‘tüm varolan düzenin radikal eleştirisi’ni ve peşi sıra oluşturduğu alternatifi, ‘sonsuzluk için kesin planlar’ın karşısına koyar ve yeni dünyanın ancak eskinin eleştirisinin sonunda bulunabileceğini belirtir. Böylece içkin ve aşkın eleştiriyi bütünleştiren, verili somutun eleştirisinden hareket ederken yanı sıra bir alternatifi de inşa eden devrimci bir eleştirinin ana hatlarını sunar.

Marx devrimci eleştirinin hem teorik hem de pratik bakımdan, varolan üstünden hem olması gerekeni hem de varılacak olanı belirleme sorumluluğunu üstlendiğini anlatır. Bu bağlamda örneğin eleştirinin uygulama yerlerinden biri olarak, ‘siyasetin eleştirisini, siyasette tavır takınmayı, yani gerçek savaşımları’ işaret eder. Bu durumda gerçekliğe boyun eğdirmeye çalışan ilkelerden değil ama tam da ondan hareket eden ilkelerden bahsedilebilir.

Marx’ın kapitalist toplum eleştirisinde, toplum ontolojisi açısından iki nokta bilhassa önemlidir. Bunlardan ilki, işçinin her şeyden önce kapitalist toplum ilişkilerinin negatif ucu olmasıdır. Bunun anlamı, varlığını borçlu olduğu toplumsal ilişkilerin koruyucusu olan burjuvadan farklı olarak, varlığı kendi içinde mevcut olanı aşabilecek bir kuruculuk olanağı taşır. Başka bir deyişle, kapitalist toplumun yeniden üretimi sırasında başat öğe olan emek-gücünün metalaştırılmasına bir son verebilir. Bu olanak gerçekleşmediği sürece, işçi, yaşam koşullarını en fazla kapitalist toplumun yapısal sınırları içerisinde ilerletebilir. Örneğin emeğinin sonucu olan artı-değerden çok küçük bir parçayı daha kendisine almayı başarabilir. Fakat ne bu ne de diğer iyileştirmeler, sömürü ve beraberinde gelen ezilme ilişkilerini ortadan kaldırmaz, ancak görece azaltabilir. Bu nokta işçinin karşısında bir sınır olarak belirir.

Bu sınır verili koşulların bir parçası olmayı sürdürme ya da o koşulların dışına çıkarak bir alternatif oluşturma fiilleri arasındaki çizgidir. İşçi, söz konusu sınırı aştığında, işçi olarak kendi yapısını da değiştirmeye ve böylece sınıfsız toplumun bir parçası olmaya, sözgelimi proleterleşmeye başlar. Bu sınırın aşılması iki biçimde vuku bulabilir. Biri mevcut ilişkiler içerisinde, onunla çeşitli temas noktalarını koruyarak, kapitalist ilişkiler içinde bir yarık misali bulunma ve alternatifi geliştirme hali; diğeri ise bütünüyle hâkim ilişkilerin dışına çıkmış, ondan sıyrılmış, ayrı bir alanın inşasında olma halidir. Bu iki biçim birbirleriyle ilişkili, bir diğeriyle kaynaşan dönüşümlü bir içerik sergilerler. Fakat aynı zamanda ikinci koşul, esas kuruculuğu teşkil etmesi bakımından birinci koşulu belirler de. Ve netice olarak, her ikisinin bir aradalığının olası uyumu ve uyumun sonucu olarak sürecin kendini hâkim öğe kılması, önceki ilişkilerin büsbütün ortadan kaldırılması anlamına gelir.

Marx, işçinin önünde duran söz konusu olanağın tarihsel bir birikimin sonucu olduğunu özellikle vurgular. Başka bir deyişle, geçmiş ve şimdi arasındaki bağ, süreklilik ve kopuş ilişkiselliğine dayalı bir dolayımın eseridir. Gelecek de ancak böylesi bir zemin üstünden ortaya çıkan olanağın gerçekleşme koşuluna bağlıdır. Bu olanak şimdi zamanında, farkında olsun ya da olmasın işçinin elleri arasındadır; öyle ki bu olanak, hâlihazırda kendi oluşunun, düşünce ve eylem halinin içsel bir sonucudur.

Ve Marx burada, emeğine dayanan tüm tarihsel sınıfların, en sonu işçi sınıfının ve onun evladı olan sınıfsız toplumun sanatçılarının en değerli parçasıdır. Marx’ın da her düşünür gibi, verili toplumun sınıflarının bireyden tümele ortaya koydukları bilinç öğelerinin, düşünürün zihninde yankı bulması ve ellerinde şekillenmesi, sonrasında tümelden bireye, düşünce ve eylem bakımından kaynak aldığı sınıfa yeniden sunması ve böylece sınıfın ortak bilincinin örülmesi bakımından belirleyici bir katkı oluşturması söz konusudur. Kaldı ki Marx’ın söylediği ve onun adına söylenecek olan her sözcük, işçi, bunun bilgisine sahip olsa da olmasa da, kendi varoluşunun bir sonucudur.

Bu anlatılar ışığında Marx’ın kapitalist toplum eleştirisinin boyutlarını bir özet babında sergilemek mümkün. Bu eleştirinin başlıca içeriği, verili kapitalist toplum ilişkilerinin öncüllerinin emek yararına tarihsel ve bütünsel eleştirisini, eşdeyişle kapitalizm öncesi toplum biçimlerinin eleştirisini, kapitalist ilişkilerin işçinin durduğu yerden kendi içinde değillemesini, bu değillemenin oluşturduğu zeminden hareket ederek, eşzamanlı şekilde bir alternatifin inşa edilmesini, hâkim ilişkilerin dışlanmasını, yerinden edilmesini ve ayrıca alternatifin daima değilleme fiillerini belirlemesini içerir.