Masal sütunları
Döndük dolaştık, yine geldik sembolik aklın aşırılıklarına!
Bir sosyo-antropolojik tanımlama aracı olarak daha önce de çokça kullandığım ‘sembolik akıl’ kavramı, insanlık tarihinin erken dönemlerine ait bir düşünme biçimini ifade ediyor: Tarihsel ve maddi gerçekliğin önemsiz olduğu, her şeyin semboller üzerinde yükseldiği, zirve noktası büyü ve din olan bir düşünme biçimi.
Biliyorsunuz, sembol, ‘olmadığı şeyin işareti’dir; trafik levhaları, bilmediğiniz bir yerde tuvalete gitmeniz gerekirse takip ettiğiniz tabelalar, elektrik çarpma tehlikesini haber veren zikzaklı çizgiler, olmadıkları bir şeyi gösterir. Tuvalet kapısının üstündeki cinsiyet sembolleri, o kapının cinsiyetini tanımlamadığı gibi, üzerinde dikey zikzak bulunan tabela da sizi çarpmaz.
Ama bu basit gerçeklik, sembolik aklın dünyasında geçersizdir. Bu irrasyonel dünyada bir şeyin sembolü, çoğu zaman gerçeğinden daha özel ve büyük güçlere sahiptir. Ritsel biçimde yukarı doğru kaldırıp kalabalığa göstereceğiniz bir “Dikkat! Elektrik çarpabilir!” levhası, gerçek bir şimşekten daha yoğun etkiye sahip olabilir.
Sembolik aklın işleyişini ve korkutucu gücünü gösteren en iyi bir örneklerden biri bayraklardır. Baskı makinesinin bir ucundan beyaz kumaş olarak giren sıradan nesne, makinenin öbür ucundan çıktığında artık bambaşka bir şeydir; makineye girmeden önce örneğin camları silmek için kullanabileceğiniz o sıradan kumaş, artık belli kurallara göre saklanması, hatta bazen ‘uğruna kan dökülmesi’ gereken kutsal bir varlığa dönüşmüştür.
Doğayla ilişkiler ve dünyayı algılama biçimleri değişip geliştikçe sembolik aklın yerini ‘sembolik-üstü akıl’ alır. Bu yeni düşünme biçiminde sembollerin hâlâ yeri vardır ama kendisine yüklenen mistik gücün çoğundan arınmıştır.
İlkel insanın sembolik aklından modern insanın sembolik-üstü aklına geçiş, ancak binlerce yıl süren bir toplumsal evrimle gerçekleşebilir. Gerçekleşmeyebilir de... Geldiğiniz noktada, diyelim ki 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken, bir de bakmışsınız, bir arpa boyu bile yol alamamışsınız...
***
Sembolik aklın hakim olduğu toplumlar, en iyi tabirle ‘çocuksu’dur; masal dinlemeyi çok sever, dinledikleri masallara inanırlar. ‘Masallar alemi’ denilen yer, gerçek dünyadan daha gerçektir. Çocuklar bu yüzden, örneğin gecenin bir vakti odalarına girecek koca kurttan, gündüz vakti bir otobüsün kendilerine çarpması olasılığından korkmadıkları kadar korkar.
Çocukların masallar alemiyle ilişkisini bozacak olsanız, nasıl bir tepkiyle karşılaşırsınız?
Diyelim ki, defalarca anlattığınız veya okuduğunuz bir masalda bazı unsurları değiştiriyorsunuz: Kızın artık kırmızı başlığı yok, onun yerine yeşil ayakkabılarıyla tanımlanıyor. Kurt da artık kurt değil, kocaman bir kaplan olsun. Siz kodlarla oynayıp sembolik aklın gerçekliğini bozdukça, çocukların yüzündeki ifadelerin trafiği de karmaşıklaşacak; şaşkınlık, hayal kırıklığı, üzüntü, kızgınlık. Çünkü artık kırmızı kıyafeti ve elinde sepetiyle yeşil ağaçların arasında yürüyen kızı göremiyorlar. Onu sinsice izleyen kurt da yok artık. Çok tehlikeli olmasına rağmen ‘tanıdığımız, bildiğimiz’ kurdu, tehlikeli olup olmadığını bilmediğimiz kaplana tercih ettiğimiz o ilginç andayız şimdi!
Sembolik akılla düşünen toplumlar bu yüzden sembollerine yönelik herhangi bir eleştiriye, inandıkları masalların gerçekliğine dair en ufak bir kuşku söylemine ya da sorgulama girişimine yetişkince değil, çocuksu bir öfke patlamasıyla yanıt verirler; bağırıp çağırır, ellerinde ne varsa fırlatırlar.
Diyorsunuz ki, “Ormanın derinliklerinde çikolata ve pastadan yapılmış bir ev yok aslında...” İyi de, şimdi Hansel’le Gretel’in varlığının da bir anlamı yok? Diyorsunuz ki, “Ayna konuşur mu hiç?!”. E, kraliçenin kıskançlığını kim coşturacak şimdi? Ne, kraliçe de mi yok?!
Küçücük yaşlarından itibaren hem evde hem okulda anlatılmış, zihninde her ayrıntısıyla kurulmuş dünyanın gerçek olmadığını söylüyor, sembol sütunlarını tek tek deviriyorsunuz. Bilimsel metodolojiyle yazılmış tarih kitaplarını göstererek diyorsunuz ki, “Çoktanrılı dinlerden tektanrılı dinlere geçiş, tarım devrimi sonrası ortaya çıkan mülkiyet ilişkilerinin tarihsel sonuçlarından biridir; gerçekten yaşayıp yaşamadığına dair hiçbir bilgi bulunmayan İbrahim adlı bir adamın tekil arayışıyla yaşanmamıştır.” Bir sütun çatırdıyor. Diyorsunuz ki, “Musa diye birinin yaşadığına, Yahudileri Kızıldeniz’den geçirdiğine dair tek bir tarihsel kanıt bile yok.” Bir sütun daha gidiyor. Nuh Tufanı? İsa? Peygamber mucizeleri? Dört bir yandan çatırtılar yükseliyor.
***
Hakaret yok, küfür yok, aşağılama yok; sadece, inanca değil bilimsel bilgiye ve tarihsel verilere dayalı saptamalar var. Karşısındaysa, artık ‘çocuksu akıl’ diye geçiştirilemeyecek ağırlıkta hakaretler, küfürler, zindan ve ölüm tehditleri...
Yıllar önceki bir yazıda şöyle demişim: “İlkel insanın sembolik aklından modern insanın sembolik-üstü aklına geçiş kağıt üstünde basit görünüyor ama aslında o kadar zor ki...”
Aradan yıllar geçmiş ve kağıt üstünde de basit görünmüyor artık...