Her ne kadar Boyne kendisine özel bir alan olarak İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi toplumunun çektiği acıları seçmiş olsa da, eseri çok daha geniş perspektifte farkındalıklar doğurabilecek nitelikte. Artık Hiçbir Yer Ev Değil’i okuyan bilinçli okur kitabın özelinden çıkıp kendisini ve yaşadığı toplumu sorgulayacaktır.

Masum değil miyiz hiçbirimiz?

TOPRAK IŞIK

İrlandalı yazar John Boyne’un iki binli yılların başlarında yayımlanan Çizgili Pijamalı Çocuk adlı eseri, şok edici sonuyla zihinlerde derin bir yer edinmişti. Kurgusu senaryolaştırılmaya zaten çok uygun olan kitabın filmi de çekilince, küçük Bruno’nun acı hikâyesini milyonlarca insan öğrendi. Başarı kazanmış eserlerin devamı genelde beklenir. John Boyne da, Artık Hiçbir Yer Ev Değil adlı kitabında, Bruno’dan dört yaş büyük ablası Gretel’in başından geçenleri anlatmış; bir bakıma Çizgili Pijamalı Çocuk’un devamını yazmış.

Kurgu, yine sinemaya uyarlamak için çok uygun; sahneler halinde ilerliyor. Art arda gelen bölümlerden biri bugünü diğeri ise kahramanın geçmişini anlatıyor. Böylece okur, bir yandan bugüne tanıklık ederken, diğer yandan İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasından günümüze geliyor; artık doksanını aşmış olan Gretel’in on altı yaşından sonra neler yaşadığını öğreniyor.

Bir edebiyat eseri okurun ruhuna, hissettirdiği duygularla işler. Üzsün, sinirlendirsin, neşelendirsin, ona can sıkıntısı dışında bir şey hissettirsin ki okur kitabın dünyasına girebilsin ve okuduklarını içinde yaşatabilsin. Artık Hiçbir Yer Ev Değil, tıpkı Çizgili Pijamalı Çocuk gibi, bu anlamda son derece başarılı. Kurguda, okura duygusal yoğunluk yaşatan pek çok olay var. Nitekim John Boyne da kitabın sonunda, bir edebiyat eserinin duygusal boyutuna ne kadar önem verdiğini belirtiyor, kendi hikâyesinin suçluluk hissi, suç ortaklığı ve yas hakkında olduğunu söylüyor. Gerçekten de anlatı boyunca Gretel’in savaş sonrası ömrünün bu üç duygu etrafında şekillendiği görülüyor.
John Boyne, anlatısını bir oyun gibi kurgulayarak okuru şaşırtmayı çok iyi beceriyor. Olay akışlarındaki keskin geçişler oldukça dikkat çekici… Bütün oklar belli bir yönü gösterirken okur bir anda kendisini bambaşka bir yerde bulabiliyor. Beş altı sayfalık alt bölümlerinin çoğu sürpriz bir sonla biterek, olayın nasıl devam edeceğini okuma isteği doğuruyor. Öte yandan bir sonraki bölüm başka bir zaman düzleminde geçtiği için, son merak hemen giderilemiyor ama sıradaki bölüm de kendi akışındaki sürprizin devamı olduğundan, kolayca okunuyor. Kitap boyunca sürekli bu düzeni koruyabilmek kolay değil ama yazar başarıyla bunun üstesinden gelmiş.

Kurguda, titiz okurların gerçeklikle örtüştürmekte zorlanacakları bazı olaylar bulunduğu söylenebilir. Gretel’in hayatında önemli bir yer tutmuş olan Kurt’la karşılaşma biçimi, bir çocuk kaçırma olayı ve kitabın sonlarında yer alan doksan iki yaşındaki bir kadının fiziksel gücüyle açıklanması zor eylem bunlara örnek gösterilebilir.

Okuru sunduğu sürprizlerle kendine bağlayan böylesi bir kitap hakkında, ondan alınacak keyfi azaltmadan eleştiri yazısı yazmak güç. Bu güçlüğü olayların akışından çok, kitabın temel derdine odaklanarak aşmak mümkün. Zaten Boyne’un eseri asıl derinliğini, kendisinin kitabın sonunda belirttiği üç duygudan alıyor. Bütün yaşamı boyunca o üç duyguyu kendi hayatı üzerinden sorgulayan Gretel, net bir doğruya ulaşamıyor ama içindeki huzursuzluğa rağmen yaşama içgüdüsü paralelinde dengeli bir ömür çizgisi tutturmayı başarıyor.

Kitabın bir başka önemli meselesi de erkek zorbalığı… Bu zorbalık sadece savaşlarda değil, en basit günlük yaşam pratiklerinde de kendini gösteriyor. Kitapta olumsuz karakterlerin çoğunlukla erkek olması da bu çerçevede değerlendirilebilir. Kadınlar genellikle bu erkekler karşısında sinik figürler olarak ortaya çıkıyor. Bu anlamda güçlü karakterler olarak Gretel ve müstakbel gelini, diğer kadınlardan biraz farklı.

Artık Hiçbir Yer Ev Değil ve Çizgili Pijamalı Çocuk’un, Batı kültürüne özgü bir tarafı da dikkat çekiyor. Hristiyanlık her insanı, Adem ve Havva’nın işlediği suçtan dolayı günahkâr kabul ediyor. İsa Peygamber insanların günahlarından arınması için bedel ödüyor. Burada bir masumun başkalarının günahları için kurban edilmesi söz konusu. Çizgili Pijamalı Çocuk’ta Bruno tamamen masum bir kurbandır ve ailesinin günahlarının bedelini ödemiştir. Artık Hiçbir Yer Ev Değil’de ise Gretel, kendisi çocukken babasının toplama kampı komutanı olarak işlediği günahlardan dolayı suçluluk duygusu yaşıyor, ki bu da Hristiyanlık inanışında doğan her bebeğin Adem Baba’sı ile Havva Ana’sının günahına ortak edilmesini anımsatıyor.

Her ne kadar Boyne kendisine özel bir alan olarak İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi toplumunun çektiği acıları seçmiş olsa da, eseri çok daha geniş perspektifte farkındalıklar doğurabilecek nitelikte. Artık Hiçbir Yer Ev Değil’i okuyan bilinçli okur kitabın özelinden çıkıp kendisini ve yaşadığı toplumu sorgulayacaktır. Özellikle gelişmiş ülkeler enerji, hammadde ve pazar savaşlarında doğayı, hayvanları, insanları acımasızca yok ediyor. Bireyler, devletlerinin işlediği suçlardan sorumlu değil midir? Günah keçilerini taşlayarak arınmak mümkün müdür? İnsanlığın çektiği acılara sadece üzülmek yeterli midir? Böylesi sorgulamalar bizleri insanlaşma yolunda adım atmaya zorlaması bakımından son derece değerli. O adımlar uç uca eklendiğinde zalimlerin suçlarına ortak olduğumuz inancıyla yaşamanın çelişkisinden kurtulacak, toplama kamplarında Yahudi, Sabra ve Şatilla’da katledilmiş bir Filistinli, Hiroşima’da yanmış bir kız çocuğu olduğumuzu fark etmenin vicdani huzuruna kavuşacağız.