Google Play Store
App Store

Bu ülkede elinde idam ipiyle çağrı yapan liderler oldu. Dün "Ben asamadım, sen as" diyerek ipin ucunda görmek istediğiyle bugün kol kola barış pazarlığı yapanlar uzantısı oldukları geçmişin acılarından kendilerini sıyırmak için her fırsatı değerlendiriyorlar. Bir 6 Mayıs daha geride kaldı. Üç Fidan’ın yasını tutmaya, bu acı bir daha yaşanmasın diye bugün ülkenin her köşesinde sokaklarda daha iyi, daha adil bir yaşam için seslenen Deniz’lere kulak vermeye hiç niyetleri yok. Bomboş bir sorumlu avını yeğ tutanlar var. Hep olmuştur. Deniz’leri CHP astı! Peki sen ne yapıyorsun bugün Deniz’ler için?! Asıl mesele budur. Bugündür. O gün aydınlanma devrimleri ve Cumhuriyet düşmanlığıyla CHP’yi içerden kemirerek iktidara gelen gerici ve sağ akılın en iyi bildiği cahilin nefretini örgütlemektir. O nefret en kullanışlı zamanlarda, en kullanışlı argümanlarla vücut bulur. O gün idama evet diyenlerin torunları bugün idam ipiyle mecliste çağrı yapanlardır. Cumhuriyet Halk Partisi liderinden üyesine kadar bu ideolojinin hedefinde sayısız saldırıya uğramış, demokrasi şehitleri vermiştir. İdam güzellemeleri yapanların silahlarına hedef olanlar, o gün kalemi kıranların tarafında olmayanlardı. Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Zeki Tekiner, Abdurrahman Köksaloğlu gibi salt yönetim kadrolarına seçilmiş 300 CHP’li siyasetçi ve sayısız üye bu kin ve nefretin kurbanı olmuştur. Ne acıdır ki bugün değişen hiçbir şey yok. Her zaman söylediğimizi tekrarlayalım. Kim incinirse incinsin, şiddetin faili ne zaman hangi partiden kim olursa olsun adil yargılanma, adalet ve ceza gerçek yüzleşmenin en temel gereğidir. Darbe döneminde kapatılan CHP’nin kapısında bugün tarihin tekerrürünün kılıcı sallanmakta, seçilmiş belediye başkanları gizli tanıklarla, kabarık iddianamelerle hedef alınıyor. Geçmişte tek parti döneminden bu yana demokrasi ve temiz siyaset en önce içeriden hedef alınmış, sonra devşirme aydınlar, işbirlikçiler, çıkarcıların yandaş olup oturduğu iktidar mertebelerinden nifak üretmeyi sürdürmüştür. Hem de o günü bugünle eşleyen belleksizlikten beslenen olgulardan kopuk ithamlarla.

Mecliste her gün en yüksek perdeden aşağılamalarla gözdağı veren, meydan okuyan nefret saçanlar var. Doğa sevgileri gencecik bedenlerde polis şiddetiyle açan güllerle sınırlı. Canlıya, cana, canana bile merhametleri yok. İnsanları diri diri ateşe atanlara kol kanat geren liderler var. Sanata, sanatçıya düşman. Lazım olduğunu düşündüğünde buz gibi bir yürekle hem de Nazım’dan şiir okumuşluğu var ama. Sorsanız Nazım’ı da CHP tutukladı zaten. Kendileriyle aynı fikirde olmayanları “halkı kin ve düşmanlığa teşvik”  etmekle itham ediyorlar. Gece yarıları, sabah kırları sadece aksiyon filmlerinde rastlanacak silahlı timlerle evleri basıyorlar. Onları hazırladıkları berbat bir yasayla katletmek istedikleri canlılar gibi işkenceyle, ters kelepçeyle toplatıp yargı sopasının önüne atarken köpek, horoz, deve dövüşünde kan görüp coşan ve bu vahşeti izlerken tek derdi bahis oyununda kaç para kazanacağı olan taraftarlarına hedef gösteriyorlar. “Bir gece ansızın” değil her gece geliyorlar. O taraftarlar ki kendilerine biçtikleri en prestijli pozisyon, birilerinin namünasip yerinde münasebetsiz bir kıl olmak. Kindarlığıyla övündükleri nesil, havaalanı kapılarında gencecik bedenlerini kefenle örtüp sıraya dizildiğinde bu çocukları toprağın altına özendirmek yerine onları bilimle, sanatla, bilgiyle buluşturmayı, geleceğin parlak mimarları olmalarına vesile olmayı düşünmezler. Daha doğrusu istemezler. O gençler şimdi silahlı, hepsi şiddeti herkesi hizaya çekmek için kendine hak gördüğü bir araç olarak benimsemiş. 15 yaşındaki, yaşıtını nasıl bıçakladığını coşkuyla ve övünerek yeniden aynı hazla arkadaşlarına gösteriyor. Beriki gözüne ilişen yavru köpeğe kurşun yağdırıyor, asansörde karşılaştığı kediyi tekmeleriyle öldürmeden sakinleşmiyor. Kadın katilleri, çocuk katilleri, pedofil sapıklar göğsünü gere gere yeni kurban peşine düşüyor.

Dün iki evladını öldüren, kimden aldığı güçle, yönlendirmeyle ya da hangi dürtüyle soğukkanlı bir plan yaparak kamusal alanda Özgür Özel’e saldırabildi? Burada konuşulması gereken asıl konu korumanın zaafı mıdır? Koruma zaaf göstermese bu olay normal mi olacak? Bu görev bilme cesaretini körükleyen en başta ülkeyi yönetenlerin kindarlığı. Rövanşist gerici bir ideolojinin bitmeyen nefret söylemi, arımcılık ve cezasızlık politikaları. Onları Maraş’ın katillerini, Sivas’ın sanık avukatlarını karar ve adalet mekanizmalarının başına taşıyan, şiddeti bir rejim haline getiren izlekleriyle tanıyoruz. “Bakalım daha kaçı telef olacak?” buyuran, bizim idamına karşı olduğumuzu olanca açıklığıyla ifade ettiğimiz 90 yaşına merdiven dayamış Sivas katliamı hükümlüsünü sağlığı için endişe ederek serbest bırakırken o büyük merhametini suçsuz gencecik Esila Ayık’tan esirger. Onun sağlık sorunlarını umursamaz meselâ.

Özgür Özel’e yönelik saldırı ilk değil son da olmayacaktır. Geçmiş örneklerden bahsettim. Çok değil daha geçen dönem benzer bir provakasyon için görevlendirilen birinin TBMM çatısı altında Kemal Kılıçdaroğlu’na attığı yumruktan, Çubuk’ta yaşadığı linç girişiminden, önüne atılan mermiden tanıyoruz bu şiddeti. Şeriatçı katilleri, Hizbullahçı vahşileri affeden, insanlık suçlarında zaman aşımından medet umanların “şer ittifakı”, şiddeti meşru bir hak olarak olağanlaştırıyor. Bu şiddeti kınayarak, lanetleyerek geçiştirirsek bir yere varamayız. İşin ciddiyetini Özgür Özel’e saldıran adamın evlatlarının adaletinden başlatmadığımız sürece bir adım yol alamayız.

Bu iklimi yaratanlardan, şiddeti örgütleyenlerden hesap sorabilmek için en önce kendi Deniz’lerimizi özgürleştirmemiz onları kongre, kurultay salonlarında, yıldönümlerinde isimleriyle anarak alkışlama ve alkış alma halinden kurtulmamız gerek. Nazım’ın ezber ettiğimiz popüler dizelerinin yetmeyeceğini onun eserlerini tekrar tekrar okumaya, okutturmaya, hissetmeye ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıyız. Yoksa biz kendisine ait olmadığının farkında olmadığımız şiirleri her fırsatta kullanırken bir bakmışsınız Deniz’in, Hüseyin’in, Yusuf’un, Mahir’in, Ulaş’ın bir ömür karşısında mücadele ederken canından olduğu en derin karanlık, hem de gerçek bir Nazım dizesiyle sizi hedefe koymuş alkış topluyor. En önce kendi idealimizi, ideolojimizi, dilimizi korkusuzca sahiplenerek her adaletsizliğin karşısında gür sesimizle durmazsak bu sıradanlık, vasatlık tüm mücadelemizi esir alarak öğütür, yumuşatır, normalleştirir. Şiddetin her türlüsüne karşı adalet talebimizin sağlam temellerle koruma altına alındığı bir Anayasa’ya ihtiyacımız olduğunu önümüze getirilecek anayasa tartışmaları arifesinde en sarih şekilde kavramamıza yol açmalı bu saldırı.

Aday kim olacak? İktidarın asıl isteği olan bu gündemin; A planı, B planı tartışmaları yerine insanlık suçlarında zaman aşımının kaldırılması, katillerin sapır sapır salıverilmesinin iki üç siyasi kelâmla geçiştirilmesi, işçi/kadın/çocuk cinayetlerinin çetelesinden öteye gitmeyen açıklamalardan fazlası için makas değiştirmemiz gerek. İşin ciddiyetini iyi kavrayarak rutinlerden, laf yarışından, sansasyonel hamlelerle geniş kitlelerin anlık beğenisini kazanma çabasından kurtulmalıyız. İhtiyacımız olan beğeni değil güven. Bunun için en önce kendimiz tutuklu belediye başkanlarımızla ilgili mücadeleyi ironiden, şakalardan, durumu olağanlaştıracak örneklerden uzak tutmalıyız. Olası barış müzakeresinin olumlu sonuçlanması durumunda yapılacak ilk düzenlemenin kayyum düzenlemesi olduğu bilgisine bel bağlayarak DEM partili belediyelerin kayyumları iade edilirken İBB’nin terör soruşturmasının düşmesi, Şişli ve Esenyurt belediyelerinin CHP’ye iade edilmesi üzerinden plan yaparak, uzlaşı umarak sonuç alamayacağımız gibi yakaladığımız rüzgârı da karşımızda bulmamız şaşırtıcı olmaz. Başta Ekrem İmamoğlu ve olmak üzere bugün yapılan haksızlığa karşı direnenlerin güvenini böyle kazanamayız. Onlara, bu ülkeye sorumluluğumuz büyük resmi kavrayarak çalışılmış program ve eylem planı olan tutarlı siyaseti kurgulamaktır.

Özgür Özel’e yapılan saldırının bir iki gün sonra unutulmasına ve olağan akışa geri dönülmesine izin veremeyiz. Yoksa köşede Kılıçdaroğlu’na yumruk atanla buluşacak ve tıpkı Matia Ahmet Minguizzi’nin katili gibi birbirlerine nasıl yaptıklarını gösterip gülerek yeni bir hedefe yönelecekler. Unutmayın Çubuk’ta “tahriklere kapılarak sadece bir kez yumruk attım” diyen de, mecliste yumruk atan da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla serbest. Katliam hükümlüleri, işkenceciler serbest. Onlarca kadın katili serbest. İki çocuğunu öldürenin elini kolunu sallaya sallaya gezmesine diyecek söz bulamıyoruz zaten! Halka hizmet edenler, siyasetçiler, gazeteciler, hak savunucuları, gençler ve tümünün avukatları tutuklu. Mayıs ayındayız. Yas ayındayız, ne ki bahardır bir yandan. Onat Kutlar’ın Üç Fidan’ın ardından babalarına seslenişiyle, bugün tüm öldürülmüşleriminiz ve tutsak edilenlerin sevenlerine, arkadaşlarına uzanalım…

“Unutma baba onun arkadaşları var

Seyrek ağaçlı korularından yoksulluğun

Ve uçsuz bozkırlardan koşarak

Ölüme açılan yiğit çocuklar

Yaşamanın savaşçısı çocuklar

Tez ulaştırırlar onu güneşe

Kentlerin kanalına dolar balçığı

Güneş balçıkla sıvanır mı?”