“İlk zamanlarda bazı yazarların gerekli gördüğü garipliğe düşmeden, fakat çok güçlükle yazardım. Herhangi bir konuyu tasarlarken daima cümleler yapılmış olarak doğduğundan bunların sırasını tayin etmek beni çok yorardı. İstediğim uyumu sağlamak, anlamı derinleştirmek, üslubu canlandırmak için bu cümleleri birkaç kez gözden geçirir, kurcalar, eklemeler yapar, alt üst eder ve tekrar okuyarak ancak uzun yorgunluklardan sonra istediğim biçimi verinceye kadar tekrar tekrar yazardım. Mesela ‘Siyah İnciler’deki küçük parçalar hep böyle yazılmıştır.”

Mehmet Rauf, “Sevimli Ay” dergisinin düzenlediği “Muharrirlerimiz, Ediplerimiz Nasıl Yazı Yazarlar” anketine verdiği yanıtta yazı macerasının başlangıç noktasını böyle tanımlıyor. (Temmuz 1926)
Macera daha sonra şu koyaklardan geçecektir:

Mesela hikâyeye her zaman güç başlıyor. İlk satırları yukarıda anlattığı gibidir. Fakat bir kez başlayıp da eserin ruhuna girdi mi artık hiçbir zorluk kalmayacaktır.

“Bu son zamana kadar böyleydi” dedikten sonra, özellikle yeni yazdığı “Son Yıldız” romanında tamamen değiştiğinin altını çizecektir.

Daha önceleri kâğıdın üstünde didinerek, çekişerek, yazıp bozarak, çizip çıkararak, kısaca bin zorluk içinde harap olarak yazmaktayken hastalık nedeniyle yazmak istediklerinin konuşma yoluyla kâğıda geçirilmesi gereğini duyacaktır.
“Son Yıldız”ın birinci bölümünü öncekiler gibi yine cümle cümle, didinerek yazmıştır. Oysa şimdi sinirli hallerine yorulmaz bir sabır ve “melek” gibi tahammül göstererek yardım eden eşinin sayesinde artık böyle güçlüklerle karşılaşmayacaktır.
Şöyle diyecektir röportajın sonlarında:

“Adeta, birine bir şey anlatıyormuşum gibi, hatta ondan daha açık ve kolaylıkla (Çünkü konuşmam pek karmakarışıktır.) ancak bir iki düzeltmeye muhtaç olacak akıcılıkla yazdırıyorum.

Bu tarz ile daha başarılı olduğumu sanıyorum. Çünkü bütün dostlarım ve okuyan herkes gibi ben de görüyorum ki, “Son Yıldız’ ‘Eylül’den bile kuvvetli ve kişilikli bir eser oldu.

Bir yazarda zengin bir hayal gücü, bir düşünce gücü olduktan sonra yazmanın hiç önemi olmaz. Aydınlıkta ya da karanlıkta yazmak gibi şeyler boş ve gariplik seven yazarların iddiasından başka bir şey değildir. Yazı yazabilecek adam, karanlıkta da yazar, kalabalıkta da, fırtınada da yazar, kasırgada da...”

Halit Ziya’ya göre Mehmet Rauf’ta her zaman taşmaya hazır bir çalışma ateşi vardır. (Kırk Yıl, İnkılâp Kitabevi)
Kentin dört köşesine koşacak, her yandan, özellikle edebiyat ve basın dünyasının dört köşesinden bucağından topladığı haberleri, onlarla ilgili olanlara dağıtacak, sonunda dinlenmek Halit Ziya’nın kapısını çalacaktır.

Halit Ziya, yazın Sarıyer’deyken birlikte söyleşiler yaparak uzun gezintilere çıkacaklardır.

Çoğu zaman Kilyos’a, Kavaklar’a sandalla deniz gezmeleri yapacak, karada da Çırçır’da dolaştıktan sonra, Hünkâr Suyu’na kadar tırmanıp oradan biraz daha yükselerek elçiliklerin ve yalıların korularını arka yandan dolaşarak, sonra Fıstık Suyu’na ineceklerdir.

İki yazar orada biraz dinlenecek, daha sonra Büyükdere rıhtımına akarak Sarıyer’e döneceklerdir.