Mehna’nın saçları, Bahare’nin filmleri…
En az 26 yıl olmuştur herhalde, Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi olarak, dünya sinemasından filmleri göstermek için çalışmaya başladık. Kadıköy’de maddi durumu iyi olmayan, Warner Bros gibi dağıtım tekellerine de teslim olmak istemeyen bir sinemayla birlikte çalışacaktık.
Bugün internet sayesinde dünya sinemasının neredeyse tüm filmlerine ulaşabilmek mümkün, ama o günlerde festivaller ve yurtdışından getirilen video kasetler dışında olanak yoktu.
Yüksel Abla’nın (Selek) isteğiyle, tüm büyükelçiliklere Yurttaş Girişimi’ni tanıtan ve bu sinema projesini anlatan mektuplar yazmaya başladım. Pek çok ülkeden olumlu yanıt aldık, hatta bazıları filmleri göndermekle kalmayıp tüm kargo masraflarını üstleneceklerini de belirttiler. En yardımsever ülkeler İsveç ve İran’dı; en umursamaz ülke ise, şaşırtıcı biçimde, Küba’ydı.
***
Film listeleri ve gösterim sözleşmeleri ile ilgili bilgiler için, olumlu yanıt veren ülkelerin temsilcilerine yeni yazılar yazdım. İran’a yazarken, İslam Devrimi öncesi yapılan filmleri de listeye eklemelerinin iyi olacağını belirttim. Bekleneceği gibi, kabul etmediler. O konuda epey ısrar ettiğimi anımsıyorum: İslam Devrimi öncesi de tarihlerinin parçasıydı, o günün filmlerine bakmadan bugünkü İran sinemasını yeterince tanıyamazdık, Kiarostami ve Makhmalbaf’ı doğuran koşulları yeterince anlayamazdık vs. epey dil döktüm. Söylediklerimin hiçbiri işe yaramadı.
Neyse, bir yandan Türkiye’nin kirli politik tercihleri, bir yandan 17 Ağustos Depremi derken bu projeyi rafa kaldırdık.
Aradan çeyrek yüzyıl geçti; bugünkü İran’ın özellikle sinema gibi kültürel konularda daha yumuşak olmasını beklerken, yönetmenler hakkında dinsel gerekçelerle idam cezası istenen, ‘resmi’ inançlara uygun bulunmayan filmlerin uluslararası festivallere gönderilmesinin yasaklandığı kapkaranlık bir dönemde bulduk kendimizi -bu ifadelere bakılırsa, ‘daha yumuşak’ bir dönemle karşılaşmadığı için hayal kırıklığına uğrayan yazarınızın ülkesi epey demokratik olsa gerek! Evet, ‘Kanun Hükmü’yle ileri demokratik bir ülke...
Son birkaç haftadır Bahare Lelahi’nin filmlerini arıyorum. İnternetin altını üstüne getirdim, ama ne yazık ki tek bir kare bile bulamadım.
Bahare Lelahi, İranlı bir kısa film ve belgesel yönetmeni. Eylül 2022’de başörtüsü mecburiyetine karşı çıktığı için Tahran ‘ahlak’ polisi tarafından gözaltına alınan Jina Mehsa Amini’nin öldürülmesinin ardından yapılan protesto etkinliklerine katılmış, özgürlük peşinde koşan 40 yaşında bir kadın.
***
Eğer Türkiye’de yaşıyor olsalardı, ailesini bir Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda görebilirdiniz; “Jin, Jiyan, Azadi” (Kadın, Yaşam, Özgürlük) destekçisi olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan Bahare, kadın saçından hiçbir şeyden korkmadığı kadar korkan iktidar tarafından ‘kaybedildi’.
Ailesinin ısrarlı arayışları Nisan 2024’te sonuçlandı: Bu yurttaşını düşman olarak tanımlayan devlet, Bahare Lelahi’yi tıpkı Mehsa Amini gibi hapiste öldürüp Tahran’ın 40 kilometre batısında bulunan Kerec kentindeki bir mezarlığa gömmüştü*. Bazı haber kuruluşları, İran polisinin aileyi kızlarına dair hiçbir şey yapmamaları konusunda uyardığını yazıyor. Ailenin Bahareh’nin cenazesini uygun biçimde yeniden gömmesine, yas tutmasına izin verilmemiş...
Umarım uluslararası kuruluşlar ve sinema festivalleri Bahareh’nin filmlerine ulaşıp tüm dünyanın izlemesini sağlayabilirler.
İslam Devrimi öncesi İran filmlerini görmesek de olur artık... Önemli olan, bundan sonraki devrimler. Bu devrimlere giden yolu da, Bahareh gibi insanların filmleri aydınlatacak.
*Mezarlığın adı “Bibi Sakine”, yani “Sakine Anamız”. Bibi Sakine, 680 yılında Kerbela’da katledilen Hüseyin bin Ali’nin kızı. Yezid’in askerleri Hüseyin’i öldürdükten sonra, Sakine’nin de içinde bulunduğu kadın ve çocukları Şam’a götürüp sokaklarda halka teşhir ederek halifenin ihtişamını göstermişler. Yezid’den nefret edenlerin bu kadar kolay yezidleşebilmesi ne tuhaf...