Google Play Store
App Store

Bir yandan PKK’ye silah bırakmasını sağlayacak diğer yandan da DEM Parti’yi muhalefet blokundan koparacak yeni bir hamleye hazırlanıyorlar. Amacı kendini kalıcılaştırmak olan bu rejimle çözüm ve barışın sağlanamayacağı açıktır.

Merdan Yanardağ: Amaç DEM Parti’yi muhalefetten koparmak

Hazırlayan: Öncü Durmuş

Suriye merkezli gelişmelere paralel olarak MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin DEM Parti grubuna uzattığı el ile başlatılan "çözüm süreci", hafta tamamlanmadan yeni bir evreye geçti. Siyasi partilerden eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne kadar bir dizi görüşme gerçekleştiren İmralı heyeti, üçüncü kez PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı ziyaret etti.

Ziyaret sonrası İstanbul’da açıklamalarda bulunan heyet, Öcalan’ın PKK’ye yönelik beklenen silah bırakma çağrısını kamuoyuna duyurdu. Öcalan tarafından iletilen mesajda, PKK’nin silahlı mücadelesini tamamıyla siyasal bir alana taşıması talep edilirken, ayrı bir ulus-devlet, federasyon ve idari özerklik gibi yapılara ihtiyaç olmadığı belirtildi.

Demokratikleşme vurgusunun da olduğu metinde yazılmayan ancak Sırrı Süreyya Önder tarafından paylaşılan “Pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshetmesi; demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” ifadeleri oldukça dikkat çekti.

Heyetin mesajı okumasının ardından PKK’nin silah bırakma ihtimali genel anlamda olumlu karşılanırken, çağrının arka planında birçok soru işareti mevcudiyetini koruyor.

Öcalan’ın PKK’ye yönelik çağrısının Ortadoğu’daki ve Türkiye’deki yansımalarını Gazeteci Merdan Yanardağ ile konuştuk.

Ortadoğu’daki gelişmeler ışığında başlayan ‘çözüm sürecinin’ geldiği son yer öcalan’ın silah bırakma çağrısı oldu. Siz bu çağrıyı genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısı, kuşkusuz ülkede yeni bir dönemi açığa çıkarabilecek önemli bir çağrı olarak kayıtlara geçti. Üzerine çalışılmaya çok önceden başlanılan, bu metinde, demokratik siyaset kanallarının kapanmasının PKK’nin varlığını yarattığı ve artık bu koşulların ortadan kalktığı belirtildi.

PKK'nin reel sosyalizmin etkisinde kaldığı, Sovyetler Birliği’nin varlığının ve sosyalist sistemin örgütün teorisine etki ettiği, kimlik inkârının çözülüşü ile ömrünü tamamladığı ve kendisine benzeyen diğer örgütler gibi PKK’nin de feshedilmesi gerektiğini ortaya koyan bir çağrı paylaşıldı kamuoyuyla.

Sonuç itibarıyla, tüm bunların günün koşullarına bağlandığı, artık demokratik siyaset mekanizmalarının işletilmesinin yolunun açıldığı ve silahlı mücadelenin rafa kaldırılması gerektiği vurgulandı.

Böylece Öcalan, silahlı mücadele zeminine gerek kalmadığını ve artık kendileri açısından meselenin demokratik mücadele kanallarının yaratılması olduğunu ilan etti.
Bir anlamıyla iktidarın beklediği çağrıyı yapan Öcalan, metinde olmayan ancak Sırrı Süreyya Önder’in son olarak okuduğu kısımla da örtülü bir şart koştu. Kimliklere saygının kabul göreceği, demokratik örgütlenme hakkının sağlanabileceği, sosyoekonomik yapıların ve siyasal hattın demokratikleşmeyle mümkün kılınabileceğini duyurmak istedi.
İktidara ateş topu bırakan bu çağrının ülkeye ve bölgeye etkileri önümüzdeki zaman diliminde çok daha net bir şekilde gözlemlenecektir.

Ülke uzunca bir süredir uyandığı her yeni güne saray rejiminin baskı politikalarıyla gözünü açıyor. Bazı kesimler tüm yaşananları büyük bir mutlulukla karşılasa da bu süreçte gerçek bir barıştan bahsedebilir miyiz? Muhalefet bu gelişmelere karşı nasıl bir pozisyonda kalmalı?
Öncelikle şafak baskınlarının, belediye başkanlarına yönelik operasyonların, bağımsız medyaya yönelik baskı ve sansür girişimlerinin, zorbalık düzeyinde her alanda yaşanan el koyma operasyonlarının nasıl bir demokratikleşmeye işaret edeceği bu dönemin temel meselelerinden biri olacaktır.

Bu sebeple yaşanan süreç, kaygılarla dolu olmakla beraber, iktidarın tuzaklarıyla döşenmiş bir yolu şimdiden açmıştır. Saray rejiminin “kayıtsız şartsız teslim olun, gerisine biz bakalım” yaklaşımı da bu yeni dönemin tuzaklarının en büyük kanıtıdır.

Bu bağlamda, rejimin en büyük beklentisinin bir teslimiyet olduğu unutulmamalıdır. Çünkü açık ki rejimin bu evredeki amacı, PKK ile anlaşıp ülkedeki muhalefet güçlerini parçalamaya yönelik hamleleri hayata geçirmektir. Bu anlamıyla DEM Parti’yi muhalefet blokundan koparacak her hamle AKP’ye paha biçilemez bir fırsat sağlıyor.

Bu fırsatın en büyük çıktısı da Cumhuriyetin tasfiye sürecini tamamlamak, iktidarın siyasal ve tarihsel ömrünü uzatarak İslamofaşist bir rejimi, gerici faşist bir diktatörlüğü ya da düşük yoğunlukta da olsa bir şeriat rejimini kurmak için gerekli süreyi edinmeleridir.

Bu kapsamda, Öcalan demokratikleşme vurgusunu ne kadar yaparsa yapsın, amacı kendini kalıcılaştırmak olan bu rejimle çözüm ve barışın sağlanamayacağı açıktır.

Ayrı bir ulus-devlet, idari ya da kültürel özerklik taleplerinin olmadığı vurgulansa bile, Sırrı Süreyya Önder’in de bahsettiği ifade özgürlüğüne ve demokratik toplum taleplerine yönelik istenen hukuki zemin otoriter bir rejimle sağlanamaz.

Dolayısıyla buradaki kalıcı çözümün yolu, demokratik bir meclisin, iktidarın ve perspektifin ortaya koyulmasından geçer.

Türkiye’de bir erken seçim olur, yeni bir iktidar oluşur ve oluşturulacak meclis, kamuoyunun önünde demokratik bir çözümü toplumun tüm kesimlerine taşıyabilirse, tüm bu yaşananlar kendi gerçekliğini bulabilir.

Son olarak, CHP başta olmak üzere toplumsal muhalefet güçlerinin tamamı, iktidarın istediğinin aksine DEM Parti’yi bu bloktan koparmaktan vazgeçirecek bir siyaset biçimini var edebilmelidir.