‘Dağdaki çoban’ dendiğinde artık hiç kimsenin aklına, dağda kaval çalarak sürüsünü otlatan bir çoban gelmiyor. Onun yerine, aslında kırsal hayat yaşayan, kentlerde olup biten olumlu ya da olumsuz hiçbir şeyle ilişkisi olmasa bile kullandığı oyla kentteki insanın yaşam standartlarında az çok etkisi bulunan bir seçmen kitle geliyor akla. 

Bu kavram dönüşümünün bizdeki sorumlusu, Aysun Kayacı adlı bir genç kadındı. 2008 yılında “Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?!” demiş, epey tepki toplamıştı. O ne biçim sözdü öyle, çobanları -ya da halkın bir kesimini- aşağılıyor muydu?! 

Tabii ki aşağılamıyordu; çobanla arasındaki eğitim farkından veya kentli ya da köylü olmaktan söz etmiyordu, vergi vermekten ve ödediği verginin hesabını sormaktan söz ediyordu. Kayacı’nın Pınar Kür, Çiğdem Anat ve Müjde Ar’la birlikte güncel sorunlar üzerine konuştukları Haydi Gel Bizimle Ol adlı TV programında söylediği sözün özü ‘dağdaki çoban’la kentteki manken arasındaki farkta yatmıyordu. Kayacı taşra kurnazlığı yapanla yapmayan arasındaki varoluşsal farkı tartışmaya, yasalar önünde eşit olduğu ama kendisi tüm yasalara uyarken sürekli kanuna aykırı biçimde davranıp bir de popülist politikalarla ödüllendirilen bir zihniyet biçimini görünür kılmaya çalışıyordu: “Gecekondu dikenle, sonradan belediyelerin böyle diploma dağıtır gibi tapularını dağıttığı gecekondu dikenle, kaçak elektrik kullananla, vergi kaçıranla niçin benim oyum eşit acaba?” 

Kapitalizme devlet eliyle geçmiş bir toplumun çarpık kentleşmesi sonucu oluşan metroköylerin politik zihniyeti henüz ‘beş haramiler’de somutlaşmamış, bugün ciddi ciddi beton fetişisti olduğunu bildiğimiz RTE beton ve asfalt yığınlarından ‘eserlerimiz’ diye söz etmeye henüz başlamamıştı. Ali İsmail, Abdo hayattaydı, Berkin 9 yaşındaydı. 

Aysun Kayacı çok büyük tepki gördü. Hatta Adana ve Şanlıurfa’dan bazı çobanlar kendilerine hakaret edildiği gerekçesiyle Kayacı’ya dava bile açtı -çobanların programı izleyip kırıldığını sanmıyorum, büyük olasılıkla bazı işgüzar avukatlar tarafından ikna edilmişlerdi.

Son yıllarda ‘dağdaki çoban’ ve Aysun Kayacı, her zamankinden daha çok anılıyor. E, haliyle… Son derece somut gerekçelerle ekonomiden yakınan gençlere “Çıkar telefonunu göster!” diye çemkiren, kendini ‘g.t kılı’ olarak tanımlayacak kadar alçalabilen kitlelerin verdiği oyların nasıl büyük bir toplumsal yıkıma yol açabildiğini gördükçe, insanlar haliyle “Kıymetini bilememişiz Aysun Kayacı!” diyorlar. 

Ama artık ‘dağdaki çoban’la metroköydeki koyunu birbirinden ayırmanın zamanı geldi. 

***

Türkiye belgesel sinemasına çok güzel yapıtlar kazandırma potansiyeline sahip bir öğrencim, 2022’de dağlarda çobanlık yapan amcasıyla ilgili bir kısa film yaptı. Eski Tepeler adlı bu kısa denemede Derya’nın çoban amcası Reşit Bey, çocukluk ve gençliğinde bazen uzun süre köye inmeden dağda kaldıklarını anlattıktan sonra, şöyle şaşırtıcı bir söz söylüyor: “Öyle bir, ne bileyim ben, eskiden mi iyiydi şimdi mi iyi bilemiyorum da... Ha, sağlığımız yerindeydi, mutluyduk yani, dört-beş kardeş buralarda, çoluk-çocuk, yetişenler buralarda olurdu.” 

Şimdi, Reşit Bey’in taşrada yaşayan yaşıtlarından (60’lı yaşlar) kolay kolay böyle sözler duyamazsınız; “Eskiden mi iyiydi, şimdi mi iyi, bilemiyorum” demezler. Genellikle şimdiki neslin ne kadar işe yaramaz olduğuyla başlayıp, “Ah, nerde o eski günler!” diye bitirecekleri muhafazakar bir söylem tarzını tercih ederler. Bu ‘kötü şimdi’nin oluşmasında kendi paylarını hiç düşünmeden, son 40 yılın akıldışı politik çalkantılarına hiç değinmeden, dünyaya donmuş ve donuk bir zaman anlayışıyla bakarlar. 

Ekonomiden yakınan gençlere “Çıkar telefonunu göster!” der mi, beton sevdalısı iktidar hakkında ne düşünür, oyunu kime verir bilemem ama, Reşit Bey ‘dağdaki çoban’ olduğunun bilincinde, ilginç bir tarihselci bakış açısı sunuyor. Eskinin ‘eski’, şimdinin hem ‘yeni’ hem de ‘yarınki eski’ olduğunu bilen bir çoban... Sanıyorum ki, daha doğrusu umut ediyorum ki, oylarımız eşit derecede önemlidir.