Google Play Store
App Store

Bu seçim dönemine damga vuran ‘yeni medya olayı’ nedir diye sorsanız, cevabım Oğuzhan Uğur’un Mevzular Açık Mikrofon’u olur. Bununla birlikte, Mevzular Açık Mikrofon’a bir yeni medya formatı demek zor. Evet, Youtube gibi bir yeni medya mecrasında yayınlanıyor ama 80’lerin açık oturum programlarını, 90’ların Siyaset Meydanı, Abbas Güçlü ile Genç Bakış gibi programları ve türevlerini hatırlayan kuşak için bu hiç yeni değil. Yani bir siyasetçinin karşısına çoğunluğu karşıt görüşten gençleri oturtup soru sordurmakta pek bir yaratıcılık yok. Buradaki yaratıcılık, boşluğu ve ihtiyacı görüp, bunu bugünün şartlarında yeniden cesaretle yapabilmektir.

MEDYA PATRONLARI NASIL GÜÇLENDİ?

Bunu anlamak için filmi biraz geriye sarmamız gerekiyor. Özellikle yeni kuşaklardan bu yazıyı okuma ihtimali olanlar için kendi kuşağım ve öncesinden pek çok okurumun bildiği bazı şeyleri hatırlatmak istiyorum. AKP’nin 2002’de tek başına iktidar olmasından önce Türkiye’de parçalı bir medya yapısı vardı. Devlet kanalı TRT bir noktaya kadar dengeleri koruyordu ama özel televizyon kanallarının da herkese hitap etmek gibi bir derdi vardı. Çünkü herkese hitap ederek onları etkileme gücüne sahip olmanın maddi bir karşılığı vardı. Bu da iktidarlardan medya dışı işlerde teşvikler, ihaleler almak yani akçeli işleri yoluna koymak demekti. Bu dönemde iyi gazeteciliğin anlamı, medya dışında yatırımları olan patronun, iktidar karşısında daha güçlü bir tehdit olabilmesi demekti. Gazetecilerin bunda bir vebali yok, onlar işlerini yaptılar belki ama iyi gazetecilik medya patronları için “şu işim olmazsa, daha iyi gazetecilik yaptırırım devrilir gidersin” demek anlamına gelmeye başladı. O iş olursa da gazeteciliğin dozu düşüyordu. Bu sırada, yükselen star gazeteci olgusuyla gazeteciler arasındaki uçurumların açılması, örgütsüzlüğün artması ve sendikanın adım adım medyadan kovulması da dizginleri tamamen medya patronlarına verdi.

MUHALİF DUAYENLERİN GEÇMİŞİ

Medya patronları diğer açıdan da şanslıydı, çünkü özel kanalların açıldığı, yani pastanın bir anda misli misli büyüdüğü 90’lı yıllar, parçalı iktidarların yani koalisyonların dönemi olduğu için de güç patronlardaydı. İktidarlar için medyayı tamamen ele geçirmek hiç kolay değildi. Bir medya grubu iktidarı desteklese dahi bir sonraki döneme zarını atan başka bir medya grubu dolu dizgin muhalefet pozisyonunda olabiliyordu. Her yeni iktidarla kartlar yeniden karılıyordu. O zamanlar musluğun başında olup bugün oyun dışı kalan ve muhalif kesilen bazı duayenler o dönemi güzellese de kulak asmayın. İdeal olan medya düzeni o da değildi ve bugünleri hazırladı. O süreç ve öncesinin, bugünleri nasıl hazırladığını, bugün muhalif bildiğimiz bazı gazetecilerin bunda nasıl rolleri olduğunu, Saraydan Saray’a Türkiye’de Gazetecilik Masalı (Can Yayınları, 2015) isimli kitabımda da anlatmıştım. Detaylara ilgisi olanlar oradan devam edebilir.

MEDYANIN ELE GEÇİRİLMESİ

Milat, o parçalı yapının içinden 2002 yılında AKP iktidarının tek başına iktidar olarak sıyrılması, yani Erdoğan döneminin başlaması oldu. Sık sık manşetlerle çarpışarak geldiğini hatırlatan Erdoğan, ilk zayıfladığı anda bu medyanın onu alaşağı edeceğini biliyordu. Tek başına iktidar olup her seçim zaferiyle daha da büyüyen güç, dengeleri iktidar lehine değiştirdi. Bu nedenle, Star gazetesiyle başlayan kendi medyasını yaratma süreci her yeni seçim zaferiyle geleneksel medyanın neredeyse tamamını ele geçirmesiyle sonuçlandı. Bu, medya dışı sermayenin medyada olmasının en doğal sonucuydu. Bu kıskıvrak ele geçirme karşısında muhalefet kanadı da boş durmadı, kendi haber kanallarını oluşturdu. Elbette muhalefet tarafında iktidarın elindeki maddi kaynaklar olmadığı için bunlar iki eşit taraf değildi. Üstelik devlet televizyonu da artık tamamen güçlü iktidarın emrindeydi. Bir eşitlik olmadığı için de muhalefet tarafında olan televizyon kanalları ve gazetelerin de eskinin merkez medyası gibi olmasını bekleyemezdik. İşte tüm bu süreç, iki ayrı kutbun, haberi farklı medyalardan (eşit olmayan dağılımla) alıp birbirine sağır kaldığı bir dönemi başlattı. Eş zamanlı olarak sosyal medya olgusu yükselince, bu muhalefet için bir nefes borusu oldu. Ancak orada da yankı odaları oluşuyor ve herkes kendi kutbuna hitap ediyordu. Sosyal medya erişimi düşük olan kitle, iktidarın avucunun içindeydi. Byung Chul Han’ın enfokrasi toplumu diye adlandırdığı bu yeni toplum (Enfokrasi Dijitallaşme ve Demokrasinin Krizi, Ketebe, 2022) tek bir kamusal alanda meseleleri tartışamaz hale gelmişti. Türkiye’nin özel şartlarında demokrasinin bu krizi daha da şiddetli yaşandı.

KİM KAZANIRSA KAZANSIN BİLMEMİZ GEREKEN

Ancak Oğuzhan Uğur’un Mevzular Açık Mikrofon isimli Youtube yayınını her kesimden, özellikle gençlere ulaşma başarısıyla görüyoruz ki, eskinin merkez medyasında doğal olarak gelişen karşılıklı konuşmaya toplumun hâlâ ihtiyacı var. Her ne kadar siz kendi medyanızı oluşturup defalarca seçim kazansanız da bir yerde geliyor ayrı dinamikler kendini dayatıyor. Yeni medya, gelenekseli işte böyle yeniden inşa ediyor. Bugün yapılacak seçimin sonucu ne olursa olsun bu gerçek değişmeyecek. Kim kazanırsa kazansın işi hiç kolay olmayacak. Ancak bugün sandığa gidip “ben bu yaratılan medya düzeninden de yana değilim” deme şansımız var. Eğer kazanan taraf olursak bu iktidara tepki olarak doğan ‘muhalif medya’ kavramını da yeniden düşünmemiz gerekiyor. Sonuç ne olursa olsun, bu seçim süreci toplumun böyle bir şey istemediğini, daha merkezde durabilen yapılara ihtiyaç olduğunu gösterdi çünkü. Muhalif bilinen haber kanallarının, böyle bir program oluşturamayarak bir yeni medya programı olan Mevzular’ı tamamen veya kesitler halinde yayınlamak zorunda kalması, iktidar trollerinin programa saldırıları, meydanlarda izletilmesinin engellenmeye çalışması bunun en taze kanıtı. Tüm tarafların kendi eksikliklerinin de bir gösterisi bu…