Google Play Store
App Store

Dünyayı peşinden sürükleyen oyunun en fiyakalı aktörlerinden biri Milan. Juventus ve Inter’le beraber İtalyan futbolunun üç atlısından biri olan “Şeytan” lakaplı kulüp, sahibini başbakanlık koltuğuna oturtmasıyla da biliniyor. Şeytana pabucunu ters giydirecek Silvio Berlusconi bir tarafa, kırmızı-siyahlılar bugün 125. yaşını kutluyor. Real Madrid’den sonra Şampiyonlar Ligi’nin en başarılı ikinci takımının öyküsü futbolun gücünü de anlatıyor.

Aslında her şey ekmek peşinde İngiltere’den İtalya’ya taşınan bir avuç insanın futbol oynamak istemesiyle başlamıştı. Onlar sevdalarını Ada’dan Çizme’ye taşımışlar, ilk ateşi yakmışlardı.

Bunlardan biri de Herbert Kilpin’di. 1870’te Nothingham’da doğan bu çocuk, önce yurtdışında futbol oynayan ilk İngiliz olacak, ardından bir devi kuracaktı.

1899’un sonunda kapılarını Milan Futbol ve Kriket Kulübü olarak açan bugünün devi, doğum gününü 16 Aralık olarak kabul etse de kimi araştırmalar 13 Aralık’ta kurulduğunu gösteriyor.

Renkleri kırmızıyla siyahtı. Renkleri lakaplarını doğurmuştu zira Rossoneri, kırmızıyla siyah demekti. 12 kurucudan biri olan ve birçokları tarafından Milan’ın babası olarak görülen Kilpin, tercihlerini şöyle anlatmıştı: “Şeytanların takımı olacağız. Renklerimiz ateş gibi kırmızı, rakiplerimize aşılayacağımız korku gibi siyah olacak.”

İlk başkan iş insanı İngiliz Alfred Edwards seçilirken, Kilpin takımın oyuncu-menajeriydi. 1901’de şampiyonlukla tanışan kırmızı-siyahlılar, 1906 ve 1907’de aynı başarıyı tekrarlıyordu.

1916’da ölen Kilpin uzun süre unutulacak, 1990’larda amatör bir tarih tutkunu sayesinde Milano’da bulunan mezarı 2010’da kentin en önemli insanlarının bulunduğu özel bölüme taşınacaktı…

EZELİ RAKİBİNİ DOĞURMAK

Milan’da başarılara rağmen herkes mutlu değildi. Kulübün sadece İtalyan oyuncuları oynatmasına karşı çıkan 44 üye, “Bu harika gece bize renklerimizi bahşediyor: Yıldızlı bir gecede siyah ve mavi. Bize artık Internazionale denecek. Çünkü biz dünyanın kardeşleriyiz” diyerek 9 Mart 1908’de kendi kulüplerini kuruyordu.

İsminden de anlaşılabileceği gibi Internazionale, yabancılara açıktı. Renkleri maviyle siyahtı. Bu tercih de onların lakaplarını doğurmuştu zira Nerazzurri maviyle siyah demekti.

İtalya’daki siyasi iklimi müteakip Milano’nun iki yakasında da değişiklikler oluyordu. Faşist rejim kentin isminin İtalyancası yerine İngilizcesini kullanan kırmızı-siyahlılara Milano adının kullanılmasını dayatırken, Inter başka bir takımla birleşmek zorunda kalmıştı. Bir dönem Ambrosiana olsalar da taraftarlar kulüplerine Inter demeye devam ediyordu. Savaşın bitiminden sonra ezeli rakipler bugün bildiğimiz adlarına tekrar kavuşuyordu.

1950’lerde ilk Milan güçlenmiş, ülkenin en zenginlerinden Angelo Moratti’nin başkan olmasıyla Inter’de de rönesans başlamıştı. Milano’nun fiyakalılarının rekabeti Çizme sınırlarını aşınca, Şampiyon Kulüpler Kupası’nda İtalyan modası yaşanıyordu.

O kupayı İtalya’ya ilk Milan 1963’te getirmişti. Benfica’yı Wembley’de devirdiklerinde, goller José Altafini’den gelmişti. Ezeli rakibinden bayrağı devralan Inter, 1964 ve 1965’te üst üste iki defa Yaşlı Kıta’nın en büyük organizasyonunda taçlanmıştı. 1970’ler kentin takımları için pek sıradandı, sonrası futbolseverlerin aklına kazınacaktı…

1980, Milano’nun iki yakası için geceyle gündüz gibiydi. Mavi-siyahlılar şampiyonluğa ulaşırken, kırmızı-siyahlılar tarihinde ilk kez küme düşmüştü. İlk kurulduklarında bahsedilen şeytana uymuşlardı. Şike yaparak maç sonuçlarını belirleyenlerden Milan’la Lazio, Serie B’nin yolunu tutmuştu.

BERLUSCONİ RÖNESANSI

1984’te elde edilen beşinciliği, ertesi yıl altıncılık kovalamıştı. Sampdoria’ya kaybedilen İtalya Kupası finali cabasıydı…

Kadrodaki Paolo Maldini, Franco Baresi, Mauro Tassotti, ve Alberico Evani gibi İtalyan oyuncular şüphesiz gelecek için umut veriyordu.

1985-86 sezonunda aldıkları Verona mağlubiyetinden sonra sanki birileri düğmeye basıyordu. Berlusconi’nin Milan’ı satın aldığına dair haber yalanlansa da kulüp inceleme altındaydı. Borçları kapatan Farina, camiayı düzlüğe çıkarsa da vergileri ödemediği ortaya çıkmıştı. Üzerindeki baskı artan başkan, Aralık ayında koltuğuna veda ediyordu.

1986’ya başkansız giren camiada sabırlar taşıyordu. Fiorentina maçında sahaya inen taraftarların açtığı pankartta “Ya Berlusconi ya ölüm” yazıyordu. Kulübün efsanelerinden Gianni Rivera’yı saymazsanız, herkes Berlusconi’nin Milan’ı almasını istiyor; federasyon da satışın mahkeme kararıyla olmasını destekliyordu.

ŞAHLANIŞ

Taraftarlar Rivera’ya hakaret eden pankartlar açıyor, “Kurtar bizi Silvio” diyorlardı. 20 Şubat 1986’da da beklenen açıklama geliyordu. Berlusconi artık başkandı. Bu adım, önce İtalya, ardından dünya futbol tarihini değiştirecekti…

Ona göre Milan bir takımdan çok daha fazlasıydı; pazarlanabilir bir üründü. Bunun için bir yapı kuruyor, kırmızı-siyahlılar kısa sürede rakiplerine caka satmaya başlıyordu.

Yaptıkları yapacaklarının teminatıydı. Sadece kulübün ürünlerini katlamakla kalmayacak, yayın gelirleri, halkla ilişkiler çalışmaları ve kombine patlamasıyla yıllık geliri yüzde yüz artmaya başlayacak, yaptıkları, başka coğrafyalara örnek olacaktı.

Tesislerden içeri psikolog giriyor, futbolcular, beslenme uzmanıyla tanışıyordu. Kulüpte sürekli profesyoneller için yeni roller ortaya çıkıyor, Milan bir futbol takımından çok uluslararası bir şirket misali aşırı profesyonellikle çalışmaya başlıyordu.

Yeni Milan 18 Temmuz 1986’da oldukça görkemli bir şekilde sahaya ayak basıyordu. Bir dönem Inter’e ev sahipliği yapan, ilk İtalya Bisiklet Turu’nun noktalandığı, İtalya’nın ilk millî maçının oynandığı Arena Civica’da toplanan Milan taraftarı, bir anda çalmaya başlayan Richard Wagner’in en bilindik eserlerinden biri karşısında şaşkındı. (https://youtu.be/GGU1P6lBW6Q Ride of the Valkyries telifsiz bir versiyonu ses olarak azıcık kullanılabilir beş-on saniye) Teknik kadroyla futbolcular mütevazı bir şekilde çimlerde yerini alırken, Berlusconi helikopterle geliyordu.

“Bizimle yemek yediği ilk gün, dünyanın en büyük takımı olacağımızı söyledi. Birçok futbolcu buna gülmüştü” diye sonradan başkanın vizyonunu anlatan Maldini, o günlerde daha toy bir delikanlıydı. Wagner’in coşkusuyla başlanan sezonda ligde gelen beşincilik, Silvio’nun hayalinden uzaktı. İtalya Kupası’nda o zamanlar ikinci kümede boy gösteren Parma’ya elenen Milan’da 1987 Yazı hareketli geçiyordu. Günümüzün en büyük winner’larından Carlo Ancelotti, Hollandalı gol makinesi Marco van Basten ve bir dönemin unutulmazı Ruud Gullit camiaya kazandırılmıştı. Hattâ Gullit için görüşmeler sırasında oteldeki piyanonun başına oturan Berlusconi, Hollandalı maestro için şarkı bile söylemişti. Bir zamanlar gemilerde insanlar için şarkı söyleyen o Milanolu, gözüne kestirdiği yıldız için serenat yapmasa mıydı…

Fakat o yaz asıl değişiklik, teknik direktörlük koltuğuna Arrigo Sacchi’nin oturmasıydı. Hiçbir zaman profesyonel futbolcu olamayan, minik takımlarda yaptıklarıyla dikkat çektikten sonra 39’unda Parma’nın hocası olan çalıştırıcı, Berlusconi’nin gözüne Milan’ı eledikleri eşleşmede girmişti.

Birçoklarına göre bu karar, çılgınlıktı. Yaşamak için bir zamanlar ayakkabı satan bu adam, Milan’ı uçuracaktı… “Jokey olmak için önce at olmak gerektiğini bilmiyordum” diyecek kadar esprili ve zeki olan Sacchi’nin aklında her zaman hücum futbolu vardı. Presli, modern bir oyunu tercih ediyor; İtalyan takımlarının sıkı defans yapmalarını hiç sevmiyordu. Yıllar sonra takımın başına geçecek Ancelotti’yle “Milan çift forvetle oynar!” diye ağız dalaşına girecek Berlusconi’nin, keyfine diyecek yoktu!

Sacchi’nin ilk sezonunda son şampiyon Napoli karşısında gelen 3-2’lik galibiyet 1988’deki zaferin habercisiydi. Maradona ağları bulsa da maçın kahramanı Pietro Paolo Virdis’ti. Eğer Güneyliler evinde kazansa, Milan 9 yıl sonra şampiyonluğu tadamayacaktı. Sezon sonunda iki takım arasında sadece 3 puan fark vardı.

Virdis sezonun en golcüsü olurken, Van Basten biraz gölgede kalmıştı. Tabii onun parlayacağı günler yakındı. Gullit derseniz, Berlusconi’nin söylediği şarkının hatırına, İtalya macerasına harika başlamıştı.

1988 Yazı’nda kente ayak basan Frank Rijkaard’la Hollanda Şeytan Üçgeni tamamlanmıştı. Avrupa şampiyonu apoletli ülkenin triosu, kısa sürede fenomen olacak, Barış Manço’yla birlikte programa çıkacaktı… (Merhaba Türkiye dedikleri yer belki kullanılabilir https://youtu.be/ROhiwr42AEQ )

Ligde ipi ezeli rakipleri Inter güle oynaya göğüslerken, Napoli ikinci olmuştu. Üçüncü sırada kalan Milan’da ise yüzler gülüyordu. Zira Şampiyon Kulüpler Kupası kaptan Baresi’nin ellerindeydi. Hagi’li Rotariu’lu Steaua Bükreş’i Gullit ve Van Basten’in ikişer golüyle farklı yenen kırmızı-siyahlılar, 20 yıl sonra tekrar Avrupa’nın zirvesine çıkmıştı. Başkanın vizyonu şüphesiz buydu, o ilk yenilen yemekte dediği, gerçek olmuştu.

Başkanlığının ilk 10 senesinde kazanılan 5 Serie A, 4 İtalya Süper Kupası, 2’si Şampiyon Kulüpler, 1’i Şampiyonlar Ligi olmak üzere 3 Kupa 1, 3 Süper Kupa, 2 Kıtalararası Kupa inanılmazdı. Sacchi’den sonra Fabio Capello ve Carlo Ancelotti gibi kulübenin efendisi olan iki büyük usta teknik direktörle çalışmak meyvelerini vermişti. Başbakanlık koltuğuna ilk olarak 1994’te oturan Berlusconi artık siyaset sahnesindeyken, sağ kolu Andrea Galliani, Milan’ın görünen yüzüydü.

BERLUSCONİ KİMDİ?

1961’de hukuk diplomasını cebine koyan Berlusconi, iş hayatına girmek için çok beklememişti. İlk şirketi için gereken krediyi babasının çalıştırdığı bankadan alan genç müteşebbis, kısa süre içinde Milano’nun varoşlarında imza attığı Milano Due projesiyle darphane kuracak hale gelmişti. 4 bin konut, ofis ve bir oteli de kapsayan proje için nereden para bulduğu merak konusuydu. Kimileri, arkasındaki destek için mafya diyordu.

Medya işine 1973’te giren Berlusconi, ülkesinin ilk özel televizyon kanalı olan TeleMilano’yu açmıştı. 1975’te de Fininvest’i kuran iş insanı giderek güçleniyor, basın imparatoruna dönüşüyordu. İtalya’da o zamanki kanuna göre devlet kanalı RAI dışında kimse ulusal yayın yapamazdı. Satın aldığı yerel kanallar sayesinde ülkenin birçok yerinde aynı yayını gösteren patron, yasaları aşıyordu. Haber vermiyor, eğlence programlarıyla birçok eve giriyordu.

Milan’ı almasında bile katkısı olan, sonradan sağdıçlığını yapacak başbakan Bettino Craxi’yle de bu dönem yakınlaşan Berlusconi’nin karanlık ilişkileri, başını ağrıtacak gibiydi. Kulübü kupaları toplamaya başlamışken, bir şey yapması gerekiyordu. Ve tek şansı politikaya girmekti. Kazanırsa siyasi dokunulmazlık kazanacaktı.

1990’larda siyasete atılan Berlusconi, Forza Italia Partisi’ni kurmuştu. Milan gibi bir ülke yaratmaktan bahsediyordu. Kulübü alırken ülkenin solundan destek alan çiçeği bununda politikacı, ciddi bir oy potansiyeli olan ırkçı Lega Nord Partisi’yle işbirliği yaparak başbakanlık koltuğuna oturuyordu. Onun için sağ sol yoktu; başarıya giden her yol mübahtı!

Tüm ilişkileri bir tarafa halktan biri gibiydi. Halkın bir bölümü de onu çok sevmişti. Üç dönem başbakanlık yapması da bundandı. Fakat politik kariyeri de tartışmalıydı. Vladimir Putin ve Baracak Obama’yla kahkaha atıyor, Bilal Erdoğan’ın nikah şahidi oluyordu. Dünya liderleriyle sımsıcak görüntüler verirken, İtalya’da seks skandalları, muhaliflere karşı yaptıkları tartışılıyordu. Vergi kaçırması, yaşı küçük birisiyle ilişkiye girmesi…

2003’te devler arenasında bir daha taçlanan kırmızı-siyahlılar, 2005’te İstanbul’da Liverpool karşısında 3-0 öne geçtiği finali penaltılarda kaybetmişti. Ertesi yıl patlayan, İtalyan futbolunda atom bombası etkisi yaratan Calciopoli Skandalı’ndan sonra Inter ligi tekeline alıyor; Milan ezeli rakiplerinin başarılarını gıptayla izliyordu.

2007’deki Şampiyonlar Ligi’ni yine kazanan camia, o günden beri devler arenasında zafere hasret. 2011’deki lig ve Süper Kupa şampiyonlukları, Berlusconi’nin gördüğü son başarılardı. 13 Nisan 2017’de Berlusconi’nin 31 yıllık dönemi 29 kupayla noktalanıyor, Çinli Li Yonghong asırlık çınarı satın alıyordu. Ondan Amerikalılara geçen Milan, bugün RedBird yatırım grubuna ait. 2022’de 19. lig şampiyonluğunu kazanan kırmızı-siyahlılar, 2.5 yıldır kupaya hasret.

Aynı kenti temsil ediyorlar, aynı stadı paylaşıyorlar, ortak bir tarihten yola çıkıyorlar. 1947’den beri aynı sahada kozlarını kapışıyorlar; yine de yuvalarını mahşer yerine çeviriyorlar.

Milano’nun fiyakalıları, yeşil sahaların baronları. Aynı bedeni paylaşan Siyam ikizleri gibiler. Çokça aynı, biraz farklı!

Milano derbisi, ayrıca “Derby della Madonnina” olarak biliniyor. Bu rekabet, ismini şehrin simgesi olan katedralin tepesinde yer alan Meryem Ana Heykeli’nden alıyor.

Bir zamanlar Inter burjuvaydı, Milan emekçi. Interliler stada motosikletleriyle giderdi, Milanlılar toplu taşımayla. “Motorlular”la tramvayla gelenlerin rekabetinde zamanla sınıf farkı ortadan kalkmıştı.

1908’de demir alan rekabette bugüne dek 240 resmî maç yapılmış. Inter’in 91, Milan’ın ise 80 galibiyeti var.

Bakmayın kuruluş amaçlarına, Milan uluslararası, Inter ise ulusal sahnede daha başarılı. Müzeye bakılınca, Milan’ın 49, Inter’in 46 kupası bulunuyor. Kırmızı-siyahlıların ligde 19, İtalya Kupası’nda 5, İtalya Süper Kupası’nda 7, Kupa 1’de (Şampiyon Kulüpler, Şampiyonlar Ligi) 7, Kupa Galipleri’nde 2, Süper Kupa’da 5, Kıtalararası Kupa/FIFA Dünya Kulüpler Kupası’nda 4 şampiyonluğu bulunuyor. Mavi-siyahlıların ise ligde 20, İtalya Kupası’nda 9, İtalya Süper Kupası’nda 8, Kupa 1’de 3, UEFA Kupası/Avrupa Ligi’nde 3, Kıtalararası Kupa/FIFA Dünya Kulüpler Kupası’nda 3 şampiyonluğu var.

KUTU 2 ORTAK YUVA

Milano’nun iki yakası bir ömürdür aynı stadyumu paylaşıyor. 19 Eylül 1926’da kapılarını bir derbiyle açan San Siro’daki ilk buluşmada Inter, ev sahibi Milan’ı 6-3 yenmişti. Henüz bu tarihlerde stat Milan’a aitti.

1935’te sahip değişmişti. Kentin gözbebeği olacak futbol mabedi belediyeye aitti. Milan artık kiracıydı. 1947’de de Inter San Siro’ya taşınıyor, onlar da belediyeye kira vermeye başlıyordu.

1950’lerde 100 bine çıkarılan kapasite, sonradan güvenlik gerekçesiyle 85 bine düşürülmüştü. Kentin iki takımında oynasa da aslında Inter efsanesi olan, teknik direktörlüğünde de bir dönem Beşiktaş’ı çalıştıran Giuseppe Meazza’nın adı ölümünden sonra stadyuma verilmişti. Artık Interliler Meazza diyordu, Milanlılar San Siro… 1996’da stadyumda açılan müzede her iki kulübün tarihi sergileniyordu.

Hayatımızı zindana çeviren pandemi bakımından da bu stadyum bir öneme sahip. Devler arenasında Atalanta’nın son 16’da Valencia’yı farklı yendiği karşılaşma da burada oynanmıştı. Bergamo nüfusunun üçte biri o gün oradaydı. Bir ay sonra kentte 7 bin pozitif vaka vardı, ölü sayısı bini aştı. Koronavirüsün İtalya’da en ağır yaşandığı yer bu kuzeydeki bölgeydi. Ve aslında her şeyi San Siro’da oynanan bir Şampiyonlar Ligi maçı başlatmıştı…

2019’da Milano’nun iki yakası bir araya geliyor, San Siro’nun yerine yeni bir yuva için planlarını açıklıyordu. Her yıl hakkında yeni haberler çıkan asırlık mabedin akıbeti merak ediliyor. Kulüpler “yıkacağız” derken, İtalya Kültür Bakanı müsteşarı yıkılmayacağının altını çiziyor.

Kutu 3 Maldini Hanedanı

Aslında her şey 1932'de doğan Cesare Maldini'nin 1954'te Milan'a imza atmasıyla başlamıştı. Kırmızı-siyahlılarda dört şampiyonluk gören futbolcu, ayrıca 1963'te kaptan olarak Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kaldırmıştı. Asıl oğlu camianın efsanesi olacaktı.

Takvimler 20 Ocak 1985'i gösteriyordu. O dönemlerde tat vermeyen Milan, Udinese deplasmanındaydı. Baba Maldini bir yandan araba kullanıyor, diğer taraftan da yıllarını verdiği kulübün maçını radyodan dinliyordu. Bir anda kulaklarına inanamıyordu. Henüz 16 yaşındaki oğlu Paolo bir anda oyuna dahil olmuştu.

Hemen arabasını kenara çeken baba, arkadan gelenlere el etmeye başlıyordu. Sonunda birisi durmuştu. Arabasına oturttuğu şoföre maç dinletiyor; ısrarla “Maldini mi diyor?” diye soruyordu. Derken o an geliyor, spiker soyadını telaffuz ediyordu. Rüya değil gerçekti; oğlu yıllarca kaptanlığını yaptığı Milan'da sahaya girmişti!

Oğul Maldini kısa süre içinde takıma yerleşecek ve babası gibi Avrupa'nın en büyük kupasını kaptan olarak kaldıracaktı. Yedi lig şampiyonluğu, ikisi Şampiyon Kulüpler, üçü Şampiyonlar Ligi'nde olmak üzere toplam beş Kupa 1 zaferi, muhteşem özgeçmişinin önemli duraklarıydı. Sol bek başlamış, sonradan savunmanın ortasında şiir yazmıştı.

Paolo Maldini'nin büyük oğlu Christian aynen babası gibi hem sol bek hem de stoperdi. Geçen yıl futbolu bıraktığında 27 yaşındaydı. Hanedanın en küçüğü Daniel ise bugün Berlusconi Ailesi’nin sahibi olduğu Monza için ter döküyor. Tapusu hâlâ Milan’da olan 23 yaşındaki orta saha oyuncusu, Ekim ayında İtalya Millî Takımı’nın formasıyla tanıştı, tıpkı dedesi ve babası gibi.

Milan’ın kazandığı 19 Serie A şampiyonluğunun 12’sinde kadroda bir Maldini vardı. Kırmızı-siyahlılarda dede, baba ve torunun sahne aldığı lig maçı sayısı şimdilik 1009.