Dünkü yazımızda, Mutabakat Metni’nin eğitime ayrılan bölümünün eğitimsel bilgi ve değerin kaynağına ilişkin ipucu verilmediği gibi mevcut duruma çekidüzen verme dışında yeni bir şey vaat etmediği tespitinde bulunmuştuk. Bu önemli mi, önemli. Çünkü Türkiye’de eğitim tamir edilemeyecek ölçüde bozuk, düzenlenmesi değil, değiştirilmesi gerekiyor. Bu da bizi değişimin fikri araçlarını aramaya sevk ediyor. Ortak metinde bu yok; fakat ne yapılacağı konusunda oldukça ayrıntılı bilgiler var. Bu gün bunlardan birkaçı üzerinde duralım:

“Zorunlu eğitimi 1 yılı okul öncesi eğitim, 5 yılı ilkokul, 4 yılı ortaokul, 3 yılı ise lise olmak üzere 1+5+4+3 şeklinde uygulayacağız.” Bu iyi bir fikir olmadığı gibi değişim öngören yeni bir düzenleme de değil. 4+4+4’le yola devam edileceğini anlıyoruz. 10 yıllık deneyim, üniversiteye başlama yaşındaki gençleri zorunlu eğitim içinde tutmanın sakıncalarını gösterdi. Mevcut iktidar, 18. yaşı içine alan 4+4+4 düzenlemesiyle yarattığı sorunun içinden çıkamadığı için öğrencileri Mesleki Eğitim Merkezleri adı altında çıraklığa ve açık liseye yönlendiriyor. Mevcut zorunlu eğitim süresi (12) ve zorunlu eğitimden çıkma yaşı (18) zaten OECD ortalamasının üzerinde. Müzayede salonunda açık artırmaya çıkmış gibi bir yıl da benden demek, öğretim yaşı ve süresini belirlerken eğitim bilimine müracaat edilmediğini gösterir. Okula başlama yaşını nasıl ki pedagoji belirliyorsa, okuldan çıkma yaşını da pedagoji belirler. Makul olan 1+5+3+3=11 yıldır.

YÖK, üniversiteler, akademik personel ve öğretmenlerle ilgili maddelerin, hayata geçtikleri ölçüde eğitimin niteliğine katkı sunacak vaatler olduğu söylenebilir. fakat aynı şeyi mesleki eğitim için söyleyemiyoruz.

Mesleki eğitime ilişkin onlarcasından şu maddeyi seçip üzerinde konuşabiliriz “Bütün Organize Sanayi Bölgelerine sektörlerin ihtiyaçları doğrultusunda yatılı Mesleki ve Teknik Liseler açacak, bu okulları, Milli Eğitim Bakanlığı ve Organize Sanayi Bölgesi yönetimiyle işbirliği içinde yöneteceğiz.” Mevcut uygulama zaten bu; bu politika, Milli Eğitim Bakanlığını, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı İŞKUR’a dönüştürdü. Ne MEB asli görevini yerine getirebiliyor ne de mesleki eğitimde yol alınabiliyor. Doğru olan, mesleki eğitimi, zorunlu eğitimin bitiminde Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversitelerden ayrı bir örgütlenmeyle ele almaktır. Bu bağımsız bir müsteşarlık olabileceği gibi YÖK benzeri Mesleki Eğitim Kurumu da olabilir.

Mutabakat Metni’nde son derece yerinde “Sosyal devlet böyle yapmalı” diyeceğimiz, fakat merkezi yönetimin hakkıyla yerine getiremeyeceği vaatler de var:

Devlet okullarındaki öğrencilere ücretsiz süt, su ve öğle yemeği; Eğitim Destek Kartı, çocuk bakım merkezleri, köy okullarının yeniden açılması, okullar arası nicelik ve nitelik farkını en aza indirmek, birleştirilmiş sınıf uygulamasına son vermek, yeni okul yapımına öncelik vermek, okul temelli bütçe uygulamasına geçmek, okulları engellilerin ihtiyaçlarına göre tasarlamak, okullarda yardımcı hizmetleri yürütecek personel istihdam etmek; bağış, yardım ve benzeri ad altında para toplanmasına engel olmak; özel eğitim gerektiren öğrencilerin sorunlarını çözmek, öğrencilerin barınma ihtiyacını karşılamak…

Bunlar güzel ve mümkün şeyler; fakat aynı zamanda hepsi yerinde, yerelde ve yerel yönetimler tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetler. Yerel yönetimlerden kastım belediyelerdir. Özellikle büyükşehir belediyeleri. Büyükşehirler sadece kentten ibaret değil. Bildiğiniz gibi büyükşehir belediyelerinin yetki ve sorumluluk sahası ilin sınırını kapsayacak şekilde genişletildi. Merkezi yönetimin illerde mahalle muhtarları hariç seçimle gelen organı yokken belediyelerin tüm karar organları (Hatta yönetim organı olan belediye encümenlerinin çoğunluğu) seçilmişlerden oluşur. O nedenle, merkezi yönetimle yerel yönetimler arasındaki vesayet ilişkisi, büyükşehirlerin coğrafi büyüklüğüne, örgütlenme biçimi ve sorumluluk alanına uygun düşecek şekilde düzenlenmelidir.

Mutabakat Metni’nin Yerel Yönetimler başlığının bir maddesinde “Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki aşırı vesayetine son vereceğiz.” deniyor. Bu maddeden, merkezi yönetimin kimi yetki ve sorumluluklarının yerel yönetimlere devredileceğini anlamak istiyoruz. Eğitim de buna dahil…

Belediyelerin, üniter yapıyla çelişmeden eğitim ve kültür alanında yapabilecekleri çok şey olduğunu artık görmek lazım. Mutabakat Metni’nden aktardığım yukarıdaki ihtiyaç ve hizmetlerin, belediyeler tarafından daha az maliyetle daha hızlı ve adil bir şekilde çözüleceğine kuşku yok.

Eğitimle kazanılacak toplumsal değerleri tespit etme, toplumsal birliği sağlayacak değer ve tutumları belirleme, politika geliştirme; eğitimi sosyal, ekonomik, kültürel ihtiyaç ve becerilere göre yönlendirme; dünyadaki gelişmeleri izleme, üniversitelerle, uluslararası kurum, kuruluş ve devletlerle işbirliği yapıp yürütme; ulusal gereksinimleri saptama, eğitimsel içerikleri belirleme/hazırlama, öğretmen yetiştirme ve atama, denetleme gibi roller merkezi yönetimde kaldığı sürece üniter yapıdan kaygılanmaya gerek yok.

Okul, atölye ve sosyal ünite ihtiyacı mı var, öğrencilere yemek mi vereceksiniz, okulları ısıtamıyor, aydınlatmıyor, bakım-onarımını yapamıyor musunuz; devlet okullarının ebeveynlerden para toplamasını engellemek mi istiyorsunuz, okullar arası sosyal gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak, engelli ve dezavantajlı grupların sorunlarını çözmek, öğrencilere sağlık ve ulaşım hizmeti mi vermek istiyorsunuz bırakın belediyeler yapsın. Mansur Yavaş dururken Beypazarı Kırbaşlı ilkokulunun akan çatısının aktarılmasını neden Ordu’dan Ankara’ya gönderilen Milli Eğitim Müdüründen bekleyesiniz!

Ve hatta mesleki eğitimi yeniden yapılandırmak mı istiyorsunuz; belediyeleri mesleki eğitimin paydaşı yapın. Yerel gerçeklikten, amaç, işlev ve ihtiyaçlardan uzak dağınık yapıdaki mesleki eğitimin merkezden yönetilemediği gün gibi ortada. Buna karşın belediyelerin yetişkinlere yönelik meslek edindirme kursları tıkır tıkır işliyor. Merkezi yönetim bir tarafta, belediyeler öbür tarafta aralarında hiçbir koordinasyon olmadan meslek eğitimi veriyor. Yazık değil mi!

Özetlemek gerekirse belediyeler merkezi yönetimden daha erişilebilir, hesap sorulabilir daha pratik ve demokratik yapılardır. Zorunlu olmadıkları halde merkezi idarenin çözemediği okul sorunlarına eğilerek hem hizmet arzularını göstermişler hem de bu konuda deneyim biriktirmişlerdir. Kaldı ki Türkiye hem coğrafi hem nüfus bakımından merkezin yetişemeyeceği kadar büyük bir ülkedir. Sadece eğitimle ilgili sorun alanlarının 6 başlık 118 maddede özetlenmiş olması bile merkezi yönetimin bu büyüklükle başedemediğini gösterir.