TRT’nin pazartesi gecesi yayınında konuşan Erdoğan’ın, ısrarla Kılıçdaroğlu’nun “Kandil’dekilerle” video çekimleri olduğunu ve bunları yayınladığını söylerken “ama montaj ama şu ama bu” demesi bu haftanın gündemine oturdu. Zira tamamen Erdoğan propagandasına adanan “devlet televizyonundaki” yayında söz konusu olan şey, Erdoğan’ın “bakın PKK Kılıçdaroğlu’na alkış tutuyor” diye miting meydanlarında defalarca izlettiği videodaki yamadan bahsediyor olduğu gerçeğiydi. CHP’nin aday tanıtım videosunun arasına montajlanan PKK yöneticilerinin “el çırpma” görüntülerini konuşmalarında defalarca kanıt olarak gösteren cumhurbaşkanı, kendi söylemsel dayatmasına öylesine sarılmış bir haldeydi ki Abdülkadir Selvi’nin bir anda boş gösterene dönüşen mimiklerinin ardından Pelin Çift o metropolitan yalakalığıyla hızlıca konuyu değiştirmek zorunda kaldı.

Erdoğan’ın “ulvi şahsiyetiyle” bizim göremediklerimizi görebildiğine dair bir yorumla ona peygamberane bir karakter biçerek seçim tahminlerini sordu, ardından “muhalifleri bile” (!) duygulandırdığı söylenen bir kliple program sona erdirildi…

***

Program boyunca kulakları tırmalayan kelime yüzlerce kere kullanılan “terör” oldu. Zırt pırt araya sokulan videolarda bir taraftan muhalefetin ne denli “yalancı” olduğu sözüm ona “teşhir” edilmeye çalışılırken, diğer taraftan iktidara ait “yalanlar” hakikat gibi savunuldu, milyonuncu kere izletilen silah reklamları, afet bölgesine ilişkin “kurgular” sürekli gözümüze sokuldu. Hüda-Par meselesi hiç açılmadı, kadın haklarıyla ilgili kaygılardan asla bahsedilmedi, enflasyondan, hayat pahalılığından bahsedilmedi, daha o gün tecavüz edip öldürülen iki yaşındaki bebekten, cenazesine ailesinin bile katılmamasından bahsedilmedi. Tamamen hazırlanılmış ve Erdoğan’ın muhtelif yanıtlarını celp edecek sorularla sürdürülen programın tek gündemi iktidarın seçimi kazanacak olmasıydı! İktidar da iktidar, memleketin ya da halkın sorunları değil!

İlgi çeken şey öncelikle Erdoğan’ın hali pür melali oldu bu yüzden. Öyle bir halde ki artık kendi yalanlarına kendisi de inanmış, yirmi yıldır yapmayı en iyi bildiği şeyi yapıyor, topuğunu yere vura vura “bana ne işte benim dediğim gibi, montajsa bile durum böyle” diyor. Tutunduğu söylemin psikotik çekirdeği kırılalı çok oluyor çünkü, çareyi çamur atmakta buluyor. Kurmaylarının uzattığı bir bardak suyu bile içmekten çekinen bir paranoyayla, şu anda kendini yalnızca kendi yalanının içindeyken güvende hissediyor. Ne de olsa koca ana akım medya onun yalanlarına eşlik ediyor değil mi, hatta düştüğü gafları bile tashih edip tutarlı hale getiriyor da öyle yayınlıyorlar. Aparatları peşini topluyor, tarikatlar, dinciler, faşistler hep bir ağızdan “reis kültünü” her şeyin üstünde tutuyor. Bu vaziyet ister istemez Youtube komplo teorisyenlerinin iddialarını getiriyor akla, hani diyorlar ya “Erdoğan sadece vitrinde, memleketi başkaları yönetiyor” diye. Eee ne demiş atalar: En iyi yalancı kimdir? İşittiğini söyleyen!

***

Halkın tamamının (!) vergileriyle yayın hayatını sürdüren “devlet organı” TRT’de oluyor bunlar. Erdoğan’ın yaşadığı gerçeklik kaybı tüm çıplaklığı ile ortadayken, egemen medya aparatları utanmadan teşvik ettikleri “reis kültünü” sırf kendi çıkarları için “Türkiye kültürünün” önünde tutuyorlar. Yani kültüre karşı kült söz konusu olan! Varsın yalanlar egemen olsun, biz küpümüzü dolduralım, halkı kandırırız, ne de olsa aynı yayında üç yüz kere “terör” diye diye ikna edebiliyoruz rahatlığı… İktidarın aleyhine olan her şey, mesela yolsuzlukla ilgili ses kayıtları internete düşünce “montaj” ama Erdoğan lehine bir videonun “montaj” olması bile bile “gerçek”. Durumumuz bu!

HHH

Ulus Baker yaşasaydı bu montaj meselesi ile ilgili kallavi bir yazı yazardı belki. Ancak ben egemen medya aparatlarına; bu örnekte Selvi ve Çift’e; gerçeği bildiği halde inkâr edenlere; yalakalıklarını vatanseverlik diye satanlara; kof yalanlara eşlik ederek memleketin adım adım karanlığa sürüklenmesine hizmet ederken kendini araklayanlara, yıllar evvel Barış Atay’ı hapse attırmaya çalışan Ahmet Hakan’a ne yazdıysam aynısını yazmak istiyorum:

“Berlin’in Potsdamer Caddesi’nde [Deutsche Kinemathek adlı] bir film müzesi var, gidin bakın! Orada Nazi dönemi üretimlerinin çekmeceler içinde sergilendiğini göreceksiniz. Bu şekilde müzeyi dolaşan ziyaretçiler faşist dönemin yayınlarına istem dışı olarak maruz bırakılmazlar. Yalnızca bu barbarlık ürünleriyle ilgilenenler o çekmeceleri açıp bakar. Bunun nedeni bir müstehcenlik anlayışıdır, zira Nazi döneminin şoven tahayyülleriyle üretilip de artık utanç duyulan her şeyin Alman kültür tarihinde açtığı derin tinsel yaranın izleridir o filmler. İnkâr edilmeseler de bu yüzden, benimsenmezler.”

İşte sizin geleceğiniz de bu! Biz açlıkla terbiye edilmeye, işsiz bırakılmaya, tehditlere, mahpus olmaya zaten alıştık. Bu sırada siz, siz belki bu çirkinlikle, elinizdeki olanaklarla, perçinlediğiniz yalanlarla desteklediğiniz iktidara on seçim daha kazandırır, İslamcı faşizme ahdettiğiniz kariyerinizle övünürsünüz bile. Sonunda hepimiz öleceğiz, kemiklerimiz bile kalmayacak. Fakat tarih saçmalığa gitmez! Siz günü geldiğinde insanlık tarihinin utanç imgeleminde hak ettiğiniz yeri alacak, halka karşı işlediğiniz bu suçlarla birlikte bir çekmecenin içinde sergileneceksiniz!