Google Play Store
App Store

Otoriter sağ siyasetin en belirgin yapısal özelliği toplumu önce iki sonra üç temel gruba bölmesi. Toplum ilkin ikiye bölünüyor;  “lider ve ekibi” ve toplumun geri kalanı.  Lider ve ekibinin başlangıçtaki siyasal tabanı “gerçek” insanlara, gruplara, kimliklere dayanmıyor. Lider, kendisini imgesel-hayali bir grubun içinden çıkan bir “kurtarıcı” olarak “pazarlıyor”. Topluma, ben aslında “sizden” biriyim, “sizin” içinizden geliyorum, beni “siz” seçiyorsunuz” mesajını verirken aynı zamanda o hayali “siz”in özelliklerini de tanımlıyor. “Hayali siz”in en önemli özelliği “esnek, her yana çekilebilir, her arzuya seslenebilir” olması. Bu esneklik ve sınırların belirsizliği toplumu oluşturan her bir “gerçek bireyin” liderin “hayali grubunda” kendisine dair bir “arzu” bulabilmesini sağlıyor.

Bu yolla örneğin, “devlet hastanesinde muayene olamayıp, özel doktora eşek yüküyle para ödemek zorunda kalan” kişi de, “gayri müslim olduğu için ayrımcılığa uğrayan, haklarını alamayan” kişi de liderde kendisinden bir parça bulabiliyor. Özcesi, her kim neyi arzuluyorsa, içinde yaşadığı koşulların nasıl değişeceğine dair ne fikri varsa liderin dilinden de ona dair sözler dökülüyor. Liderin istisnasız herkese seslenebildiği ve herkesin kendisiyle ilgili bölümü duyduğu bir dil ortaya çıkıyor.

Bir konuşma duyduğunuzu ve sizin sadece Türkçe bildiğinizi varsayalım. Duyduğunuz konuşmada İngilizce, Fransızca, Almanca, Çince, Arapça vb. çok çeşitli dillerden kelime ve cümleler, anlamsal bir bağlantı olmadan sıralanıyor olsun. Bir yığın anlaşılmaz söz sürerken arada tam olarak anladığınız Türkçe kelime ve cümleler duyarsınız ve ardından yine anlamadığınız kelime ve cümleler devam eder. Duyup anlayabildiğiniz sözler tam da arzunuza sesleniyor olsun. Diğer tarafta ise bir başka kişi sadece Türkçe konuşsun, duyduğunuz her sözü anlayabiliyor olun. Duyup anladığınız sözlerin içinde arzunuza seslenen bir kaç cümle olsun ama büyük çoğunluğu da size çok ters gelen, karşı olduğunuz, kızdığınız, korktuğunuz ifadeler olsun.

Üstelik söylediklerinin çoğunu anlamadığınız kişi, gayet açık ve anlayacağınız şekilde söylediklerinin tümünü anladığınız kişinin size “düşman” olduğunu, içinde yaşadığınız olumsuz koşulların sorumlusu olduğunu durmadan size söylesin. Her geçen gün, daha çok iletişim ortamında, daha yaygın olarak ilk kişiyi duymaya başlayın.

Bir yanda söylediklerinin çoğunu anlamadığınız ama en az bir arzunuzu net olarak ifade eden biri var; diğer yanda ise tümünü anladığınız ve bir arzunuza seslense de katılmadığınızdan, karşı çıktığınızdan, korktuğunuzdan, kızdığınızdan emin olduğunuz çok sayıda şeyi de söyleyen biri var. Bir düşünün kendinizi hangisine daha
yakın hissedersiniz?

İşte bu dil savaşı başladığında lider ve ekibi ile toplum olarak ikiye bölünen yapı, üçe bölünmeye başlar. Lider ve ekibi, liderin inşa ettiği hayali grubun üyesi olarak kendisini tanımlamaya başlayanlar ve “ötekiler”. Liderin işi bu aşamada artık çok kolaylaşır. Uygulaması gereken strateji, kendisine yanaşan ve inşa ettiği kimliği kendi kimliği gibi görenlere “ötekilerin” tehlikeli düşmanlar olduklarını kabul ettirmektir.

Lider, düşmanlık söylemini biz onlara düşmanız diye değil, onlar bize düşman olarak inşa eder. Kemalistler gelirse yine camilerimizi ahır yaparlar, baş örtülerimizi çekip alırlar, kutsal ailemizi yıkmak istiyorlar, çocuklarımızı eşcinsel yapacaklar, kadınlarımızı birbirlerine peşkeş çekecekler…

Liderin eli rahattır, hiçbir ahlaki kurala uymadan, her tür yalanı söylemekte hiç sakınca görmeyerek bu stratejiyi uygular, durmadan uygular, yalanı ortaya çıkmasına rağmen aynı yalanı durmadan yineler. Liderin kimliğiyle bütünleşenler, lider yalan söylediğinde kendileri de yalan söylediklerini hissederler. Yalana ortak olmaktan, yalanı sürdürmekten başka bir yol bulamazlar. Çünkü yalanın yalan olduğunu kabul ederlerse lider ve inşa ettiği grubun dışına atılacaklardır. Atılırlarsa da gidebilecekleri tek yer o zamana kadar düşman olarak gördükleri gruptur. Dahası düşman gördüklerinin de kendisini düşman olarak tanımladıklarından emindir. Bir tür teslim olma, yenilme, esir düşüp, kötü muameleye tutulma riskine girmiş olacaktır.

Açlıktan ölsem de Erdoğan’a oy vereceğim diye haykıran kişilere bu gözle bakın.

Siyasal alanın bütün özneleri ‘Erdoğan’ın dili’nin egemenliği altında siyaset yapıyorlar. Söyleyebildikleri ise sadece savunmacı bir tonla, “biz size düşman değiliz” sözleri. “Normalleştirme” olarak adlandırılan “yeni söylem” aslında “bizim partimizde de baş örtülü üye var” söyleminden farklı değil. Bu dil tahakkümü Erdoğan’da simgeleşen muktedirliğin her defasında muhaliflerince yeniden üretilmesini sağlıyor.

Bir mücadele hattı inşa edilirken önce dilin tahakkümünden sıyrılmak gerekiyor; devrimi önce kendi dilimizde yapmalıyız ki zihinlerimiz de devrimci bir zihne dönüşebilsin.

Not: Baskı dalgası Gazetemize de ulaştı. Olsun, bizim dilimiz savunmacı olmadı hiçbir zaman. Devam ediyoruz yolumuza.