28 Mayıs akşamından beri doğal olarak “yenilginin” muhasebesi yapılıyor. Ülkenin tarihsel ve siyasal geçmişi, inanç ve kütür dokusu, sosyo ekonomik katman ve etkenler, dış etkenler, seçim kampanyası ve stratejisi, milletvekili listeleri gibi sürecinin olgularıyla bir bütün olması gereken çıkarsamalar siyasetin kimi koltuk silahşörleri ve kindarlarına göre ıslak imza takibine ve kazanan kaybeden keskinliğine indirgeniyor. 

Ben seçimin kazananı olduğundan emin değilim. Önümüzde karpuz gibi ikiye bölünmüş bir toplum var. Başaran yok. Kaybeden kimileri fark etmese bile ülkemiz. Herkes. Hepimiz. Kılıçdaroğlu kazansaydı başaracaktık, sihirli değnekle sorunlar kesilecekti, “şahlanacaktık” falan demiyorum elbette. Ancak değişim bir nefes, bir başlangıç olabilirdi. İhtiyaç bitmediğine göre mücadele de bitmez. Üstelik başarı yılgınlıkla, teslimle de gelmez. Doğru analiz, cesaret, kararlılık ve işin başarılan kısmının yani olasılığın görülmesi, daha da önemlisi benimsenmesi gerekli.

Seçimler iki kaleli futbol müsabakaları değildir. Demokrasi koşullardan bağımsız olarak topu kimin kimden alarak kaleye nasıl olursa olsun soktuğu bir galibiyete emanet edilemez. Muhalefetin ya da Kemal Kılıçdaroğlu’nun kaç seçim kaybettiği üzerinden sonuç okuyarak niyet açıklamak, hamle yapmak bu ülkenin kurtulması için gerekli olan siyasi bakıştan çok uzak, hatta hâli hazırda mücadele ettiğimiz siyasi anlayışın ta kendisi olmalıdır.

***

Seçime hile karışıp karışmadığını bir kenara bırakarak mevcut sonuç üzerinden konuşalım. Bizim gibi kaynakları kısıtlı ve baskı rejiminde olan ülkelerde iktidar seçimlere propaganda avantajıyla her zaman bir adım önde başlar. Devletin tüm kaynaklarını ve olanaklarını usulsüz ve orantısızca kullanan, kendisine tamamen teslim olmuş medyanın gücüyle iftiralar üreten, rakibinin SMS’lerine bile yasak koyan, seçmeni işsizlikle, yardımları kesmekle tehdit eden bir liderin 1 milyon oy yer değiştirse kaybetmiş olacağı bir seçimden başarıyla çıktığını düşünmek gerçekçi değil. Buna rağmen yarattığı taraftarlık ruhu radikal seçmeninin ipini boşalttı bile. Seçim kutlamalarında yine silahlar konuştu. Küçücük bir kız çocuğu başından vuruldu. Üzülen, kılı kıpırdayan da yok!

20 yıldır iktidarda olan birinin bir kez daha “galip” gelmesinin neden ve nasıl bir dürtüyle sokaklarda şampiyonlar ligi kutlamalarına dönüştüğü üzerine düşünülmeli. Nasıl bir zulümden, yokluk ve yoksunluktan kurtulundu ki böylesine kutlanıyor? 20 yıldır iktidarda olduğu halde yapmadıklarının sorumlusu olarak da ana muhalefet partisini gösteren bir anlayışın neyi değiştireceği, hangi sorunu çözülüp ülkeyi içinde bulunduğu derin buhrandan çıkaracağı düşünülüyor? Düşünülmüyor elbette. Durum sadece ideolojik bir taraftarlıktan ibaret. Özellikle bu seçimi kazanabilmek adına genişlettiği ittifak blokuna Hizbullah gibi şeriat yanlısı radikalleri, suçluları ekleyen iktidar ve kitlesine rejimin zaten (!) tek adam lehine değiştirilmiş olması yetmiyor. İstenen şeriatla yönetilen koşulsuz biat toplumu. Şahsım affıyla “şanlı katliamların” katillerinin salıverilmesi ile başlayan sürecin “tamamlanması” tek dürtü. Onlara göre eriyen oy oranları, meclis sayısında düşüş, eritilemeyen karşıt seçmen muhasebesine gerek yok. Özetle başarılamayan yok. Tuhaf ve koşulsuz bir başarı ve sarhoşluğuyla gelen tahakküm, küçümseme, saldırı ve karpuzun diğer yarısını yeme içgüdüsü var.

***

Seçim zaferiyle ilk işi ikinci turda ancak yenebildiği Kemal Kılıçdaroğlu”nu, hukuki değil siyasi bir kararla tutsak ettiği Selahattin Demirtaş’ı gözü dönmüş kitlelere yuhalatan, nefreti körükleyen bir liderin kendisini güçlü, yerini de sağlam gördüğü söylenemez. Bu kükreyişin ardında öfkeyle, mezalimle yenemediği berrak, cesur ve ilkeli duruştan ve ona saygı duyup benimseyen geniş kitlelerden korkusu var. Meydanlarda bir milli maç kazanmışçasına kutlamalar devam ederken genç bir kadın oyuncu; Merve Dizdar dünyanın en prestijli film festivallerinden birinde ülkemizi birincilikle onurlandırdı. Bırakın gurur duymayı, sevinmeyi tebrik bile etmeyen “çiçeği burnunda” lider kadınları açıkça sahiplendirmek isteyen, onlarla aynı çatı altında olmak istemediğini açıklayan gerici ortağıyla ve kindar kitlesiyle kutlamalar yapadursun yaranmak isteyenlerden kınamalar yağmaya başladı. Dizdar’ı hedefe koyma yarışında RTÜK başkanı “önce kendi ülkene saygı duymayı öğreneceksin” diyerek çomağını sallarken liderini ‘mücadeleci bir ruh’ olarak görmüyor anlaşılan. Merve Dizdar’ın başarısını tebrik eden Kültür Bakanı’nın eşi de hemen yaftalanarak, hedefe konularak nasibini aldı. Dizdar ödülünü almaya “van minüt” diyerek “iki keklik” tekerlemesiyle çıkmadığından olsa gerek Kültür Bakanı Yardımcısı tarafından soranlara ve sormayanlara (!) fransızca konuşamamasıyla ve ‘ne okuduğunun farkında olmamakla’ şikâyet edildi. Açılan yeni sayfa şüphesiz en çok kadınları öğütmeye devam edecek.     

Muhalefet tarafındaysa elbette başarılamamışlar listesi ve nedenleri uzun. Ancak bu tarafta da başarılanı görme, üzerine koyma, tamamlamak için kendi statükosunu sarsma, geliştirme dürtüsü yok. Öğrenilmiş çaresizlikle mevcudun mütemmim cüzü olmak için halktan uzaklaşıp “millete” sesleniş, oradaki yanlışın her nüvesini benimseyerek mücadele ettiği kodlara teslim oluşla “dindar iktidar” vaat eden bir söylem var. Başka bir anlayışın mümkün olduğuna kendi inanmayan karşısındakini nasıl ikna edip değişimi sağlayacak?

***

Anahtarın kilitte olduğu ama çevrilemediği bir seçimden çıktık. Doğruları, başarıları sahiplenmedik. Söylemin, durumun esiri olduk. Yelkeni rüzgârı alacak yöne kıramadık. Elbette bu sözlerim çoğunlukla ana muhalefeti kapsıyor. Zira ittifak ortakları zaten işaret edilen dürtüyle şekillendi ve ne getirip ne götürdükleri de oldukça tartışmalı. Muhalefette başlayıp iktidarı destekleyerek çekilen ve çekilmek zorunda kalanları ayırdığımızda masada yer alan ve almayan tüm partilerin yanlışlarından öğreneceği çok. Özetle iktidar tarafında başarısızlığı bu tarafta da başarıyı gören yok ki değişim olsun. Bir süre daha ülke sıkıştığı yerde sayacak, ekonomi başta olmak üzere birçok alanda daha kötüyü göreceğiz. Ancak anahtar kilitte. Anahtar deliğinden değil açtığımız kapıdan bakmak için sonucu doğru okumak ve iyi olanı koruyup yanlış olandan da kurtularak mücadeleye devam etmek gerekli. Hem de hemen.

Sevgili Merve Dizdar; sizi başarınızdan ötürü ama en çok da samimi ve cesur duruşunuzdan ötürü yürekten kutluyorum. Nuray’lara, bizlere umut olduğunuz için. Mücadeleyi müzakereyle karıştırmayan, kariyerini birilerine sırtını yaslayarak değil başarılarıyla güçlendiren mücadeleci ruhunuzla ülkemizin gururu oldunuz.