İlke, genellikle kullanıcıları tarafından ihlal edilen bir kavramdır. Mesela bilim insanları bilimin ilkelerine uyacağım demez, yöntemini söyler anlarsın. Kamu görevlileri de meslek yeminlerinden sonra “ilke” kavramıyla belki hiç karşılaşmaz. Fakat siyasetçi “ilke”siz yapamaz. Şu sıra kavramı en sık duyduğumuz siyasetçi Muharrem İnce; bir süredir ilke ile yatıp ilke ile kalkıyor.

Hâlbuki burjuva siyasetinde ilke ile gündelik siyaset birlikte düşünülecek kavramlar değildir. Çünkü siyasetçi kavramın üreticisi değil, hoyrat bir tüketicisidir; kullanır atar. Bugün insanlık binlerce yıldan beri ürettiği, yokluğunu kişilik kusuru saydığı ilkelere yabancıysa politikacının onu sakız gibi çiğneyip atmasındandır. Seçim sürecini izliyorsanız ilke tüketiminin arttığını siz de fark etmişsinizdir. Özellikle toplumu aldatmaya çalışan, söz bulamayan, lafın devamını getiremeyen siyasetçinin notunda büyük harflerle yazılıdır İLKE. Tecrübe ile sabittir ki bir siyasetçi ilke kavramını ne kadar kullanıyorsa ona o kadar yabancı ve onu o oranda ihlal edecek demektir. 

İlke ile gündelik siyaset birlikte düşünülemez ise siyasetçinin bu kavramdan alıp veremediği nedir, siyasetçi uymadığı/uyamayacağı kavrama neden bu kadar bağımlı diye sorulabilir. Birincisi hukuk, demokrasi, özgürlük, milliyetçilik, laiklik gibi evirip çevirebileceği sosyal mesaj içermesi; ikincisi, siyasetçinin ihlal ettiği şeyin aynı zamanda onun meşruiyet kaynağı olmasıdır. 

Siyasetçinin meşruiyet kaynağını ihlal etmesi bize paradoks gibi gelse de meşruiyet ihtiyacı onu, pratikte karşılaşmak istemediği hukukun, demokrasinin, cumhuriyetin, insan haklarının, özgürlüğün, milliyetçiliğin, laikliğin, eşitliğin, adaletin ve bilimin ilkelerini kullanmaya sevk eder.  

Somut örnek AKP programından: “Laiklik, devletin tüm dinlere ve inanç gruplarına karşı eşit mesafede durduğu, kimsenin inancından dolayı baskı altında tutulmadığı, hiç bir dini inanışın diğerine hakim kılınmadığı, inanç özgürlüğünün demokrasinin olmazsa olmazlarından kabul edildiği bir ilke olarak anlaşılmalıdır. Bu ilkeden hareketle AK Parti, laikliği toplumdaki tüm inanç ve görüşler karşısında devletin tarafsızlığı olarak görmektedir.” 

Görüldüğü gibi “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” parti, laikliğin ilkelerine sadakatini rahatlıkla dile getirebiliyor. Ve bu kimseye çelişki gibi gelmiyor. Çünkü parti seçmenin, seçmen partisinin ferasetine güvenir; kimse diğerinden ilkeli davranmasını beklemez. Taraflar için esas olan söz ve yazı değil, eylemdir. Kimin neye/nereye hizmet ettiği eylemden anlaşılır.  

Bu denli hırpalanmasına rağmen ilke, hâlâ kendi başına anlamı olan bir kavram. Ahlaki tutumu ifade ediyor olması, boş laflara bile değer katıyor. Muharrem İnce de bunu fark etmiş ki “ilke”siz konuşmuyor: “Biz ilkeli bir partiyiz.”, “Biz, ilkeli duruşu olan ve omurgalı siyaset yapan bir partiyiz.”, “Bizim belimiz plastikten değil. Biz omurgalı bir partiyiz.”, “Ben ilkeler ittifakına varım, menfaat ittifakına yokum!”

Bu ağdalı soyut dil ilkeyi, söylenen değil yapılan; sizin kendinizde olduğunu söylediğiniz değil, birinin sizde olduğunu söylediği şey olmaktan çıkarıyor. “Ben” ve “biz” diyerek İnce hem ilke belirleyicisi olabiliyor hem hiçbir şey söylemeden çok şey anlatmış oluyor. 

Muharrem İnce’nin ilkesi günün sonunda onu nereye götürecek merak ediyor musunuz? Söyleyim; İnce, “ilke”nin yolu değil yönü gösterdiğini bilmiyor. O nedenle yönünü tayin edemedi; bir sağa bir sola savrulurken dönüşü olmayan bilmediği ters bir yöne girdi. Oysa hangi yöne gideceğini bilse hem kendisi hem varsa takipçileri için yol bulmak, yoksa da bir yol açmak mümkündü. Ama bilemedi.