Bir şarkının, bir konserin arkasında duran bu emek sömürüsü temelli yapı, artık maalesef içselleştirilmiş ve daha acı olan tarafıysa topluma hayalî, renkli bir dünya gibi sunulmuş durumda olmasıdır.

Müziğin görülmeyen tarafı, emekçisi
Fotoğraf: Recep Yılmaz

Recep YILMAZ

Sokakta, evde, mitingde her yerde müzik dinliyoruz, dinlemesek de bir şekilde duyuyoruz; peki ya bu müziğin de emekçileri yok mudur? Müzik sadece evde, stüdyoda üretilen bir şey midir, bunun arkasında nasıl bir işkolu var, bu işin emekçileri ne durumdalar? 

Müzik ile toplumun ilişkisi toplumun bile çoğu açıdan farkında olmadığı kadar derin bir halde; ancak buna rağmen müzik, müzisyenler toplumun büyük bir kısmı tarafından bir noktada sadece eğlence aracı gibi görülüyor. O müziğin arkasındaki üretim aşaması, konser süreçleri vb durumlardan çoğu insan “eğlenceli” olaylar olarak bahsediyor, ancak arkada büyük bir sömürünün olduğu güvencesiz bir işkolu var. 

Görünür olan, sektörün tabiri caiz ise balını kaymağını yiyen ufak bir kesim dışında sömürü kurbanı, yaşam mücadelesi veren çok geniş bir kesime ev sahipliği yapıyor müzik sektörü. 

Sahne arkası emekçileri

Genel bir tanımlama ile başlamak gerekirse, çöken eğitim sistemi altında kalmış, toplumdaki artan eşitsizliğin dezavantajlı tarafındaki çoğunluğa dahil, geleceksiz, meslek seçenekleri kısıtlı, çoğunlukla alaylı, güvenceli çalışma şansından olabildiğince uzak genç bir emekçi kesim olarak tanımlanabilir. Toplum ve sektörün yönetici tabakasında ise sahne arkasındaki emekçiler hakkında sadece “sahneyi kuran insanlar” düşüncesi hakim. Ancak onca teknik bilgisine rağmen günlük paralara sigortasız çalıştırılan bir kesim yaşıyor o alanda. 

Hem teknik hem de bir noktada kreatif bir iş yapan sahne arkasındaki emekçiler sadece haklarını alamamakla kalmıyor, yaptıkları işin karşılığını da almıyorlar. Ortaya çıkan büyük bir üretimin arkasında olmak, ürünün gücünün altında ezilmek, üretenin ve emekçinin adının olmaması durumu tam da sistemin ve sektörün istediği şey. 

Her konser sonrası işinden kovulma riskiyle karşı karşıya yaşam mücadelesi veren, kimsenin neredeyse umurunda olmayan bu insanların, hakları için mücadele edebilecekleri bir alan dahi bulunmuyor. AKP’nin kültür sanat hegemonyasını kuramadığı itirafıyla başlayan ekstra baskıcı dönemde emekçiler çıkmaz ve baskı altında kalmışken; buna direnmesi gereken kendini en AKP karşıtı gibi gösteren organizatör, menajer ve yapımcılar kayıt dışı konserler düzenleyip, emekçinin sigorta, zam ya da iş garantisi deme hakkını, işini elinden alacağı korkusuyla bastırıyor ve AKP’nin kültür sanat alanındaki baskısına kendi para aşkıyla çanak tutarak düzene hizmet ediyor.

Kayıt dışı çalışmak zorunda bırakılan emekçiler bunca elektrik ve elektronik içerisinde çalışırken iş kazası geçirmeleri durumunda bile haliyle iş kazası tanımına giremiyorlar, çünkü resmiyette bir işleri bile yok gözüküyor.

Sigortalı olmanın lüks olduğu sektör çalışanları ise genelde ses-ışık firmalarında çalışan emekçiler, ancak onlar da uzun süreli ve zamansız çalışma saatlerine mahkûm edilerek adeta ölümle sıtma arasında değil, nasıl bir ölüm tercihi arasında bırakılıyor
Emekçilerin çabalarıyla çeşitli dönemlerde çeşitli sendikalaşma, dayanışma mücadeleleri geliştirilse de sonuca bir türlü varılamayıp sistemin dişleriyle ezildi ve bir kenarı atıldı. Sahne arkasında kendi çabalarıyla denedikleri bu sendikalaşma çabalarından bağımsız olarak ise çalıştıkları müzisyen ya da menajerlerden destek görme beklentisi oluştu, ancak aslında aynı gemide olduğunu iddia eden bazı menajer ve sanatçılar tarafından yaşatılanların vahameti daha da gözler önüne koyduğunu da görüyoruz. 

“Aynı gemideyiz” söylemleriyle her yerde dayanışma gösterdiğini iddia eden ancak içeride oluşan ezen-ezilen ilişkisine hizmet eden sanatçı ve menajerler, bu sendikalaşma ya da dayanışma mücadelelerinde, her zaman daha fazla para kazanabilmeleri üzerinden okuyarak kendi çıkarları için emekçiyi ezmeye devam ediyorlar. 

Bu örnektekilerden bağımsız olarak tabii ki teknik ekibiyle bütünlüklü bir iş ve hayat süren sanatçılar da var olmakla beraber, azınlık olduklarını da kabul etmemiz gerekiyor. Dışarıdan tasvir edilen o muhalif ya da sistem karşıtı dünyanın içerisinde gerçekten sistemle mücadele eden az sayıda sanatçı var.

Genel ağırlık her zaman paradan ve sistemin eziciliğinden yana olanlarda. İktidar bloğunun elindeki belde ve ilçe belediyelerinde yüksek ödemeleri konserlere gidip de, sonrasında aynı sistemin uyguladığı baskı üzerinden muhaliflik oynamaya çalışmak en abes tabirle reklam kampanyasından öte bir şey değildir. Bu konuya dair birkaç örnekle beraber acı gerçeklerden bahsetmek gerekirse de, sahne arkasındaki emekçilerin bütün bu süreçlerde sadece bir noktada benzer kaderi paylaştıkları müzisyenlerden destek görebilecekken, özellikle pandemi sürecinde gördük ki o bildiğimiz büyük, maddi dünyalığını yapmış sanatçıların kendi ekiplerine yüz çevirdi. Kendini muhalif gösterip, çok büyük meblağlara saray konseri yapan sanatçılar kendi ekiplerine aylarca “nasılsınız?” diye bile sormayıp, sadece o konserlerde standart bir ödeme yaptıklarını gördük. Güncel süreçlerde ise muhalifliğin bir Atatürk paylaşımına kadar indirgendiği düzende kendini en muhalif ve en yardımsever gösteren hatta bununla ilgili görüntüde girişimleri bile olan sanatçıların, senede onlarca AKP ve MHP belediyelerinde fahiş bedeller ile konser yapıp birlikte çalıştığı müzisyen ve teknik ekibine ödemeleri yapmak için her ay gelen konser paralarını repoya yatırıp, kazancından kazanç üretip emekçiye ayda bir ödeme yaptığını da görüyoruz. 

Senelerdir yaşanılan bunca zorluğa rağmen başka bir iş imkânı olmadığı için onlarca sahne arkası emekçisi bu düzene ve bu zorbalığa boyun eğdiriliyor ve kanıksatılmış baskı ortamında işlerini kaybetmemek için var güçleriyle çaba sarf etmeye devam ediyorlar. 

Mesai saati kavramı neredeyse olmaksızın çalıştırılan bu insanlar, mesleki güvencelerini bile sağlayamazken, dayatılan her koşula mecbur bırakılıp, eli kolu bağlı bir halde düzene boyun eğmek zorunda bırakılıyor. 

Sanatçıların temelde aynı gemide olduğunu iddia etme durumu ise menajerlerin ve organizatörlerin en çok kazanç sağladığı sistemden şikâyet etmek ve kendilerinin de ezilen olduğunu belirtmelerine dayanıyorsa da tespitin yanlışlığını zaten bu alandan maddi ya da manevi payını alan sanatçılar ile teknik ekip ve müzisyen karşılaştırmasında ortaya çıkmakta. Bir sanatçı, teknik ekip çalışanlarının tersine menajer ya da organizatöre başkaldırıp yine de direnç gösterebilecek alana sahipken genelde kazanç uğruna bunu yapmamayı tercih ederek sisteme entegre olmayı seçiyor  ve bunu da “gereklilik” ve “aynı gemideyiz” diyerek lanse etmeyi tercih ediyor.

Genel bir bakış atacak olursak: 

Organizatör, menajer üzerinden sanatçıyla anlaşıp konseri organize ederek bazen sanatçıdan bile fazla para kazanıyor. 

Menajer çoğu zamanlarda organizatörle anlaşarak komisyonunu alıyor. 

Sanatçı istediği sabit paraya sahip oluyor.

Bütün bu sıralamaya baktığımızda ise sahne arkasındaki emekçiler bütün bu pastadan en küçük payı alıyor. Bu da yetmezmiş gibi baştan beri saydığım bütün kötü şartlara da boyun eğmek zorunda bırakılıyor. 

Bu kıskacın başka bir boyutu ise sahnenin görünür kısmında kalan müzisyen,  yıllarca emek verip enstrümanını en iyi şekilde icra eden, hayatını enstrümanı üzerine kurmuş bu insanlar daha görünür halde bulundukları için tabiri caiz ise keyifleri yerinde gözüküyor, ancak kayıt dışılık ve iş güvencesizliği sektörün her kesiminde olduğu gibi bu insanlar için de geçerli. 

Döviz kuru ortada, yeni bir enstrüman almak artık mucize gibi dururken hatta hayatta kalmak için enstrüman satan bu insanlar sahne üzerinde görünür olmalarına rağmen, sistem içerisinde isimsiz ve her an yenisi bulunabilir metalar durumundalar. 

Buna karşın müzisyenler tarafında ise en azından çorbamız kaynıyor, işimizden olmayalım mantığıyla ses çıkartmayan kişi sayısının fazlalığı nedeniyle gerekirse haftanın her günü konserlerde çalarak hayatsızlığa ve sisteme biat etmeye mecbur bırakılıyor.

Bir şarkının, bir konserin arkasında duran bu emek sömürüsü temelli yapı, artık maalesef içselleştirilmiş ve daha acı olan tarafıysa topluma hayalî, renkli bir dünya gibi sunulmuş durmasıdır.