Müzisyen Cihat Aşkın: Sanatçı karanlıkta dahi ışık yayabilmeli
Klasik müziğin ülkemizdeki en önemi temsilcilerinden Keman virtüözü Cihat Aşkın, Işıl Işıl Sahne’nin konuğu oldu. Aşkın, “Dünyanın bu karanlık döneminde eğer biz sanatçılar toplumu aydınlatabiliyor, insanlara bir nebze olsun umut verebiliyorsak, onların düşünsel dengesine bir katkı sunabiliyorsak, en büyük zenginlik budur” diyor.

Işıl Çalışkan
Türkiye’de klasik müziğin saygın isimlerinden Cihat Aşkın, Doğu-Batı sentezini kemanıyla yeniden tanımlayan, teknik yetkinliği ve felsefi derinliğiyle dikkat çeken bir virtüöz. Aşkın’ın İstanbul’da başlayan ve henüz çocuk yaşta kemanla kurduğu bağ ile şekillenen yolculuğu, ilk resitalinden bugüne, dört kıtada yankılanan bir sanat serüvenine dönüştü.
Doğu ile Batı’yı kemanında buluşturma çabasını bir “sentez” olarak değil, Anadolu’nun bin yıllık kültürel DNA’sının doğal bir tezahürü olarak görüyor usta müzisyen. Mezopotamya’nın kadim ezgilerini, Batı’nın evrensel müzik diline aktarırken, bu toprakların çok katmanlı kimliğini tuvale işler gibi işliyor notalara. Sahne performansları kadar önemli bir diğer yönü ise, müziğin dönüştürücü gücüne olan inancını eğitimle topluma yayma kararlılığı. 2001’de başlattığı “Cihat Aşkın ve Küçük Arkadaşları (CAKA)” projesi, 24 yıldır kesintisiz sürdürdüğü bir misyon: “Herkes müzisyen olmak zorunda değil, ama herkes müzik estetiğiyle dünyaya bakmalı.” Bu söz, onun sanat anlayışının özünü özetliyor.
Cihat Aşkın’ın hikâyesi, keman tellerinde başlayıp Anadolu’nun köy enstitülerinden Avrupa’nın prestijli konser salonlarına, çocukların umutlu bakışlarından dünya festivallerinin ışıklı sahnelerine uzanan bir keşif yolculuğu. Müzisyenle sanat serüveninde bir yolculuğa çıktık.
Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz diye sorarak başlamak isterim. Bugünlerde cevaplaması çok zor bir soru sanırım.
Evet, gerçekten öyle. Malum, ülkemizin durumu, dünyanın durumu oldukça karışık. Dünya genelindeki siyasi ve ekonomik gelişmelerin Türkiye’ye olumsuz etkilerini hep birlikte yaşıyoruz. Böyle dönemlerde, asıl önemli olan şeyin; düşüncelerimizi, duygularımızı ve ideallerimizi kaybetmeden yaptığımız işe sıkı sıkıya sarılabilmek olduğuna inanıyorum. Ne zaman ki işimize sımsıkı sarılır, dümeni sağlam tutarsak, işte o zaman ileriye doğru yol alabiliriz. Bu ilerleyişte ise, hiçbir şekilde ödün vermeden, kendi bildiğimiz yoldan taviz vermeden yürümeliyiz. Aydınlık yola ulaşmak budur. Bir sanatçının en büyük arzusu, ışık yaratabilmesi ve ışık saçabilmesidir bana göre. Dolayısıyla, dünyanın bu karanlık döneminde eğer biz sanatçılar toplumu aydınlatabiliyor, insanlara bir nebze olsun umut verebiliyorsak, onların düşünsel dengesine bir katkı sunabiliyorsak, en büyük zenginlik budur diye düşünüyorum.
SANATIN AŞAMAYACAĞI BİR DUVAR YOKTUR
Sanat dünyasından çok sayıda isim adaletsizliklerin karşısında tepkisizliğiyle de eleştiri konusu oluyor. Sizce yeterli tepkiyi gösterebiliyor mu sanatçılar?
Türkiye’de ve dünyada, ifade özgürlüğü bakımından çok farklı yaklaşımlar var. Ama sanat ister kapalı bir ortamda olsun ister açık bir alanda, sanatçının ifade etmek istediği düşünce her zaman bir yolunu bulur, duvarları deler. Sanatın aşamayacağı duvar yoktur. Bazen bir bakış, bazen küçük bir melodi insanların kalplerine ulaşır ve onlara umut verir. Bu yüzden ben hiçbir zaman umutsuz değilim. Sanatçının görevi, yaratmak istediğini farklı yollarla aktarabilmek, anlatabilmektir. Sözle anlatamıyorsa bakışla, bakışla anlatamıyorsa bir melodiyle, bir resimle, bir şiirle anlatır. Sanat zaten bunun için vardır; insanların kendilerini ifade etmeleri için... Sanatçı, karanlık ortamlarda dahi ışığını yayabilen kişidir.
Kemanı öylesine tutkuyla çalıyorsunuz ki birçok insan, kemanı sizinle özdeşleştiriyor. Ama merak ediyorum, sizi diğer enstrümanlardan farklı olarak kemana çeken neydi?
Sanırım ilk olarak sesini sevdim. Çok küçük yaşlarda, daha ilkokuldayken farklı enstrümanları görmeye büyük merakım vardı. Mandolin, televizyonda gördüğüm keman, insanların ellerinde canlı canlı çaldıkları çeşitli enstrümanlar... Türk müziği, halk müziği, Batı müziği; hepsini izledim, dinledim. Ama keman bana çok cazip gelmişti. 1950’li yıllarda Türk Dil Kurumu’nun yayımladığı bir sözlükte keman, “dört telli bir çalgı” olarak tanıtılıyordu ve ardından yapılan tanımlardan biri çok etkileyiciydi: “Keman, çalgıların şahıdır.” Bu ifade beni derinden etkilemişti. O günden sonra kemanı çok sevdim ve onu hep farklı bir yere koydum. Konservatuvara başlamadan dört-beş ay önce, babam beni bir koroya yazdırmıştı. Orada çok değerli bir keman sanatçısı olan Mesut Duran’la tanıştım. İlk notaları da ondan öğrendim. Kendisi de keman çalıyordu. Çok hoşuma gitti ve o günden sonra bir daha hiç bırakmadım kemanı.
En önemli özelliklerinizden biri de Doğu ve Batı müziğini bir araya getirmeniz. Bunu neden önemsediğinizi, bir klasik müzik sanatçısı olarak merak ediyorum.
Aslında bu bir “birleştirme” değil benim için; çok doğal bir durum. Çünkü biz, Anadolu gibi binlerce yıldır bir geçit, bir köprü olan topraklarda yaşıyoruz. Mezopotamya kültürü burada doğmuş, buradan bütün Doğu dünyasına yayılmış. Anadolu, sayısız medeniyetin ürünlerini vermiş bir coğrafya. Örneğin Alacahöyük’te bulunan bir vazonun üzerindeki motiflerde, üç bin yıldır bu topraklarda varolan bir bağlamayı görüyorsunuz. Bu bir sentez değil; zaten varolan bir gerçek. Hayat stratejimi her zaman gerçeklikler üzerine kurdum. Bu topraklarda doğmuş biri olarak, bu kültürden beslenmem çok doğal. Farklı dinlerin, ırkların ve kültürlerin birleşimi olan bu toprakların dili oldum. Bu dili konuşmamdan daha doğal ne olabilir? Bu nedenle hem Batı’ya hem Doğu’ya açığım. Her iki dünyaya sahip olmanın çok büyük bir zenginlik olduğuna inanıyorum. Yönümüzü sadece Doğu’ya ya da sadece Batı’ya çevirmemeliyiz, çünkü kendi topraklarımıza baktığımızda her ikisi de var zaten. Keman dünyasında, son dönemde kullanılan bazı tekniklerle Doğu müziğinde yapılmayanları yapmaya çalıştım. Amacım, Doğu müziğinin değişik ölçeklerini de Batı’daki eserlerle eşdeğer bir terazide sunabilmekti.
Eminim hikâyelerinizi de merak ediyorlardır. Bu aslında süregelen bir araştırma süreci olsa gerek.
Kesinlikle öyle. Artık 21. yüzyılın insanı farklı bir disiplin, farklı bir sunum istiyor. 20. yüzyılda sanatçı sahneye çıkar, adeta bir put gibi durur ve izleyici ona ulaşamazdı. Ben ise eserlerimi anlatıyor, açıklıyor, örnekler veriyorum. “Bu eserde anlatılan aşk budur, bu cümlede ifade edilen nefret şudur” diyerek izleyiciyle bir bağ kuruyorum. Bu, günümüz sanatçısının kendisine uygulaması gereken bir güncellemeydi.
Klasik müzik biraz mesafeli bir alan olarak da algılanıyor. Bu noktada Doğu-Batı senteziniz, bu mesafeleri aşmak açısından da bir kapı gibi sanki...
Evet, ben bu anlamda klasik müzikte zincirlerini kırmış biriyim. Elbette benden önce halk müziğini kemanla yorumlayan üstatlar da olmuştur. Ama insanlar artık müziğin Doğu’su Batı’sı olmadığını anlamaya başladı. Size bir anımı anlatmak isterim: Tuncel Kurtiz çok değer verdiğim bir dostumdu. Kaz Dağları’nda yaşadığı köyde bir zeytin bağında festival düzenliyordu. Bu festivale iki kez katıldım. Cazdan halk müziğine kadar pek çok sanatçı vardı. Benden bir resital istendi. Sarıkız efsanesini anlattık, ona uygun bir eser çaldık. Sonra klasik müzik, ardından da zeybek çaldık. Oradaki herkes, aynı duygularla, büyük bir bağ kurarak dinledi. Çünkü müzik, büyük bir dildir. Onu doğru ifade ettiğinizde insanlar hiçbir ayrım yapmadan aynı duyguda buluşabiliyor.
***
TÜRKİYE YETENEK CENNETİ KAYNAĞI İSE ANADOLU
“Cihat Aşkın ve Küçük Arkadaşları” ismi hem samimi hem umut verici. Bu projeye özellikle Anadolu’dan başlamanız çok anlamlı. Biraz anlatır mısınız?
Türkiye bir yetenek cenneti, Anadolu ise bu yeteneklerin kaynağı. Ancak sanatçılarımız, bu gerçeği bir görev olarak görüp harekete geçmemişler. Oysa bu görev bize düşüyor. Çünkü insanlar devleti devlet yapar. Eğer insanlarda sanat aşkı, idealizm, bir tutku yoksa, devlet de harekete geçemez. Bugün yaşadığımız sorunların bir kısmı, sanatçıların elini taşın altına koymamasından kaynaklanıyor. Gittiğim her yerde yalnızca konser vermedim; aynı zamanda yetenekli öğretmenlerle ve öğrencilerle buluştum, eğitim adına neler yapılabileceğini düşündüm. Bu kapsamda, “Cihat Aşkın ve Küçük Arkadaşları” projesini tasarlamıştım. Çocuklara, çocuk gibi değil; kendimle eşit bireyler olarak hitap ettim. Onlarla oyun oynadım, eğitmenlik yaptım. Değerli öğretmenlerle yetenekli çocukları bir araya getirdiğimiz bir platform oluşturduk. Bu projeyle Türkiye’nin 18 yerinde merkez açtık. 2001’de başladık ve 24 yıl geçti. Yaz ve kış okulları düzenledik. Pandemi döneminde bile durmadık dünyanın en büyük çevrimiçi kursunu yaptık. Haziran 2020’de 30 öğretmen ve 300 öğrenciyle online etkinlik düzenledik. 12 ay süregelen proje okullar gerçekleştirdik. Herkes müzisyen olmak zorunda değil ama dünyaya müzik estetiğiyle bakmalı. Yeşili daha iyi koruyorlar dünyaya daha iyi davranıyorlar beton binalar yapmıyorlar. Hayvan öldürmüyorlar, kadın dövmüyorlar. Estetik ruhla dünyaya bakıldığı zaman çok daha güzel bir dünya olabileceğini düşünüyorum.