Müzisyen Ufuk Beydemir: Sanatçı toplumun dilidir
Alternatif rock müziğin parlayan yıldızlarından Ufuk Beydemir, Işıl Işıl Sahne’nin konuğu oldu. Beydemir, “Sadece Kadıköy’deki o küçük dünyaya odaklanırsak aynı dili konuştuğumuz insanların yüzde 99’unu anlayamayız. Sanat, bir şey üretmek, bir toplumun dili olmaktır” dedi.

Işıl Çalışkan
Henüz 17 yaşındayken yazdığı "Ay Tenli Kadın" şarkısıyla büyük bir çıkış yakalayan ve milyonlarca dinleyiciye ulaşan Ufuk Beydemir, müziğinde sınırları zorlamaya devam ediyor. ’60’ların psychedelic rock’ından ’90’ların grunge’ına kadar geniş bir yelpazede ilham alan Beydemir, aynı zamanda Türk müziğinin köklerine de bağlı kalıyor. Müzisyen, son olarak geçtiğimiz haftalarda yaşamını yitiren Ferdi Tayfur’un "Bana Sor" adlı şarkısını yeniden yorumlayarak dinleyicileriyle buluşturdu.
Ahmet Selçuk İlkan’ın sözlerini yazdığı, Sait Büyükçınar’ın bestelediği ve 1990 yılında Ferdi Tayfur’un Hoşçakal albümünde ilk kez yayımlanan unutulmaz şarkı Bana Sor, tam 34 yıl sonra Ufuk Beydemir’in kendine özgü yorumu ile tekrar müzikseverlerle buluştu. Beydemir’le müzik serüveninde bir yolculuğa çıktık.
Birçoğumuz seni "Ay Tenli Kadın" şarkısıyla tanıdık. Peki, öncesinde müzik hayatının neresindeydi?
15-16 yaşlarımdan itibaren müzikle ilgilenmeye başladım. Müzik hayatımın merkezinde gibi gözükse de aslında benim için bir gelir kaynağı değildi. Birçok şey denedim, örneğin üniversitede Güzel Sanatlar Fakültesine girip Plastik Sanatlar okumaya başladım, fakat bir süre sonra "Yok ya, olmayacak" deyip bıraktım. Başka alanlarda da şeyler denedim; en sonunda Beden Eğitimi Bölümünü bitirdim. Müzik hep vardı ama yanına başka şeyler ekliyordum. Ancak aslında, tam tersinin olması gerekiyordu; müzik yapıp, yanına hobi olarak başka şeyler eklenmesi beklenirdi. Beden Eğitimi mezunu olduğumda, "Artık 20’lerimin ortalarına geliyorum, üniversiteyi de bitiriyorum, daha fazla vakit kaybedemem" diye düşündüm. O noktada kararımı verdim, “antrenörlük mesleğiyle birlikte müziği hobi olarak yapacağım” dedim. Yani, müzikle gerçekten yüzleştiğim ve ona odaklanmaya karar verdiğim döneme girmiş oldum. Sonra Sofar performansım çok beğenildi, birkaç yapım şirketi benimle tanışmak istedi ve birdenbire müziğe ciddi anlamda şans verme zamanı geldi. Eğer bu iş tutmazsa, o zaman mesleğimi yaparım dedim.
Ne güzel… Peki, günümüz koşullarında genç bir müzisyenin sektörde tutunabilmesi ve kalıcı olabilmesi ne kadar mümkün?
Gerçekten çok zor. Gittikçe de zorlaşıyor gibi hissediyorum. Biz 2017’de ilk albümümüzü kaydettik, 2018’de de yayımlandı. 2019’da ise daha büyük kitlelere ulaşmaya başladık. Şimdi geriye dönüp bakınca “Şanslıymışız” diyorum. 2020’de pandemi sonrası sektör tamamen değişti, her şey farklı bir hal aldı. Artık müzik, çok daha farklı bir şekilde çıkıyor ve yeni isimler de farklı yöntemlerle var olabiliyor. Her şey neredeyse sosyal medyaya kaymış durumda. Evet, sosyal medya bizim zamanımızda da vardı ama o dönemde sosyal medya yaptığımız işi destekleyen bir araç gibiydi. Şimdiyse, aslında müziği yapmak değil, sosyal medyayı yönetmek ön plana çıkmış gibi. Yani, işi yapmadan, sadece sosyal medya ile başarılı olabiliyorsun. Bu oldukça ilginç bir pazar. Bu yüzden ben bazen zorlanıyorum. Ben zaman zaman kendimi yaşlı hissediyorum. Çünkü yeni nesil çok hızlı değişiyor ve sürekli ileriye bakıyor. Onlar geçmişi umursamıyorlar. Kimdi bu adam, neler oldu, geçmişte neler yaşandı… hiç bakmıyorlar. Sadece bugünle ilgileniyorlar. O yüzden, açıkçası kendimi bu hızlı değişime adapte etmekte bazen zorlanıyorum.
Bir şarkıyla milyonlarca dinleyiciye ulaştığında sonrasında o başarıyı tekrar yakalama çabası oluyor mu? Bu durum üretim sürecinde kaygıya yol açıyor mu?
Başlarda oluyordu tabii. Çünkü insanlar senden sürekli o şarkıyı duymak istiyor. Yeni bir şeyler yaratırken, insan ister istemez “Acaba bu şarkı da ‘Ay Tenli Kadın’ gibi dinlenir mi?” diye düşünüyor. Ama bu çok tehlikeli bir düşünce. Sonradan fark ettim, bunu anlamak zaman aldı ve oradan uzaklaştım. “Ay Tenli Kadın”ı, 17 yaşımda, 3-5 akor öğrendiğimde, hiçbir şey bilmeden yazdım. Tam anlamıyla amatör bir ruhla yaptım. Sonra yıllar geçti, 2019’da şarkı çok büyük kitlelere ulaştı. Şimdi 33 yaşındayım ve müzikle ilgili 17 yaşındaki halimle kendimi kıyasladığımda, çok farklı bir bakış açım olduğunu düşünüyorum. Deneyimim, tecrübem çok daha iyi bir noktada şu anda. Bu yüzden artık öyle bir kaygım yok. Bugün ne hissediyorsam onu yazmalıyım. Müzikle ilgili yolculuğum da aslında şöyle başladı; ben asla kafede arkadaşlarımla oturup kendimi anlatan biri olmadım, hep asosyaldim. Müzik, benim kendimi ifade etme yolumdu. O yüzden şimdi de “yapmam gereken bu” diye düşünüyorum. “Bunu yaparsam nasıl dinlerler” ya da “Dijitalde nasıl var olurum” gibi şeyler değil. Hayır, ben bir şey anlatmak istiyorum müzikle ve bunu yapacağım. Buna odaklanmalıyım.
Bir Elazığlı olarak hem Türk Halk Müziğine hem de ozanlara ilgi duyduğunu biliyorum. Bu ilgilerin sana ve müziğine nasıl katkı sağladığını düşünüyorsun? Aslında müziğine alternatif rock diyebiliriz belki. Genelde müzisyenler bu tür etiketleri sevmez ama...
Hayır, bu tür bir etiketlemeye karşı değilim. Sonuçta bir isim konması gerekiyor ve konuyor. Ben buna çok takılmıyorum... Zamanla fark ettim ki, beslenmediğimi düşündüğüm halde aslında çok şeyden besleniyorum. Bilinçaltı bir şekilde etkileniyor. Şu an geriye dönüp bakınca, "İyi ki böyle olmuş" diyorum. Örneğin, Kadıköy’de doğup büyümüş ve ailesi sadece opera ve cazla yetişmiş biri olmadığım için kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü gerçekten çok zengin bir müzik kültürüne sahibiz. Tarihimizde inanılmaz büyük sanatçılar var. Bu mirastan beslenmek ister bilinçli ister bilinçsiz, bence büyük bir avantaj. Ben bugün alternatif rock yapıyorsam, Türk Sanat Müziğinin, arabeskin ve halk türkülerinin şarkılarımda büyük bir yeri var. Hatta istersem, çok basit birkaç dokunuşla bir şarkımı türküye dönüştürebilirim.
En son Ferdi Tayfur’un “Bana Sor” şarkısını yorumladın. Tayfur’un müziğine nasıl katkıları oldu?
Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, daha da eskiye gidecek olursak Âşık Veyseller… Bu sanatçıların hepsi bire bir toplumun içinden gelen insanlar ve toplumun bir yansıması aslında.
Ben Kadıköy’de yaşıyorum ve zamanımı daha çok orada geçiriyorum ama biz sadece oradaki o küçük dünyanın içinde zaman harcarsak aynı dili konuştuğumuz insanların yüzde 99’unu anlayamayız belki de. Sonuçta sanat bir şey üretmek, bir toplumun dili olmaktır ya aynı zamanda. Çok küçük bir kitlenin dili olabiliriz o zaman. Şimdi Ferdi Tayfur’un neden veda törenine milyonlar katıldı, bu kadar insan üzüldü? Çünkü çok ciddi bir ölçüde toplumun sesi oldu. O toplumun sesi olmak da, o Kadıköy’deki küçük dünyadan çıkmakta yatıyor aslında. Ben bunu şehir şehir konser verdiğim zaman gördüm. Gittiğim yerlerde bazen ’70’lere, ’80’lere ışınlanmışım gibi hissettim. İnanamadım. Öyle hayatlar var, öyle şartlar var ki…
Peki, “Bana Sor”u seçmenin nedeni neydi? O şarkı seni hangi yönüyle çekti?
Valla ben bağırabildiğim şarkıları seviyorum. Böyle o isyanı ve yakarışı hissettim bir şekilde. Ki zaten daha sonra Ahmet Ağabeyle (Ahmet Selçuk İlkan) şarkıya iznini almak için bir araya geldiğimizde o da “Ben yıllardır bunun rock versiyonunun yapılması gerektiğini düşünüyordum, iyi ki yaptın” dedi. “Mutluluğu tanırsın, mutsuzluğu bana sor”… O isyanın, yakarışın daha sert bir şekilde dillendirilmesi gerektiğini Ahmet Ağabey de hissetmiş mesela. Demek bir şekilde ben de onu bilinçaltıyla hissettim ve seçtim. Prodüktörümüz de Samet Nalbant. Buradan onun da eline sağlık diyoruz tekrar.
Not: Söyleşinin tamamı bu akşam saat 20.00 itibarıyla BirGün TV’de yayınlanan Işıl Işıl Sahne’de.