Narin, Leyla ve suskunlar
Narin de öldürüldü. Altı yıl önce öldürülen Leyla gibi onun da bedeni günler sonra bulunabildi! Leyla için de “tüm ülke” sosyal medyada ayağa kalkmış, günlerce gündemde tutulmuştu. Leyla’nın da amcası mahkûm edilmişti önce. Dört yıl sonra ise mahkûmiyet bozularak tahliye edilmişti. Davanın ne zaman sonuçlanacağı belli değil.
Sosyal medya büyük bir güç. Bir “olay”ın” gündemden düşmesinin/düşürülmesinin önünde çok önemli bir engel. Narin’in ve onlarca diğer çocuğun ölü de olsa bedenlerine ulaşılabilmesinde katkısı büyük.
Tıpkı Leyla’da olduğu gibi Narin’in bedeni bulununca da bu kez Narin’in köyünün içindekilerle birlikte yok edilmesi, yakılması, ilgisi olan herkesin katledilmesi çağrıları yağmur gibi yağdı sosyal medyaya. Kısasta hayat vardır, idam şart diye bağıran bağırana.
Öfkenin anlaşılabilir yanı var. Öfkelenelim, yas da tutalım. Suçlu/lara ve göz yumanlara, bilip de bilmezden gelenlere de kızmamız olağan. Henüz kesinleşmemiş olsa da Narin’in bedeninin bulunduğu yere yeni atılmış olma olasılığı yüreğimizi daha da daraltabilir.
***
Bir çocuğa tecavüz etmenin, boğazını sıkarak öldürmenin, katilin kim olduğunu bilse de susup bilmezden gelebilmenin, ölü bir çocuk bedenini bir çuvalda bir yere saklayabilmenin, eğer doğruysa başka bir yere götürüp bulunsun diye bırakabilmenin nasıl bir vicdansızlık olduğunu anlayamıyorum da diyebiliriz!
Anlamak zorunda değiliz ama şaşkınlık ve tiksintiyle “bunu yapanlar insan olamaz” demeye de hakkımız yok. Köye, köylüye, köylülüğe, aileye “tepeden bakan” bir nefretle olup bitenle aramıza bir mesafe koymaya çalışmaya da hakkımız yok.
Çünkü maalesef olup bitenler insanca hem de çok insanca…
Ne köy, ne köylülük, ne de aile kutsal elbet. Ama köylerde işlenen suçların onlarca katı kentlerde işleniyor. Köylerde istismara maruz bırakılan çocukların onlarca katı çocuğa kentlerde tecavüz ediliyor.
Hele de suça ortak olanlara ve suçu bilmesine rağmen susanlara duyulan öfke! Şüphesiz ki bir suçun işlenmesinde en önemli teşvik edici etkenlerin başında geliyor suç ortaklığı. Susulacağını, bilse de bilmezden gelineceğini bilmenin verdiği cesaret suç işlemeyi kolaylaştırıyor.
Kolaylaştırıyor kolaylaştırmasına da, tanık olup susanların nasıl olup da suçlular kadar cesur olamadıkları üstüne düşünmemiz gerekmiyor mu? Narin için susanlardan önce “bu ülkedeki susma haline” bir bakalım mı? Biz toplum olarak ne kadar çok suça karşı suskun kalıyoruz değil mi? Madımak’tan Maraş’a, Gar Katliamı’ndan Kızılay Katliamı’na, Çorum’dan Dersim’e suskunluklarımız. Ermeni kıyımına olan suskunluğumuz ve 6-7 Eylül pogromuna olan suskunluğumuz. Kürtlere, Alevilere dair susmalarımız. Sus pus bir milletiz; millet miyiz gerçekten?
***
Ne ilgisi var diye yazıyı üst paragrafta bırakmış, yazara suntalı bir küfür savurmuş, ben hiç susmadım diye sinirlenmiş, susanlara bir de siz kahretmiş olabilirsiniz. Bu tepkiler de susma halimizi açıklayamaz. Dikkatimizi hepimizi susturan(lar)a yöneltmediğimiz sürece konuşmaya başlayamayız.
Türkiye’yi bir duyguyla tanımla deseler benim önereceğim iki temel duygu olurdu. İlki yaralanmış bir özgüven derdim ve onu da belirleyen daha derinde yatan inkâr edilmiş suçluluk duygusu. Biz diye bir ortak ruh varsa eğer, bu iki duygu, o bizi belirliyor olabilir. Suçluluk duygusuyla yüzleşmeyi, suçumuzu kabullenebilmeyi, içten, gönülden özür dileyebilmeyi beceremiyoruz. Ama bu halimizin suçlusu da bizler değiliz. Narin’e yapılanları ve yapanları bilmesine rağmen susanlar gibiyiz.
Bize ait olmayan bir suç karşısında bile suskun kalmamızın bir dizi nedeni olabilir. İlkin gerçek suçluların hiçbir zaman cezalandırılmayacaklarını bilmemiz! Bizim hissetmekten korkup, inkâr ettiğimiz suçluluk duygumuzun kaynağında gerçek suçlunun cezalandırılmaması da yatıyor. Gerçek suçlular cezalandırılmadıkça biz tanık olanlar kendimizi suç ortağı gibi hissediyoruz. Hissettiğimiz suçluluk hissinin büyük bölümünü de susmak zorunda kalmış olmamız oluşturuyor. Susmamızın bir nedeninin de kendi güvenliğimizi sağlamak olduğunu içten içe bilmemiz de suçluluk duygumuzu katmerliyor. Bu kadar ağır suçluluk hissiyle ancak özgüveni yüksek insanlar baş edebilir; inkârdan tanımaya ve oradan kabul edip özür dilemeye giden yol böyle mümkün olabilir.
Ağızlara sakız olan “namuslular da namussuzlar kadar cesur olmalı” sözü aslında tek bir koşulda doğru olabilir. O koşul “güçlü” olanların aynı zamanda namuslu olmalarıdır. “Haramilerin saltanatında” namusluları cesarete çağırmak anlamsızdır, öfkenizi saltanata, güçlü olanlara yöneltin, suskunlara değil. Çünkü siz de suskunlardansınız.