Google Play Store
App Store

30 yıldır tutsak bir şair geçtiğimiz günlerde özgürlüğüne kavuştu. Tutuklanırken kendisini suçladıkları her konuda delillerle masumluğu kanıtlandığı halde 22 yaşındaki bir genci sırf Kürt olduğu için, düşünen ve sorgulayan bir birey olduğu için düşman gördüler. Düşmanlaştırmak istediler. İlhan Sami Çomak benzer bir düşmanlıkla Bingöl’de 10 yıl sürgünde öğretmenlik yapan şair Metin Altıok’un öğrencisiydi. Şiir yazan, edebiyat sevdalısı bir gençti. Hapishanede dört duvar arasında haksız yere tutsak edildiği yıllar içerisinde iyi bir şair oldu. Daha da öfkelendiler. Hakkı olan şartlı tahliye de cezası tamamlandığında özgürlük de o düşmanlığın esiri oldu.

İlhan Sami Çomak nihayet özgür. Ama onun özgür kaldığı gün başka bir şair, Hicri İzgören tutuklandı. Tuhaf bir tesadüf; tıpkı İlhan Sami Çomak gibi o da Metin Altıok şiir ödülü sahibiydi. Belki de tesadüf değil. Çünkü düşmanlık topluma ışık olan herkese yönelik. Susturmak istedikleri aydınlık kiminin şiirinde kiminin fikrinde. Unutturmak istedikleri duygular, yenilmemek için önünü kestikleri uyanış uzun sıkıcı nutuklarla değil en duygulu dizelerden akıyor yüreklere. Öyle ya;

Akıllı bir doktorun masasında  

Bayan Çabai Yanoş’unki gibi  

Yüreğimiz, güllerin arasında  

Bizlerden sonra da faydalı olsun  

İçinde tertemiz bir kavanozun.

***

Şair her zaman sakıncalıdır kendinden korkana. Çünkü şair ‘sol memenin altındaki cevahiri’ yaşatandır. Uyanışı, umudu ve direnişi nesilden nesile aktarandır.  Nazım Hikmet’i yasaklayan, yıllarca tutsak eden zihniyet bile gün gelir meydanlarda hem de utanmadan onun dizelerine sığınır. Sözünün ancak öyle; duygulara konuşarak daha güçlü karşılık bulabileceğini için için bilir. Öte yandan o kuvvetli etkiden ölesiye korkar. Başkalarının yüreğinden başlayan kıpırtı zihinlere yayılacak olursa yasakların, baskının, zulümün karşısına dikilecek olan özgürleşmedir asıl korkusu. “Yani içerde on yıl, on beş yıl,daha da fazlası hattâ geçirilmez değil, geçirilir, kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir” dizelerinde; tutsak ederek yıldırmak istediği şairin devleşen iradesi ve doğrusuna olan bağlılığı kendisini olturduğu şatafatlı saltanat koltuğunda öyle minnacık öyle görünmez kılacaktır ki yasaklanmalıdır! Ama yasaklar vız gelir şaire. Kendinden sonra yüreğinin tertemiz bir kavanozdan bile başkalarına göz kırpacağına inancı tamdır. Bu inançla yazılmıştır ‘Kavanozdaki Yürek’ şiiri de.

1955 yılında Nazım Hikmet Budapeşte’de kalp doktoru olan Litman İmre’nin muayenehanesinde görür masanın üzerindeki kavanozda suyun içindeki kalbi. Bayan Çabai Yanoş’un artık atmayan kalbinin duru suyun içinde cansız bekleyişinden etkilenir ve o unutulmaz şiir böylece yazılır. Başkasının gördüğü ile şairin gördüğü ve anlattığı arasındaki fark 1920 den itibaren onun kitaplarını okumayı, bulundurmayı, satmayı sakıncalı gördü. Oysa yasaklar engel olamadığı gibi daha da güçlendirdi büyük ustayı.

***

Ölümünden 61 yıl sonra Nâzım Hikmet’in, “Kuvayı Milliye Destanı” isimli eserinin, “uygunsuz içerik” gerekçesiyle sinsice ve sessiz sedasız yasaklanarak Halk Kütüphaneleri’nden kaldırıldığını öğrendik. Tepkilerin ardından bakanlıktan açıklama geldi. "Haberlere konu olan eser Nazım Hikmet’in “Kuvayı Milliye” adlı eseri değil; Nazım Hikmet’in “Kuvayi Milliye Destanı” şiirini çizgilerle anlatan Nuri Kurtcebe’ye ait bir çizgi roman versiyonudur.”

Neresinden tutsan elinde kalır cinsten bir açıklama. Şiirsiz kalmış toplumun onu kolayca uyutabileceğinden emin kadrolarının vasat ve şark kurnazı açıklaması yüreğimize su mu serpmeli yani?! Ha demek “yasak” başkasınaymış. Şiire değil de karikatüreymiş. O kitaba değil de bu kitabaymış!

Aydınlanma karşıtı karanlık zihin yasaklarla, sansürle uyuttuğu toplumu içini boşalttığı eğitim sistemiyle kültürsüzleştirirken sanatçıları, aydınları cezalandırmaya, yasaklamaya devam ediyor. Gerçeğin peşinde gazeteciler de sanatçılar gibi yasaklardan nasibini alıyor. Nazım çok açık ve sarih söylüyordu oysa. “Onlar düşünen insana düşman.” Düşünmeyene de yasaklarını kabul ettirmek hatta alkış almak için “Söz konusu kitapta cinsel içerikli tasvirlerin yer aldığı sayfalar bulunmaktadır. Bu nedenle kitabın her yaş grubundan vatandaşlarımızın faydalandığı kütüphanelerimizin genel erişim alanında bulundurulması uygun görülmemiştir” şeklinde yapılan açıklamada ahlak bekçiliğiyle hamaset satıyorlar. Nazım Hikmet’in şiirlerinden 61 yıl sonra hâlâ korkanlar “Kuvayi Milliye Destanı”ndan da, bu memleketin düşünen, direnen ‘insan manzarasından’ da korkuyorlar. Bu ülkenin anlı şanlı kurtuluş destanını anlatan şiirde nasıl bir müstehcenlik bulunmuş olabilir?!

***

Onlar umudun düşmanı. Cumhuriyetin düşmanı. Kurtuluş savaşının ardından aydınlanmanın izinde yetişen ve gelişen tam bağımsız ve çağdaş toplumun neredeyse her bireyine düşman. Emekçiye, eğitimciye, akademisyene, gazeteciye düşman. Dayanışana, paylaşana, kucaklaşana, sevgiye düşman. Katile, caniye, çocuk tacizine sessiz ama Nazım’ın şiirine, şiiri resmeden sanatçıya bıçkın! Toplumu kendi tarihinden, tarihi zaferinden, bağımsızlık mücadelesinden kopartmak isteyenlerin yasaklarına boyun eğmeyeceğiz.

Ömrünü çaldıkları aydınları ya da canına kıydıklarını bile susturamadıklarını bilirler bilmesine de bir kez daha ve daha güçlü haykıralım istiyorlar. Haykırırız. Nazım Hikmet, İlhan Sami Çomak, Hicri İzgören gibi nice şair tutsakken bile bu ülkeyi karartanlardan çok daha özgürdürler. Onlar asla yitirmedikleri yaşama sevinciyle dört duvar arasına sığmayan engin dünyalarından damıttıklarıyla masmavi göğün altında önlerinde uzanan alabildiğine geniş ufuk çizgisinin farkında olmayan esir alınmış beyinleri özgürleştiriyorlar. Her şeye rağmen. Hâlâ! Daima…