Neden öldürdüler Narin’i?
Narinler kurban edilsin istemiyorsak bundan böyle, “neden?” sorusuna doğru yanıt vermek zorundayız. O yanıt belki de Narin’in yok edildiği 15 dakikada değil, köyde, kentte, tüm ülkededir. Neden sorusunun doğru yanıtını bulamazsak ülkenin ufku tümüyle kararacaktır belki de…
Bir çözülmeden dağılmadan tel tel dökülmeden söz ediliyor artık. Aslında bu çözülmeyi “hayır yok öyle bir şey” diyenler de biliyor, derinlerden bir çığlığın, yılgın bir sesin gittikçe yaklaştığını korkuyla görüyorlar. Ses görülür mü, bu ses görülüyor. Bilmem ne tarikatının yurdunda başlarına gelenleri anlatamayan çocukların çığlığı, Leyla Aldemir’in, Ceylan Atik’in, Ecrin’in, güzel yüzüne bakmaya kimsenin artık cesaret edemediği Narin’in suyun içinden yükselen çığlığı. Diyorlar ki bütün köy her şeyi biliyordu sustu. Diyorlar ki bir vekil anlaşılmaz laflar etti. Diyorlar ki suçortağı da almış dereye gömmüş, sonra gitmiş namaz kılmış, sonra da herkesle birlikte Narin’i aramaya katılmış. Diyorlar ki aslında nerede olduğu biliniyormuş ama biraz unutulsun diye bekleniyormuş. Ne çok soru vardı. Medya günlerce bu soruların peşinden koştu durdu. Ama sorular tam olmadı yanıtlar hep eksik kaldı.
Neden öldürdüler Narin’i?
***
Kuşkusuz Narin’i kimin hunharca boğarak hayattan kopardığını öğreneceğiz. Narin’i dereye gömen “dini bütün”, ne bayrağı olduğunu çıkamadığım bir bayrak altında fotoğrafı olan “zat-ı muhterem”, “neden” diye sorduklarında gerçeği söyleyecek mi bize? Koşa koşa köye giden siyasiler, aileyi de öyle silip atmamak lazım, kırk yıldır tanırız diyen, söyleyemediklerimiz var diyen vekil “söyleyemediklerini” söyleyecek mi? Neden sorusunun yanıtı orada mı? Yoksa daha bilemediğimiz büyük sırların arkasında başkaları mı var?
Neden kıydınız Narin’e sorusunun yanıtını bulmadan içimiz rahat etmeyecek. Kim sorusunun yanıtını da tam öğrenemeyeceğiz. Çünkü Narin’i nasıl bir canavarca hisle hayattan koparanı öğrensek bile “katilin arkasındaki gölge, o koyu karanlığın sahibi kim” sorusunu ve nedeni öğrenmemiz zor olacak. Katili belirsiz yani “fail-i meçhul” bizim ülkemizin cinayetler tarihinde yakından bildiğimiz bir durumun adıdır. Kimi zaman katili belirsiz denilen, bilinse bile duvarı tutan tuğlanın hep orada kaldığını, diyelim zaman aşımı marifetiyle, diyelim siyasi dengeler izin vermediği ve siyasetin emrinde bir hukukun işleri kolaylaştırıverdiği için failin yaşarken ele geçirilemediğini çok gördük biz.
Ama bu kez işi sıkı tutar, yüreğimizi soğutmaktan başka bir işe yaramayan laflarla yetinmezsek, sonuna kadar gitmeyi başarırsak gölgesi gittikçe koyulaşan, geç kalırsak da tüm ülkenin ufkunu karartacak olan gidişata dur diyebiliriz.
***
Peki, Narin cinayeti ile birlikte başka gerçekler de ortaya çıkmıyor mu? Sokaklarda kadınları kurşunlayan, öldüresiye döven erkek dünyasında, kayıp çocuk sayısının tırmandığı ve her ne hikmetse hep tarikatların mahfillerinde, kerameti kendinden menkul hocaların, “badeci” üfürükçülerin kucağında büyüyen rezilliklerin ayyuka çıktığı durumun bir adı yok mu? TÜİK’in 2016’dan sonrasını açıklamadığı verilere göre o tarihe kadar günde 32 çocuk kayboldu ya da kaybettirildi. Bu çocuklara ne oldu? Bulundular mı hâlâ kayıplar mı bilmiyoruz. Peki 2016’dan sonrasını neden bilemiyoruz? Ekonominin tek kurtuluş reçetesinin halkın alım gücünü tümüyle kısmaktan geçtiğini artık açık açık ilan edenler, seçimlere daha çok var rahatlığı içindeler de onun için mi pazara, piyasaya aldırmıyorlar? Halkın alım gücünün eksilere inmesi çarşıda artık tahammül sınırının aşıldığını yüksek sesle söyleyenlere de mi kulak vermiyorlar? İnsanların borcu borçla kapatarak yaşadığını, bu kapı da kapanırsa artık sokaklarda gülmeye, kahkahalar atmaya başlayabileceklerini de mi düşünmüyorlar? Ne ilgisi var, o başka bu başka diyenler aslında o ilginin derinliğini bilmiyorlar mı sanki.
Narin cinayeti gittikçe yoğunlaşan bir çürümenin, yozlaşmanın işaretidir. Daha öncekilere, karşılaştığımız cinayetlere sıradanlığın rahatlığı içinde bakıp geçmişiz demek ki. Bu kez gözlerimizi kaçıramadık. Narin, güzel gözleriyle, “koku buradan geliyor, saklandığınız yere çok yakın, bu kez görün artık” dedi bize. Kimi arkadaşlar işi cehalete bağlıyorlar, ama cehaletin nereye bağlı olduğu gözden kaçmıyor mu? Gökten inmiyor cehalet, zenginliğin içinden yola çıkıyor, orada mayalanıyor, siyasetin desteğiyle palazlanıyor, yoksulluğa ulaşıyor en kestirme yollardan. Onların adı var sanı var, çağın dışına düşmüş ama buna karşın büyük ve nereden geldiği belli bir cesaretle sokaklarda çağdışılığın propagandasını yapabiliyorlar. Zenginlik içinde yüzen tarikat şeyhleri, şıhları cenneti parayla satarken, cehennemi de korkuyla karıştırıp sunuyorlar. Tarikatlar evvel eski cehalet üretim merkezleridir. Gerçekleri bildikleri halde hâlâ onları sivil toplum kuruluşu olarak görmeyi sürdüren kendilerine liberal solcu denilmesinden çok hoşlanan hâlâ “yeter mi yetmez mi” karar vermekte zorlanan, her marşın arkasında darbe arayan, cehaletin yayılmasını özgürleşme diye tanıtmaktan hoşlanan saygın aydınlarımız yok mu, işte onlar da cehaletin alacakaranlığını hoş görmeyi ve o karanlığın sahte ışığı olmayı pek güzel beceriyorlar.
Ama neden öldürdüler Narin’i? Belki de bu soruya harc-ı âlem yanıtlar verilecek ve hepimiz “a öyle miymiş” deyip rahatlayacağız. İşte o ona kızmış, öteki berikinden intikam alacakmış, beriki de, haydi ben de, şimdi adeta modadır, işin içine Marquez’i karıştırıp “tıpkı Kırmızı Pazartesi’de olduğu gibi herkes biliyordu cinayeti, bekliyorlardı” diyeyim de neden sorusunu hep birlikte es geçiverelim. Yine de olmuyor, neden sorusunu yanıtlamadan bitmeyecek bu karanlık hikâye. Çünkü neden sorusunun gerçek yanıtını bulamazsak yüzlerce çocuk tehlikeli bir hayatın içinde büyümeye çabalayacak ve belki de karanlık bir el çekip alacak onları düşlerinin içinden.
***
Narin’in yalnızca sekiz yıl yaşadığı o köye köy demek zor. Zenginlik içinde yüzüyor köyün egemenleri. Onlar şimdi aynı zamanda Narin’i hayattan koparanlar olarak yargılanmayı bekliyorlar. Ama aynı zamanda ne kadar nüfuzlu kişiler olduklarını da öğrendik onların. Bunca yıllık tarihimiz zenginliğin ve nüfuzun çok yakın akraba olduğunu öğretti bize. Hele siyasetin bilinmez ve karanlık dehlizlerinde buluşuyor ve orada toplanıyorlarsa fail-i meçhul cinayetlerin nedenini de oralarda aramak daha doğru olmaz mı? Bu kez de öyle yapalım öyleyse. Bakalım o karanlıkta kim kimle buluşuyor, kim kimle hesaplaşıyor, siyaset o köyle nasıl bu kadar yoğun ve “hatırlı” ilişkiler geliştirmiş, korku o köye nasıl egemen olmuş, o köyde nasıl bir paylaşım nasıl bir siyasi görüntü egemen? Bu sorulara doğru yanıtlar verebilirsek Narin’in neden öldürüldüğünü de neden kurban seçildiğini de anlayabileceğiz.
Kurban kör inançların dünyayı bir türlü terk etmeyen ritüeli, insanlık dışı eylemidir. Kendini ya da cemaatini, parasını pulunu, zenginliğini, içi boş itibarını, kof erkekliklerini korumak için genellikle hayatın hiçbir kötülüğüne bulaşmamış olanlardan, kadınlar ve çocuklar arasından seçerler kurbanlarını.
Narinler kurban edilsin istemiyorsak bundan böyle, “neden?” sorusuna doğru yanıt vermek zorundayız. O yanıt belki de Narin’in yok edildiği 15 dakikada değil, köyde, kentte, tüm ülkededir. Neden sorusunun doğru yanıtını bulamazsak ülkenin ufku tümüyle kararacaktır belki de…